31 Ekim 2012 Çarşamba

Kadıköylü galeri ve sanat gruplarının gerçekleştirdiği II. İkametgah Kadıköy 7 Kasım'da başlıyor.

Kadıköylü galeriler, sanat insiyatifleri ve tasarım mekânları "İkametgâh Kadıköy-Birlikte ve Bağımsız" başlıklı etkinlikler dizisinin ikincisini, 7 Kasım-9 Aralık 2012 tarihleri arasında gerçekleştiriyor.

İlkinde Anadolu Yakası’ndaki üretimi ve paylaşımı çıkış noktası olarak alan etkinlik, bu yıl içine yeni mekânları, Kadıköy’de üreten sanatçıların yanısıra Avrupa yakasından ve yurt dışından katılan sanatçıları da katarak yola devam ediyor. Yukarıdan aşağıya bir örgütlenme modeli yerine, katılan her mekanın ve her sanatçının  kendi özgünlüğü ve bağımsızlığını koruyarak birlikte hareket etme ve paylaşma modelini benimsiyor.
Sanatçılar  kavramsal ve biçimsel bir çerçevenin içine girmeden resim, heykel, video, illüstrasyon, fotoğraf, yerleştirme, tasarım, karikatür  gibi farklı disiplinlerdeki   çalışmalarını 12 ayrı mekanda sergileyecekler. Sergilerin yanısıra performanslar, konserler, atölyeler, sanatçı konuşmaları, çocuklarla yapılacak çalışmalar, paneller ve söyleşilerde izleyicilerle buluşulacak.

İkametgâh Kadıköy sanat etkinliklerinin gerçekleşeceği mekanlar: 
Asfalt Art Gallery, Barış Manço Kültür Merkezi (Hush), İstanbul Hatırası Fotoğraf Merkezi, KargART , Halka Sanat Projesi, Kabine Nadire, Sanat Bahane, Zelazo, Tasarım Parkı, Dunia, GİT ve Burg Giebichenstein University of Art & Design.

Ayrıntılı bilgi ve iletişim için:  ikametgahkadikoy@gmail.com


İkametgâh Kadıköy II Sergileri:
ASFALT ART GALLERY : 
Ayşe Yaltırım, Beyza Boynudelik, Ergin Asyalı, Fulya Çetin, Gürbüz Doğan Ekşioğlu, Lebriz Rona, Melike Kılıç, Murat Germen, Nazan Azeri, Nevhiz Tanyeli, Nur Koçak, Serkan Yüksel, Tomur Atagök
BURG GIEBICHENSTEIN UNIVERSITY OF ART & DESIGN : 
İSTANBUL APARTMANI : Anne Knödler, Georg Lisek, Jenny Eichler, Karl Pompe, Lukas Wronski, Marianne Nagel, Martin Buhlig, Olga Griegorjewa
Yoğurtçu Park Caddesi 84 / Salı - Pazar saat 12:00-18:00
GÖRSEL İLETİŞİM TEKNESİ (GİT) : 
“On My Way / Yoldayım”: Yılmaz Başar Babür (Fotoğraf Sergisi)

Emine Begüm Güvenç
HALKA SANAT :  
“Mutluluk ve Rahatlama”: 7 - 18 Kasım - Elena Ballarin
“Cinnet”: 23 Kasım - 9 Aralık - Abdulkadir Avcı, Sadık Arı, Serkan Çatar, Toprak Bayram Bek.


HUSH :
(Barış Manço Kültür Merkezi / 30 Kasım’a kadar)
Ahmet Özcan, Aleksandra Kostovska Tütüncü, Antonia Breme, Arda Yalkın, Ayşecan Kurtay, 
Baysan Yüksel, Billur Melis Koç, Çağdaş Şahin, Çağlar Atambay, Çetin Keçeci, Elif Çiftçioğlu, 
Emine Begüm Güvenç, Ezgi Akşar, Gaye Su Akyol, Georgie Flood, Güneş Bulut, Güneş Oktay,
İlke Yılmaz, İlker Aydemir, Josephine Hempel, Lara Ögel, Levent Kopuz, Marja Marlene Lechner, 
Mark Hale, Melisa King, Meriç Akay, Merve Akyel,Nikola Breme, Okan Dirim, Onur Çiftçi,
Ozan Türkkan, Özgür Atlagan, Serkan Çalışkan, Sibel Çağlayan, Simin Yıldız, Solweig de Barry, 
Süyümbike Güvenç, Steven Daly, Tarık Töre Elgay,Yaşar K. Canpolat.

Gaye Su Akyol
İSTANBUL HATIRASI FOTOĞRAF MERKEZİ : 
“Bülent Arabacıoğlu’nun Çizgi Dünyasından”: Bülent Arabacıoğlu
KABİNE NADİRE : 
Abdülaziz, Can Özal, Dilay Koçoğulları, Eda Taşlı, Enis Malik Duran, Gülen Eren, İskender Giray, Kayde Anobile, Melis Sevinçli, Selma Hekim, Şafak Kemancı, Şinasi Göktürkler, Zeynep Roj Soref
KARGART :
(Sergileme 6 Aralık’a kadar)
Ali Mete Sancaktaroğlu, Alper T. İnce, Ayça Telgeren, Ayhan Mutlu, Cins, Çağrı Saray, Eda Gecikmez, Elif Yıldız, Emine Çorduk, Emrah Bekdikli, Ersin Tavukçu, Tuğçe Şenoğul, Gözde Can Köroğlu, Harun Töle, Merve Şendil, Niyazi Selçuk, Onston, Peri Demirbaş, Rafet Arslan, Sevgi Arı, Sevil Tunaboylu
SANAT BAHANE :
Fırat Dövencioğlu, Serkan Çatar
TASARIM PARKI :
Tasarım Kadıköy’de : Güngör Taner, Nursema Öztürk, Dani Benreytan, Erdeniz Kurt, Demet Bilici, Zeynep Kaytancı, Sevin Coşkun, Omlet İstanbul, Murat Akçay, Mete Mordağ, Özgür Uşaklıgil
ZELAZO : 
John Dew, Kerem Soyöz, Lynn J. Hunter, Mehmetcan Serinkaya, Mustafa Karasu, Osman Turbo, 
Pelin Turgut,
Georgie Flood

İkametgâh Kadıköy II 
Söyleşi, Sanatçı Konuşması, Panel ve Seminerleri:






· Cafe Antarsia Ensemble (Sanatçı Konuşması) - 12 Kasım, Pazartesi, 19:00 / Halka Sanat


· Elena Ballarin (Sanatçı Konuşması) - 17 Kasım, Cumartesi, 18:00 / Halka Sanat


· Tea & İnk Slobodan Dan Paich (Sanatçı Konuşması) – 21 Kasım Çarşamba 16:00 / Halka Sanat


· Bir Aralık Bul Git - Yılmaz Başar Babür (Söyleşi, Workshop) - 1 Aralık, Cumartesi, 19:00 - 21:00 / GİT


· İlhan Mimaroğlu Karşı Kıyıda - Alper Maral (Seminer) – 9 Aralık, Pazar, 18.00 / Dunia


· Kadıköy Karşı Mıdır? - Ayşegül Sönmez (Söyleşi) - 10 Kasım, Cuma 14:30 / Asfalt Art Gallery


· “Fotoğraf Seçmek”-Murat Pulat (Panel)- 23 Kasım Perş. 18.00 / İstanbul Hatırası Fotoğraf Merkezi.

Performanslar:
  • Fümeli Balık Anne Knödler Performansı – 7 Kasım, Çarşamba – 20:00 / Burg Gıebıchensteın
  • Cafe Antarsia Ensemble / Ruth Margraff ve Nicos Brisco (Teatral Konser) - 9 Kasım, Cuma, 20:00 / Sanat Bahane
  • Kasap 34 Street Art - Graffiti Performansı - 11 Kasım, Pazar, 14:00 - 19:00 / GİT
  • Hombre SUK - Graffiti Performansı - 17 Kasım, Cumartesi, 13:00 - 19:00 / Hush Hostel Lounge
  • Yoğutçu Parkı’nda Yarn Bombing - 18 Kasım, Pazar, 12:00-18:00 / Zelazo etkinliğidir.
  • Yolcu Yolunda Gerek – Serap Babür (Şiir Dinletisi, Söyleşi) - 24 Kasım, Ctesi, 19:00-21:00/ GİT
Gösterimler:
  • ALALA - A. Baturay Tavkul (Kısa Film Gösterimi, Söyleşi) - 17 Kasım, Ctesi, 19:00-21:00 / GİT
  • Otobüs/The Bus - Tuğba Yüksel (Fotoğraf Gösterimi, Söyleşi) - 8 Aralık, Ctesi, 19:00-21:00/GİT
Atölyeler:
  • Zelazo’da Sanat ve Tasarım Atölyeleri
  • MON Zelazo’da Partisi – 16 Kasım, Cuma , 19:30 – 22:30
  • Giacometti Etkisi / Giacometti Effect - John Dew - 17 Kasım, Ctesi, 18:30 - 20:30
  • Deneysel Heykel Portre Atölyesi / Experimental Sculpture Portrait Course - John Dew - 1 Aralık, Ctesi, 18:30 - 20:30
  • Deneysel Yumuşak Oyuncak Heykel Atölyesi / Experimental Soft Toy Sculpture - John Dew -25 Kasım, Pazar, 16:00 - 18:30
  • Temel Dikiş 1 ve 2 Atölyeleri – Mandalinarossa - Her Ctesi 12:00 - 14:00 ve Her Çarş. 18:30 - 20:30
  • Mandalinarossa ile Dikiş Zamanı - Mandalinarossa - Her Ctesi 16:00 - 18:00
  • Ses Oyuncakları Atölyesi - Mehmetcan Serinkaya - 24 Kasım, Ctesi, 18:30 - 20:30
  • MON ile T-Shirt Boyama Atölyesi – 25 Kasım, Pazar – 13:00 - 15:00
Kabine Nadire’de Kendin Yap Atölyeleri: 
Atölye malzemeleri Kabine Nadire tarafından temin edilecektir ve ücrete dahildir. 
Atölye ücretleri İkametgâh Kadıköy’e özel 80 TL’dir.
  • Kendi Defterini Yap - Elif Gürbüz (Muk Design) - 17 Kasım, Ctesi, 13:00 - 15:00
  • Deri Çanta ve Aksesuar Atölyesi - Gusef Şen ve Ömer Yavuz (GUSH) - 17 Kasım Ctesi, 16:00-18:00
  • Kağıt Takı Atölyesi - Selen Özus ve Burcu Büyükünal (Maden Çağdaş Mücevher Atölyesi) - 24 Kasım Ctesi, 16:00 - 18:00
  • Kişisel Tarih Kitabı Atölyesi - Selma Hekim -1 Aralık, Ctesi, 16:00 - 18:00
  • Tasarladığınız Karakterin Oyuncağını Yapalım - Zeynep Roj Soref - 1 Aralık, Ctesi, 13:00 - 15:00
  • Soğuk Porselen İle Aksesuarını Yap - Şafak Kemancı – 8 - 9 Aralık, Ctesi-Pazar, 13:00 - 15:00 Nikola Breme


İkametgâh Kadıköy Müzik Festivali 02
7 Aralık, Cuma
(Karga)
· Biz 21:00
· Yüzyüzeyken Konuşuruz 22:00
· Eskiz 23:00
(Dunia)
· Olcay Saral 21:00 (Müzik Hayvanı etkinliği)
8 Aralık, Cumartesi
(Karga)
· Peygamber Vitesi 21:00
· Hedonutopia 22:00
· Barıştık Mı Göstembil Project 23:00
(Dunia)
· WEED 21:00
9 Aralık, Pazar
(Karga)
· Hayvansaray 21:00
· Esas Çocuk 22:00
· Toro 23:00
(Dunia)
· Alper Maral – Zehirli Flüt 21:00




Monet’nin Bahçesinde Gezerken...

İzlenimciliğin babası Claude Monet'nin eserlerinden bir kısmı şehrimize gelir de biz "Hoşgeldin"e gitmez miyiz? Pek tabii koşarak gittik Sakıp Sabancı Müzesi'ne: Monet’nin Bahçesi'nde  nilüferlere, zambaklara, salkım söğütlere, Japon bahçesine ve ışığın raksına daldık.

Sergi kartonetindeki Monet'in paletinde bir güzel!

(Sergi genelinde fotoğraf çekmek malum yasak, bunun dışındaki fotoğraflar Marmottan Monet Museum'dan alınmıştır.) 
Blogumda yapmayı uygun bulmadığım bir yerlerden copy paste Monet hakkında bilgiler tabii ki okutmayacağım size. Ben öyle yazılar görünce imtinayla kaçıyorum, konu hakkında web üzerinde bilumum didaktik site varken alın teri olmayan blog yazılarını tasvip etmediğimi de bu vesileyle söylemiş oldum ve  rahatladım sanki :)

Sergi hakkında baştan şunu söylemekte yarar var. Monet'in tüm eserlerini görmeyi ummayın. Bu sergi Monet'in geç dönemi eserlerini özellikle de Giverny Bahçesi adıyla anılan Marmottan Monet Müzesi'ndeki eserlerinden oluşuyor.

Monet'in ressamlığı kadar bahçıvanlık konusunda da uzman olduğunu biliyor muydunuz? Ben, kesinlikle bu kadarını bilmiyordum. Önce bahçesini tasarlıyor, ekiyor, biçiyor ve son resmediyor. "Ne hayat ama" dediğinizi duyar gibiyim...

Nilüferler
Bahçe dediysem, salt toprağa ekilen çiçek bahçesini düşünmeyin. Önce çiçek bahçesiyle uğraşıyor ardından da su bahçesiyle. Hani o naif nilüfer resimlerinin esin kaynağı...

Monet'in bir zamanlar  boyalarını karıştırdığı resim paleti (üzerinde boya kalıntılarıyla), kendine has gözlüğü ve piposu da serginin girişinde bizlere "Ben buradayım" diyor adeta.

Beni sergide en etkileyen bölüm salkımsöğütleri resmettiği yaşlılık dönemi eserleriydi. En yakın dostlarını  üst üste kaybetmiş, biricik eşinin ölümüyle iyice yasa boğulmuş, bunlar da yetmezmiş gibi 1. Dünya Savaşı ve ardından oğlunun kaybı derken iyice yalnızlaşmış. Katarakt vb. hastalıklarla kötüye giden Monet'in sağlığı yaşının da ilerlemesiyle resimlere daha da hüzün yerleştirmiş. Renklerdeki kontrastlar, sarı - kahverengi tonları  ve salkım söğütlerin boyunlarının bükmüşlüğü yaşamın acılı tarafını hissettiriyordu.

Salkım söğüt

Güllü Yol
Sergi için söylemeden edemeyeceğim bir şey de, serginin yeri. Sabancı Müzesi'nin bahçesinin güzelliği dillere destanken, muhtemelen sergi için daha da özen gösterilmişken (bahçe havuzlarındaki nilüferlere dikkat) İstanbul'da bu sergi bence başka bir yerde bu kadar güzel sergilenemezdi diye düşünüyorum. Emeği geçen herkesin (özellikle de bahçıvanların) eline sağlık! Sergiye girmeden o bahçeden geçerek başlayan Monet esintisi, sergiden sonra bahçe çıkışına kadar sizin ruhunuzu yeşillendiriyor.

Argenteuil Yakınlarında Yürüyüş
Bu yazıyla sergiyi ne kadar imrendirebildim bilemiyorum ama bahçenin büyüsüne dalmak için 6 Ocak 2013'e kadar zamanınız olduğunu ve zamanın hızla aktığını ben yine de hatırlatayım :)

28 Ekim 2012 Pazar

Uykucular


Sokakları severim, hele insansız olanları daha çok severim. Tatil bu ya, tenha bulduğum sokaklara attım kendimi. Eğer meraklı bir tipseniz, o sokaklarda ne çok ayrıntı görüyorsunuz siz tahmin edin. Pek tabii, sokakların olmazsa olmazı patili dostlarım... Köpeğim Charlie Chaplin'den  emanet hepsi, pek severdi kendi de sokaktaki arkadaşlarını, az kediden de pati yemedi bu sıcak oyunbaz yaklaşımlarıyla. Hala burnumda kokusu, çok özlüyorum, çok...

Öğlen birası da hep uyku yapıyor...

Günler güzel geçiyor, bu tatil hepimize iyi geldi diye umut ediyorum. Hoş, daha dolu dolu iki gün varken, neler yapılmaz ki diye listeler yapılırken, yetmiyor günler, saatler. Saat demişken hadi iyiyiz yine, bugün hepimize 25 saat!

Yastıksız asla uyuyamam!

Şu canım tatil günlerinde şunu farkettim, kendimle başbaşa kalmayı çok özlemişim. Bunu diyorum ama bakmayın, belli olduğu üzere sosyal, dostlarına zaman yaratmaktan gayet mutlu, sevdiği insanları sarmalayan biriyimdir. Ama benim dediğim o değil, hani kendini, yaşamını, hayallerini, kendine verdiğin sözleri, tartıp biçmelerin yaşandığı o anlar vardır ya işte onlar burada ifade etmeye çalıştığım. İnsanın mukavemet edilemez   akıl - fikir hesaplaşması belki de... İyi, gayet iyi.

Kimse dokunmasın bize...

Son günlerde gezdiğim, gördüğüm sergilere, müzelere (bugün de var) başka yazıda yer vermek ümidiyle derken hepimize kendimizi dinlediğimiz daha geniş zamanlar dilerim. Siz bakmayın bu uykuculara...

25 Ekim 2012 Perşembe

22 Ekim 2012 Pazartesi

Kabakoz'da çocuklar ve gençler için sömestr kampı..



“İstanbul Kamp” ile Burunda Sanat Festivali sırasında Moda’daki Sokak Şenliği'nde tanışmıştım. Çocuklar için düzenlenen sanat etkinlikleri içinde yeralmışlardı. Caretta tipi karavanları ile gelmişler, doğadan toplanmış kuru ağaç dalları, çakıl taşı, yaprak, deniz kabuğu gibi malzemelerle çocuklara kukla, bebek, maske, korkuluklar yaptırmışlardı. O kadar çok beğendim ki fotoğraflarını çektim ve iki hafta sonra soluğu Şile’deki yerlerinde aldım. Kabakoz’da deniz kenarındaki kamp sahalarında güneşli bir haftasonu geçirdim. Deniz kabukları, çakıl taşları ve dal parçaları toplarken şehirden kopmuş çocuklarla birlikte resim yaparken buldum kendimi. Çok dinlendirici ve eğlendiriciydi…

Çocuklara ve gençlere hizmet veren, sade ve oldukça doğal bir yer İstanbul Kamp. Sahipleri çok tatlı bir çift. Murat ve Esin Tonbul. Sömestr yaklaşırken çocuklarınız için tatil fikriniz olsun diye bir de küçük röportaj yaptım Esin Hanım ile:


İstanbul Kamp gördüğüm kadarıyla samimi bir aile işletmesi. Tesisteki işbölümünüzü ve profesyonel geçmişinizi anlatır mısınız?
Beş yıldır faaliyetteyiz. Eşim Murat Bey Kabakozlu. Tesisin yönetiminden o sorumlu. Ben aynı zamanda Bağlarbaşı’ndaki Cimcime Yuva’nın sahibiyim, İstanbul Kamp'ın da pazarlamasını yürütüyorum. Kamp operasyonları  sorumlumuz  İlker Bey. Atölyeler ise Sema öğretmen tarafından yaptırılıyor.  

Burada her şey doğal ve abartısız. Doğa ve doğallık önemsenmiş. Bunu çocuklara yaşatabilmek için nasıl programlar geliştirdiniz?
Bu kampları gerçekleştirmeye başlamamız velilerden gelen isteklerle oldu. Çocukların alışveriş merkezlerinden ve elektronikten uzak, doğanın içinde kendi yaşıtlarıyla iletişim içinde etkinlikler yapmalarını sağlıyoruz. Burada denizi, ormanı, ağacı, kayaları, kumu, dereyi, çalıları görüyor, içlerinde vakit geçiriyorlar. Günlük hayatlarından çok başka şeyler yapıyorlar ve farklı şeyler öğreniyorlar.

Hangi yaştan ve çevreden çocuklar katılıyor kamp programlarınıza?
Kamplarımıza 7-13 yaş arasındaki çocuklar katılıyor. Bu yaşın üstündekiler için  talep olursa (2012 yazında 100 ve 90 kişilik iki lise grubunu ağırladık) katılımcılarımızın yaşlarının birbirine yakın olmasına dikkat ediyoruz.


Sanata yaklaşımınız nasıl? Çocuklara bu konuda neler hazırladınız?
Doğadan topladıkları malzemelerle kolajlar, enstallasyonlar, maskeler, bebekler yapıyorlar. Atölye çalışmalarımız çocukların doğadan yararlanarak kendilerini ve el becerilerini keşfetmeye yönelik çalışmalardan oluşuyor. Dönem dönem resim ve heykel sanatçılarının katkılarıyla da çalışmalarımızı zenginleştirmeye başladık. Bu haftasonu çocuklar kolaj resim ve enstallasyonlar yaptılar. Yakında doğada temel sanat atölyelerine de başlıyoruz. 

İstanbul çocuklara oldukça zengin etkinlikler sunuyor. Sizin farklılığınız neler?
Biz çocuklarımıza İstanbul’un yanıbaşındaki doğayı sunuyoruz. Doğanın içinde gerçekleştirdiğimiz etkinliklerde çocuklarımıza doğada mutlu olmanın yollarını öğretiyoruz. Orman içi bir parkurda yürüyüş yaparken mevsimlerin değişik yönlerini görüyorlar,Yürürken bastıkları yerlerin farkına varıp, günlük hayatlarının dışında da farklı bir yaşam olduğunu görüyorlar. Fiziki efor sarfederek, adımlarını dikkatle atarak başka türlü başarıların tadını alıyorlar. Kaya tırmanışı yaparken zirveye varmanın doyumunu ve adrenalini yaşıyorlar. Değişik çiçek ve canlıların renkleri ve güzellikleriyle besleniyorlar. 

Deniz yanıbaşlarında olmasına rağmen İstanbullu çocukların denizi tanıdıklarını düşünmüyorum. Siz bu konuda neler yapıyorsunuz?
Denizin kıyısında bir tesisiz evet ama deniz kampı yapmıyoruz. Bu konuda çocuklara faydamız denizin kokusunu ve rengini hissetmeleri, denizin bize taşıdığı taşları ve deniz kabuklarını keşfetmeleri yönünde oluyor. 

Çocukların kendi başlarının çaresine bakmak zorunda kalma deneyimlerinin özgüvenlerini geliştirdiğini ve doğaya yakınlaştırdığını düşünüyorum. Ana babalar da böyle düşünüyor mu?
Aslında böyle düşündüklerini biliyoruz. Fakat çocuklarının yanlarında olmadığı zamanlarda her ebeveyn gibi huzursuz olduklarını da biliyoruz. Kamp programımızın içerindeki aktivitelerin resmini velilerimiz sonradan gördükleri için eminim ki o an çocuklarının yanında olsalar bu etkinlikleri yapmalarına izin vermezler. Ama bir o kadar da doğanın içinde olmalarını istiyorlar. Çünkü başardıklarını gördüklerinde mutlu oluyorlar.


Kamp hayatı çocuklara bireysel ve sosyal anlamda neler katıyor?
Çocuklarımızın sosyalleşmeleri açısından kampların önemi büyük. Her kamp bizlere de çocuklarımızla beraber yeni şeyler katıyor.Yanlarında telefon  ve bilgisayarları olmadığı için birbirleriyle iletişim kurmak durumunda kalıyorlar. Grup oyunları oynuyorlar. Her akşam yanan kamp ateşimizin başında çeşitli oyunlar oynayarak hayal güçlerini güçlendiriyorlar. Çoğu çocuk ailesinden ilk defa uzaklaşıyor. O zaman küçük misafirimize destek olup hayattakı bu ılk yalnız kalışında kendine güvenmesini öğretmeye çalışıyoruz.Sorunlarla karşılaştığında kendi başının çaresine bakabileceğini öğretiyoruz. 


Kamp süresince anne babaları da konuk ediyor musunuz?
Kampımızı bütün velilerimiz ziyaret edebilir elbette. “Baba Çocuk Kampı”nda beraber misafir ediyoruz. Ama diğer kamplarda çocuklarımızın motıvasyonları bozulmaması için veli almıyoruz.  

Okullarla ortak çalışmalarınız var mı?
Okullarla ortak çalışmalar yapıyoruz tabii. Müfradatta yeralan konuları doğada işlemeleri için onları teşvik etmeye çalışıyoruz. Çocuklarımızın görerek öğrenmeleri çok önemli. Şimdilik İstanbul Erkek Lisesi (ilkokul kısmı) ve Çevre Koleji  ile çalışıyoruz. 



Sömestr  tatili için kamp hazırlıklarınız nasıl gidiyor?
Bu yılki sömestr kampımız 7-11 yaş ve 11-17 yaş arası çocuk ve gençlere açık. 4 gece 5 gün sürecek. İki gece karavanda iki gece odada konaklayacaklar. Kahvaltı-öğle-akşam yemeği-konaklama ve kamp etkinliklerinin toplam bedeli 750 lira. Blogunuz okurları kampımızı sitemizden inceleyebilirler: www.istanbulkamp.com

11 Ekim 2012 Perşembe

Jon and Roy

Sakinlik ve akustik mi dediniz? O zaman Kanadalı Jon and Roy ile tanışın...
Onlar hakkında bilgiye buradan ulaşabilirsiniz.


9 Ekim 2012 Salı

"Uyanış Anı" Sergisi için biraraya gelen Lokomotif sanatçılarına İstanbul'da uyanmanın nasıl bir şey olduğunu sordum...

Kerem Ağralıgil, "Bilginin Sonu", 70x100cm, 
Tuval üzeri yağlıboya, 2012


Uykudan uyandığımız an. Kendimizi hatırlamaya ya da unutmaya çalıştığımız, rüyalarımızla gerçeğin birbirine karışabildiği, uykuyu ya da uyanışı seçtiğimiz… Kimine çok tatlı, kimine çok zor “Uyanış Anı”…

Lokomotif Kültür ve Sanat Derneği’nin sanatçı üyeleri bu "an"ı resimlerinde, fotoğraf ve heykellerinde yorumladılar. Gerçek ya da mecaz anlamda yaklaşarak…

Teknik, üslup ve yaklaşım açısından birbirinden çok farklı bu eserlerden başarılı bir sergi doğdu. Moda’daki Saint Joseph Lisesi’nde 4 - 22 Ekim arasında açık kalan sergiden birkaç eserin fotoğrafıyla birlikte sanatçılara sorduğum "İstanbul'da uyanmak nasıl bir duygu size göre?" sorusunun cevapları sanatın hayatımıza ne derece anlam kattığını bir kez daha vurguluyor. Farklı bakış açıları, farklı duygular ve bu duyguların eserlerde yansıtılma biçimleri, renkleri, dilleri...



V. Burunda Sanat Festivali kapsamında açılan «Uyanış Anı» Sergisi, Lokomotif Kültür ve Sanat Derneği üyesi, ressam, fotoğrafçı, heykeltraş, değişik disiplinlerden 16 sanatçıyı ilk kez biraraya getirdi: 

Ayşenur Artar -  Emine Akbucak -  Esra Kizir Gökçen - Evren Gül -  Feride Dayanç - Hüma Birgül -  Justin Eccles - Kerem Ağralıgil - Laurel Eccles - Merih Yıldız - Serhat Koçak - Sophie Cohen - Şebnem Altuntaş - Uğur Ataç - Volkan Çöteloğlu - Zehra Ferda Bigat



Serhat Koçak "İsimsiz" 185x185cm, Tuval zeri yağlıboya, 2012
Sanatçılara “İstanbul’da uyanmak nasıl?” diye sordum:
Feride Dayanç: “İstanbul'da uyanmak Heybeli'de martılarla bütünleşmek benim için...”
Kerem Ağralıgil: “Her sabah, evrenin yeniden doğuşu İstanbul’da... Sakin, kararlı...”
Ayşenur Artar: “Hem kaos, hem hayallerinizden öte gizemleriyle var olan, her anı yaşayan bir şehirde olmak gerçekten güzel... ve zor...”

Serhat Koçak: “İstanbul… Şiirler yazılmış ona, resimleri yapılmış, ben içinde uyanamıyorum."
Esra Kizir Gökçen: “İstanbul'da uyanmak omuzlarınızda hissettiğiniz bir ağırlık ve yüreğinizde bunu taşıyacak bir güçtür. Toplumsal sorumluluklarınızla kişisel beklentilerinizi aynı anda bir koltukta iki karpuz misali taşırsınız İstanbul sabahlarında... Zordur ama vazgeçilebilir değildir. Kusurlarına rağmen seversiniz İstanbul'u. Herkesin kattıklarının harmanlandığı bir bütündür. Onun için de herkes aradığını bulur İstanbul'da. Sanatçı için sonsuz bir yaratıcılık imkanıdır İstanbul'da uyanmak… Kaotik bir bütünlüğü vardır, hepimizin katkılarıyla...”



Volkan Çöteloğlu "Aklın uyanışı" 150x150 cm, Tuval Üzerine Karışık Teknik, 2012

Volkan Çöteloğlu: “İstanbul da uyanmak; bir başka güne bir önceki günden daha hareketli, telaşlı başlamak... Belki umut dolu, belki umudunu yitirmiş…"
Merih Yıldız: “Uyandım, pencereye yürüdüm, gün henüz ışımamıştı, şehrin sokaklarında yankılanan martı sesleriydi sadece. ''Güzel günler'' dedim onlara, sonra yaptığım resim geldi aklıma. Aklın uyanışı güzel günlerin habercisidir. Gayet duyulabilen bir sesle seslendim martılara: ''Silkelen İstanbul!! Aklın uyanışı güzel günlerin habercisidir, artık uyan İstanbul!!'' Hemen karşılık geldi martılardan, gülümsedim. Gökyüzüne baktım, belli belirsiz mavilik... Sabahın kokusu başkadır, renkleri, sesi, hoş serinliği, ve daima neşeli hareketleriyle günün güzel geçeceğini haber veren kedileri, kuşları... Şimdi sokaktayım, sahile yürüyorum. Bir an durdum, sabahın temiz havasını ciğerlerime çektim, ohhh miss… “Şehrin kokusunun resmini yapmak isterdim” dedim kendi kendime.. Şehrin sabahının, kokusunun, seslerinin resmini... Neden olmasın? Artık sahildeyim, elim boş mu çıktım sandınız? Hayır tabii ki. ''Artık uyan İstanbul!! Uyan da balığa gidelim!!''  Haydi bana rastgele...”



Evren Gül "Günaydın" 70x60x17 cm, Karışık Teknik, 2012
Evren Gül: "İstanbul’la ilgili bir resim yarışmasına katılacağımı Önder Büyükerman’a söylediğimde “İstanbul hep griydi Evren” demişti. O gün bu gündür İstanbul’u düşündüğümde ya da tasvir etmem gerektiğinde hep İstanbul’un griliğini arama eğiliminde olmuşumdur. Bizzat gözlemlemişimdir de. Gerçekten kentsel oluşumlardan boğaza kadar her yer gri, hele kışın daha beter.  “Balıklar derya içinde deryadan bihaber” diye bir söz vardır. Ben de İstanbul’un zengin ve eşsiz dokusunu hem geç hem de yetersiz keşfedenlerden birisiyim. Şehri daha bütün algıladıkça ona daha hakim olmaya başladım. Ve bu onun kullanışlılığını da arttırdı. Ayrıca bu durum, insanın İstanbul’a direncini de fazlalaştıran bir şey ama yaşadığımız nezih semtlerde bile, biraz uzakta nasıl bir kaos ve yığılma olduğunu bilmek insanı yoruyor. O yüzden sevelim mi, kaçalım mı, ona mı kendimize mi yanalım bilemediğim duygulara sürüklüyor beni. İşte İstanbul’a  uyanmak böyle bir şey. İnsanı her an hazır, nazır ve gerili bir yay gibi odaklı yapan bir kente uyanmak…"



Şebnem Altuntaş "Ben Uyanırken" 65x150 cm, Tuval Üzerine Akrilik Boya, 2012

3 Ekim 2012 Çarşamba

Oyun oynar mısınız?

Güzel şeyler oluyor, kötü şeyler de. Olanca kötü şeyin arasında, aklımıza mukayyet olmak gün geçtikçe zorlaşıyor, bunu biliyorum. Ama karamsar bakmanın ve peşi sıra yaşamanın da, ne kendimize ne de yaşam bahçemize bir faydası olduğunu da düşünmüyorum. Aslında dipte olmak ne kadar afilli görünse de (evet edebiyata da pek yakışır) en kolayıdır aslında. Kesinlikle ahkam kesmek değil amacım, gayem az önce not defterime düşen düşünce balonlarını buraya da geçirmek.

Ne diyordum, dip diyordum evet... Size çocukluğumdan beri yaptığım, ara ara yapacak takatim hiç kalmasa da yapmak için çaba gösterdiğim küçük oyunumdan bahsedeyim. Bu güzide oyunum hangi ara çıktı çok anımsamıyorum ama iyi ki de çıkmış diyorum, acılar erken katmerlenince oyunbaz mı oluyor insan ne... 
İşte oyunun kuralsız kuralları:

Son gezentiliğimde 71 yaşındaki Malezyalı bir amca ve kızıyla tanıştım, aynı yerde kalmamız dışında sanırım hayata bakışımızın da denk olması sohbetlerimizi koyulaştırdı. Amca'nın beni bugün Facebook üzerinden arkadaş olarak eklemesi ve hala tatlı bir iletişimde olmamız, Kapadokya'da yaptığımız sohbetler ve içtenlikle anlattığı Tai chi felsefesi ve hareketlerinin bana verdiği mutluluğa 10 puan veriyorum misal.

Yollarda köpek - kedi gördüm mü, hele de bakışıp koklaştım mı, iyi olduklarına inandım mı; ver oradan da bir 10 puan!

Festival zamanı mı, peşinen yaz 10 puanı! İzlediğin her iyi filme de çek 2 puan, çarp film sayısına, etti mi sana 20-30 puan!

Yeşil mi gördün, ağaç mı sevdin, dalından mevye mi yedin, yoksa doğada mısın? 10 puan kondu bile başına!

Dostların mı var? Ohoo o, senin sırtın yere gelmez koçum, sev - kolla onları, değerlerini gani gani bil. Al bir tane daha 10 puan!

Kahkaha mı attın, sağlığın yerinde herhangi bir yerinde ürtiker vs çıkmadı mı, cildiyeci amcalar - teyzelere uzak mısın, bademciliklerin bomba olmadı, faranjitin azmadı mı? İşte 20 puan da buna...

Keyiften 4 bin köşe olduğun müzikli, incelikli, renkli bir sohbete mi daldın; oradan da çek bir 10 puan!

Sevdiğin insanlar -canlılar- sağlıklı mı? Hallice mutlular ve elzem sıkıntıları yok mu, 10 puan, ta ta ta tam!

Uzaklardan  kardeşin gelip, senin gözlerine - gönlüne sözleriyle değerler biçip güzellikler mi kattı, tak koluna 10 puanı daha...

Az önce Knut Hamsun ve masalcı Andersen'den "İstanbul'da İki İskandinav Seyyah"ı okurken yolculuğa çıkmanın yaşamak olduğunu bir kez daha anladığında da yine bir 10 puan daha sana...

Bak ne kadar puanın oldu değil mi? Yaz yaz, say say bitmez bu puanlar! Gerisini de koy ver gitsin zaten...



1 Ekim 2012 Pazartesi

30 Eylül 2012 Ölüm Yasasına Hayır Yürüyüşü

Dün, on binlercemiz patili dostları için yürüdü! Kalabalık ve gençlik umutluydu, umutlandırıcıydı...


Benim görevim de büyüktü, ben iki kişilik yürüdüm. Dostum, rahatsızlığından gelemedi (hoş tutmasak gelecekti de) gelseydi de zaten yürüyemezdi, biliyorum evde içi gitti ama o da kalpten desteklerini kat be kat gönderdi. Onun için de alkış tuttum ve yürüdüm, şahitlerim var görevimi iyi yaptım, işte ödevim olan pankart fotoğrafları da burada.

Son söz: Ölüm Yasasına Hayır!