27 Kasım 2012 Salı

Sevgi Karay: "Başarı, içindeki yaratıcı enerjiyi dışarı çıkarabilmek, hayal ettiğin şeyleri üretebilmek ve ürettiğin şeyden mutlu olmaktır."

Sevgi Karay'ın heykellerine baktığınızda okyanusun zeminindeki ışıksız ve gizemli ortamda yaşayan mikro organizmaları, toprağın derinliklerinde varlıklarından kimsenin haberdar olmadığı sürüngenleri görür gibi oluyor ve düşünüyorum. Evrenin bilinmezliği karşısında aslında ne kadar da çaresiziz... Ve küçücük dünyamızda birbirimize nasıl da sevgisiz ve düşmanca davranıyoruz. Neyse... Konumuz Sevgi Karay.

Sevgi Karay heykellerinin malzemesi nedir?
Çalışmalarımın malzemesi ağırlıklı olarak metal. Heykellerimde demir kullanıyorum.

Heykellerinizin dinamik ayrıntıları ve kıvrımlarına baktığımda sizin kadar zarif ve minyon bir kadının demire sözünü geçirebilmiş olmasına hayran kalmamak mümkün değil. Çalışmak için neden bu kadar sert bir malzemeyi seçtiğinizi sorabilir miyim?
Demir malzeme aslında sert görünen ama kolay çalışılan bir malzemedir. Ahşap, taş gibi diğer malzemelere göre çalışması çok daha kolay. Sert bir malzemedir ama huyuna giderseniz size hemen cevap verir. Ateş ile calışmayı seviyor oluşum da niçin demir kullandığımı açıklıyor. Kaynak yaparak demirleri birbirine eklemekten çok zevk alıyorum. Bana göre bir diğer olumlu özelliği de çabuk sonuç alabilmem. Sabırsız bir yapım var. Bu yüzden de demirin çabuk ürüyor olması benim mizacıma daha uygun...

Heykellerinize konu olan bu yaratıklar size nereden nasıl ilham oldu?
Bu yaratıklar doğanın her yerinden çıkıyor. Özellikle deniz canlıları, böcekler, fosiller bana onları çağrıştırıyor. Denizin yumuşaklığı, kıpırtısı içindeki gerilimi demirle vurgulamak istiyorum. Zıtlıkların birlikteliği ve her alandaki gerilim benim ilgi alanıma giriyor.

Boyutları da zor bu heykellerin. Nerede üretiyorsunuz? Nerelerde sergileniyorlar?
Evet büyük işler çalışmayı seviyorum. Heykellerimi Sanayi Mahallesi'ndeki atölyemde ekibim ile birlikte çalışarak üretiyorum. Galeri ve müzelerde sergileniyorlar. Dirimart'ta, Galeri Artizan'da kişisel sergiler açtım. Şu anda da Elgiz Modern Sanat Müzesi terasındaki sergide bir heykelim var. Şubat 2013 sonuna kadar orada görebilirsiniz. Müzenin mekanını da daha önce gitmediyseniz görmenizi tavsiye ediyorum kesinlikle.

Sevgi Karay (sağ başta) Elgiz Teras Sergisi
açılışında heykeliyle...
Evet biliyorum Elgiz'i. Yakında bir röportaj da onlarla yapacağım. Başka nerelerde olmasını isterdiniz çalışmalarınızın?
Parklarda, dış mekanlarda, genis alanlarda olmalarını isterdim. Bu tip çalışmaları belki birgün meydanlarda görebiliriz hep beraber...

İnşallah... Belki bir gün... Meydanlarımıza modern heykeller yerleştirecek estetik ve bilinç düzeyine gelebiliriz... Heykellerinizin yanı sıra art-objeler de tasarlıyorsunuz değil mi?
Evet heykellerimin yanısıra mimari dekoratif elemanlar ve hediyelik eşyalar da tasarlayıp üretiyorum. Les Ottomans Oteli'nin kapıları, gazebosu, bina giriş sundurması, merdivenlerinin bir kısmında olduğu gibi.. Yeditepe Üniversitesi'nin ana giriş kapısı, iç kapıları, korkuluklarını da örnek verebilirim. Birçok özel konut için sanat izleri olan fonksiyonel mimari elemanlar ürettik, üretmeye de devam ediyoruz. Öte yandan Beymen'in kurumsal hediyelik eşya koleksiyonlarının tasarım ve üretimini de geçen seneden itibaren biz yapıyoruz. Bir İngiliz markası ile de yeni el sıkıştık, dekoratif  objeler koleksiyonunu tasarlayıp üreteceğiz bu yıl...

Sanat objeleriniz Zekeriyaköy Sanat Grubu ile yapacağınız "Sanatsal Şeyler" Sergisi'nde de yeralacaklar sanıyorum...
Evet. 14-31 Aralık tarihleri arasında Zekeriyaköy'de Robert's Café'de 23 tasarımcı hep birlikte çalışmalarımızı sergileyeceğiz.

Ufukta başka neler var?
Ufukta her zaman çalışmak ve üretmek var.

Sanat ve mutluluk arasında bir ilişki görüyor musunuz?
Sanat ve mutluluk arasında elbette müthiş bir ilişki var. Sanatın verdiği haz var.

Başarının tarifi nedir sizce?
Başarı, içindeki yaratıcı enerjiyi dışarı çıkarabilmek, hayal ettiğin şeyleri üretebilmek ve ürettiğin şeyden mutlu olmaktır benim için.

Sekiz yaşındaki kızınız da sanata ilgili mi? Nasıl bir eğitim alıyor?
Kızım Almıla, Açı İlkokulu'nda okuyor. Babası da heykelci olduğundan çok yaratıcı ve kabiliyetli bir çocuk. Güzel grafik çizimler yapıyor, ellerini çok iyi kullanıyor. Okuldan kalan vakitlerinde atölyede kendi tasarladığı bir ürünü sonuna kadar götürebiliyor. Üç boyutlu hale getirilme sürecini bizzat kendi yaparak (tabii yardımımız ile) yaşayıp görüyor. Bu da bu yaşta şanslı bir durum onun gelişimi açısından...

Almıla'nın 4 yaşında koca bir loft'da yaşadığı dönemlerde tanışmıştık sizinle. Dün, bugün hep bir tasarım ve üretim ortamında büyüdü... Güzel bir eğitim aldı. Bence komple bir sanatçı yetişiyor...
Teşekkür ederim...

Sanatın, çocuk eğitimindeki yeri, şekli, dozu ne olmalı  konusundaki görüşlerinizi aktarır mısınız?
Sanatin cocuk gelisimindeki yeri çok ama çok onemli. Gelişiminde çocuğun kendi özgün ve özel yaratıcılığını, kimliğini  bulabilmesi için sanatsal aktivitelerin çok olmasından yanayım. Kimliklerinin açığa çıkabilmesi için bol çalışma ve her türlü malzeme ile haşır neşir olmalı çocuklar...


İstanbul’da yaşamaktan mutlu musunuz?
İstanbul'da yaşamaktan mutluyum. Bu şehri tüm gerilimlerine rağmen çok seviyorum. İstanbul geçmişinde barındırdığı müthiş tarihi, zengin kimliği, ortasından geçen denizin getirdiği ferahlığı, zerafetiyle çok  ama çok güzel bir şehir. Kentsel dönüşüm adı altında yapılanları, yapılması planlanan projeleri  düşündükçe çok üzülüyorum. Bu şehrin tarihi geçmişini, zarifliğini hiç ama hiç hissetmeden hoyrat darbeler indiriliyor.

İstanbul ile ilgili hayal projeniz nedir?
İstanbul'da kendi işim ile ilgili etrafta, meydanlarda çok heykel görmek isterdim. Avrupa ülkelerinde Amerika'da neredeyse her yerden bir heykel çıkıyor karşınıza... Güzel İstanbul'umuz bu bakımdan maalesef  çok zayıf...

İstanbul’u beş duyunuzla anlatın desem nasıl anlatmak istersiniz?
Gözümün önüne Boğaz'ın Rumeli yakasının gece görüntüsü geliyor... Gece bütün çirkinlikleri örtüyor. Burnuma  simit kokusu... Yıllanmış şarap tadını alıyorum İstanbul'dan... Kulağıma  tasavvufi geçmişinden süzülen bir ney sesi geliyor. İstanbul'u kadife gibi hissediyorum. Suyundan olsa gerek. Su... evet. İstanbul 24 saat akan bir şehir. Su gibi...

18 Kasım 2012 Pazar

İstanbul'u sahiplen!

Her yeni gün, İstanbul'u İstanbul yapan nadide şeyler hakkında "garip" haberler duyuyoruz. Ormanlar, Taksim, Emek, AKM, Tarihi yarımada, Haydarpaşa, Port çılgınlıkları, kentleşme hareketleri (!) vs. Son günlerde de Muammer Karaca Tiyatrosu... Statik (!) nedenlerle Beyoğlu'nun son kalan tiyatro sahnesine de elveda deme vakti gelmiş. Yerine hangi şık mağaza, hangi otel olur bilemiyorum, AVM için yeri küçük.

"Büyük şehrin, büyük nüfusun getirdikleri işte" deyip geçmek çok kolay ama durum kesinlikle böyle değil ve bunu hepimiz biliyoruz. Bunu burada uzun uzadıya anlatmak yersiz, AVM, otel, konut, ofis ihtiyaçlarımızı tartışmak başlı başına abest! Kısacası mutluluk fabrikaları (!) sarıyor her yanımızı!

Tam da bunları düşünürken arkadaşım Hakan'ın çizimi geldi aklıma, kendisi de gerçek bir İstanbullu! Hani şehri için düşünen, olumsuzluklar karşısında sesini çıkaran duyarlı birisi. Çizimi işte aşağıda:
Çizim: Hakan Güven
Le Cool'un da kapağı da olan bu çizim şöyle çıkmış: "... TV'de ABD'deki Occupy olaylarıyla ilgili bir haber izledim ve bir anda kafamda bu resim belirdi. İstanbul'da yaşayan herkese İstanbul'u sahiplen! demek istedim."

"İstanbul'u sahipleri belli, biz ne yapabiliriz?" dediğinizi duyar gibiyim. Biz öncelikle bu durumlar hakkında etrafımızdakileri haberdar edebiliriz. Bunu sözle, yazıyla, çizimle, müzikle, sosyal medya sayesinde paylaşımlarımızla yapabiliriz. Buna dair düşüncelerimizi oraya buraya yazabilir, hakkında sergi, konuşma, filmlerin takipçisi olarak bilgilenebiliriz. Ayrıca, imza kampanyaları ve yürüyüşlere katılabilir sesimizi biraz daha çıkarabiliriz. 

Emsalleriyle kıyas kabul etmez bir tarihin üstünde oturduğumuzu bilerek ve bu kültürel varlıklarımızla bizden çok yabancı turistlerin ilgilendiğini bilmek çok üzücü. Şehrinle biraz ilgilen, geçmişin izleri olan sokaklarında dolaş ve İstanbul'u tanı. Aslolan sahiplenmekse, buyur buradan başla... Tanı, bil, sahiplen ve korumak için ses çıkar!


5 Kasım 2012 Pazartesi

Heybeliada'da Keşif

"Bugün hayatımın en güzel günlerinden birini yaşadım" diye başlamışım bu yazıya ve orada da kalmışım. Sözlerimin yetmeyeceğini anladığım an, fazla da uzatmadan yazıya son vermişim, sanırım birazdan da aynı şey olacak :)

Geçen hafta biriciğim Burgazada'ya ihanet ederek  (Ada vapuru Burgazada'da durunca içim bir hoş olsa da) benden keyifli iki dostumla Heybeliada'ya gittik. Günün sonunda, yüzümüzde keyif gamzeleri "bir keramet varmış ki, yönümüz oraya çevrilmiş" demeden kendimizi alamadık.

Heybeliada Ruhban Okulu koridorları...
Aya Triada Manastırı ve akabinde Heybeliada Ruhban Okulu'na girebilmek, sınıflarını gezebilmek, bahçesinde dolaşmak gezimizin en harika saatleriydi diyebilirim. Yıllardır tadını unuttuğumuz lüferleri, balıkçılardan alıp, onlar gibi balıkçı iskelesinde hatta resmen denizin içinde yiyebilmek de bizler için keyif sarhoşu hallerin ta kendisiydi. Pek tabii, patili ada sakinleri de görüldü, sevildi, hatta iki tanesi vardı ki resmen bizi ada boyunca takip etti. Hulasa, keyifli, mutlu ve keşif dolu bir gün yaşadım. Sözlerime burada noktayı koyarken, Heybeliada semalarından fotoğraflara dalıyorum.

Ona göre!
Kapısının küçük penceresinden çekebildiğim Heybeliada Ruhban Okulu kitaplığı.
Sınıftaki tek düzgün fotoğraf, varın içini siz düşünün...
Heybeliada Aya Triada Manastırı
Aya Triada, bahçedeki çanlar.
Aya Triada, güneş saati
Heybeliada'dan Büyükada...
Keyif zamanları

1 Kasım 2012 Perşembe

Deniz Tunç, Chacun de ses designs est une œuvre d’art…

Ce texte est en ligne dans lepetitjournal.com d'Istanbul


Nous sommes au showroom Nişantaşı de Deniz Tunç, C'est mon tour de faire maintenant un reportage avec elle dont je suis l’attachée de presse depuis une douzaine d’années. Designer d’intérieur, d'objets et de mobilier, son bureau est plein de dessins et de crayons.

Elle est toujours en train de dessiner et d'expliquer ses croquis à ses maitres d’atelier. Elle est une personne productive, discrète qui travaille et étudie beaucoup. Tous son personnel partage cet avis qu’elle est très exigeante, perfectionniste et persistante dans ses créations.

Vos lampes ont beaucoup de succès parmi vos créations. Comment l'expliquez-vous?
Toutes mes lampes ont une âme, une histoire. Elles ne sont pas industrielles. Mes créations sont perçues comme des objets d’art, grâce au travail manuel fait sur eux, leur texture et structure sculptural qui leur donne un côté “vécu”… Je crois que c’est pour cela qu’on les aime. Moi en tout cas je les aime à cause de ça...

Moi de même! Quels sont les objets que vous avez le plus vendu?
Le lampadaire Çintemani et le lustre Saltanat sont les préférés et plus vendus parmi mes designs; Je peux ajouter les appliques Hilal et Sadabat aussi… 


Certaines de vos créations sont imitées …
Malheureusement… Mais vous savez les copies subliment les originaux…

Pourriez vous nous parler un peu de la période qui a suivi vos études? Comment avez-vous démarré dans le métier de créatrice d'objets et de mobilier?
J’ai étudié les Arts de la Scène à Mimar Sinan Université des beaux arts. J’ai commencé ma vie professionnelle comme créatrice de costumes et des décors pour le cinéma et des pubs.

j’étais curieuse du monde de la mode. J’ai ensuite suivi un programme de Master qui portait sur le design industriel.

J’ai préparé quelques collections pour des marques de mode. Mais, surtout, ce que je voulais c’était créer des atmosphères où les gens aimeraient vivre. En partant de la notion académique de l’importance d’éclairage sur la scène j’ai commencé à faire des décors pour le monde du show business. Petit à petit j'ai commencé à créer des designs d’intérieur pour les maisons, les bureaux, les hôtels et restaurants. J’ai imaginé et réalisé plusieurs environnements… 

En 2000 j’ai décidé d’ouvrir un showroom à Nişantaşı sur la rue Güzelbahçe où je pourrais exposer toutes mes créations de lampes, meubles et accessoires. Mon premier showroom m’a permi d'être visible de tous et m'a apporté une bonne réputation. À notre 10ème anniversaire nous est passés sur la rue Abdi İpekçi où on est présents aujourd’hui avec mon équipe. 

Votre showroom est grand, plus de 200 m2. Comment vous réussissez à créer cette atmosphère? Je crois que la réponse est dans la description que vous faites de votre métier, “Conseiller d’Ambiance”…
Oui. Je me présente comme conseillère d’ambiance. C’est une réussite technique de pouvoir créer un espace qu’on nous commande… Une espace vivable, chaud ou froid… des objets qui se réunissent dans un espace avec une spontanéité, une harmonie et caractère, c’est la réussite du conseiller d’ambiance.

Suivez-vous la mode? Comment vous influencez-vous des tendances?
On est contre le temps… Au-delà du temps… Je fais des efforts pour ne pas me laisser influencer par la mode. Je suis les tendances seulement pour pouvoir inclure mes designs dans le quotidien.

Etes-vous contre la globalisation?
Je ne suis pas contre la globalisation. Je suis contre la monotonie qu’elle crée. Je veux offrir au monde du design des nouvelles alternatives influencées par ma culture orientale.

Chacune de vos collections a une histoire. Comment naissent-elles? Voudriez vous nous raconter leur aventure de création?
Mes premières études et recherches m’avaient offert une riche source d'information concernant les dessins sur les textiles, les pierres sculptées, les couvertures de coran en cuir, les minarets…

Ma première collection «Neo-Ottoman» a connu un grand succès. Son nom est devenu le nom de mon style.
Ma deuxième collection s’appelait “Les Réflexions du règne”. Les formes connues du passé se reflétaient à la géométrie et à l’asymétrie de mes créations.

Sur les tables, les canapés, les paravents, les lampes, les lampadaires, les lustres et les armoires on apercevait la splendeur et la richesse du palais, l’élégance, et le grand soin de la main d'œuvre. Chaque pièce de la collection apposait sa signature dans l'espace.

On dirait que le nom de vos lampes réfèrent à la mémoire du palais… Que signifie ces noms?
"Harem" c'est le nom de l'espace privé réservé aux femmes dans le palais Ottoman,
“Mühür” signifie selle,
“Saltanat” veut dire le règne,
“Sadabad” est le nom de la côte de la rivière où se promenaient des princesses,
“Şehzade” est le prince Ottoman,
“Şems” le soleil,
“Çintemani” est le nom d’un dessin de faïence composé de trois points,
“Hürrem” est un des noms des mères de princes,
“Hilal” est le croissant de lune.

Quels sont des matériaux que vous utilisez pour la fabrication?
Mes matériaux préférés sont le bronze, le bois et le cuir. Mais j’adore le métal. J’aime chauffer son arrogance.

Lustre "İstanbul" 
Vous êtes renommée pour vos designs de lampes, lustres et lampadaires. Dans quels espaces connus sont-ils placés?
Je peux citer: Istanbul Pera Tulip Hotel, Istanbul HSBC Bank Executive Departments, Istanbul Lütfi Kırdar Centre International des Congrés, Istanbul Park Hyatt Hotel, Istanbul Çırağan Hotel,

Istanbul Sheraton Hotel, Istanbul Four Seasons Hotel, Istanbul Ritz Carlton Hotel, Istanbul Swiss Hotel The Bosphorus, Zabeel Saray Hotel à Dubai, Ambassade Turquie Dubai, Kazan Restaurant à Londres, Moscou Rixos Royal Spa Hotel, Izmir Robinson Select Maris Hotel, Izmir Grand Efes Hotel, Izmir Swiss Hotel, Izmir Paloma Pascha Hotel, Izmir Ilıca Hotel etc…

Vous avez appelé l'un de vos lustre “Istanbul”. Pourquoi?
Les boules de verre représentent la mer et les croissants symbolisent les dômes des mosquées.

Quel est votre quartier préféré à Istanbul?
Galata est l'un des vieux quartiers que j’aime le plus et qui a conservé ses mosquées, synagogues et églises…

Les vieux bâtiments, la tour, les hammams, fontaines... Peut être que la raison de ma sympathie pour Galata est le sens de son nom qui signifie “le chemin qui va vers la mer” La mer qui est mon nom en Turc.

Qu’est-ce que vous aimez à Istanbul? Et vous n’aimez pas?
Istanbul est le symbole de la diversité. J’aime la complexité qui rend la ville plus riche et mystérieuse. J’aime ses gris. J’aime les couleurs du Bosphore qui passent en son milieu. Mais je n’aime pas le chaos qui détruit son esthétique, son mystère et sa riche texture historique…