29 Ağustos 2014 Cuma

Can Yücel'e ait olmayan "Herşey Sende Gizli" metni, lise ikinci sınıf kitaplarına Can Yücel şiiri diye girmişti bir ara...

İnsanların kopyacılık ve kolaycılıklarına kızmışımdır öteden beri... Şiir yazamıyorsun bari yazılmışları kirletme! Sahte Can Yücel şiirlerinin basitliğine de güler geçerim..

Önce bir şiir Can Yücel'den...

FINDIK FARESİ BÜYÜDÜKÇE
TAVANARASI KÜÇÜLMÜŞ,
FINDIK KADAR KALINCA TAVANARASI
FINDIK FARESİ ÖLMÜŞ

Kafka'nın "Fare" öyküsü üzre,
Gözüme nasıl büyük görünürdü
Şu Sirkeci Garı'nın lokantası!
Sekiz-on yıl kapalı durup yeniden açıldığında
Gittim baktım ki götiçi kadar kalmış
O hangar gibi yer...
Garsona sordum: Niye küçülttüler, dedim burasını?
Yok, amca, dedi, dokunmadılar hiç enine boyuna.
Siz fazla şişmanladığınızdan, size öyle geliyor.
Doğru dediği belki de... (Üstelik garson Kafka'nın 
gençlik resimlerinden birine pek benziyordu.)
Ola ki yaşlandıkça, yaşlanıp şişmanladıkça,
Hiçdurma küçülen bu zemin-vatan ve tavan arasında
Dönmüşümdür ben de Kafka'nın faresine...
Yarın, meselâ, orta yerimden çatlasam ne lâzım gelir?..
Yine de içimden bir ses: Sen sen ol! diyor,
Kafka'nın öyküsündeki fare emsal,
Cirit oyna oynayabildiğin kadar,
Bulduğun neyse mekân!
Ellerin, ayakların ve çükünle değilse de,
Hâlâ genç kalan aklınla koşmaca oyna,
Duvarlara vursan da başını,
O tavanarası kadar kaldığında cürmün ve cirmin,
Ölmek ki senin başlayıp da bitiremediğin
allah bilir kaçıncı bin şiirin...
                                                      

Sahte Can Yücel şiirlerini Prof. Semih Çelenk ile konuştum:

Saptadığınız sahte Can Yücel şiirlerinin sayısı nerelere ulaştı?
Bu çalışmayı yaptığımda 31 tane metin saptamıştım. Metin diyorum, çünkü bunların bir kısmı şiirimsi metinler. Şiir diyemeyiz. Aslında hiçbirine şiir demek mümkün değil. Uyaklı, ağlak, ama filozofça laflar etmekten de geri durmayan, algı düzeyi çok düşük metinler. Sağda solda yeni metinler görüyorum. Bunları da önümüzdeki günlerde eklemek istiyorum yaptığım listeye. Örneğin son günlerde yine Can Yücel imzasıyla "Şair Kadınlar" diye bir metin dolaşıyor. Büyük ihtimalle bu da sahte bir metin. 

CAN YÜCEL'E AİT OLMAYAN ŞİİRLER LİSTESİ:
1.Bağlanmayacaksın
2.Kadın Dediğin
3.Erkek Dediğin
4.Seninle Olmanın En Güzel Yanı
5.Anladım
6.Herşey Sende Gizli
7.Eğer
8.Herkes Gitmek İstiyor
9.Sevdiğin Kadar Sevilirsin
10.Sağlık Olsun
11.Tam zamanında Yaşamak (Yaşamak Zamanı)
12.Tersten Yaşamak
13.Biraz Değiştim
14.Bir gün Anlarsın
15.Gitmek
16.Seninle Yaşlanmak İstiyorum
17.Asla Keşkelerim Olmadı
18.Özledim Seni
19.Bilmelisin ki
20.Aşk
21.Boşver ve Yaşı Başı
22.Olmuyorsa Zorlamayacaksın
23.Ben Benden Olgun İnsan İsterim Karşımda
24.Öyle Sabah Uyanır Uyanmaz Fırlama Yataktan
25.Farkında Olmalı İnsan
26.Bir Eşi Olmalı İnsanın
27.Unutma
28.Sevgi Emekmiş
29.Özleme Dair (Kim Özlerdi?)
30. Ömür Dediğin Bir Gündür O da Bugündür
31.Aşk Ayakkabı Gibidir
32.Rakı İçen Kadınlar
33.Ateş ve Su
34.Ülke Bölünsün İstiyorum
35.Kadınım Ben
36.Senin İçin Yasak Dediler
37.Bayram Şiiri
38.Dostlar Irmak Gibidir
39.Öye Bir Hayat Yaşadım ki
40.Bir Yolun varsa Gidilecek

Hayat dersi kıvamındaki yazılarını Can Yücel'e yakıştırmalarının nedeni ne olabilir sizce?
Öncelikle şöyle bir tip yarattılar. Piyasa belki de böyle tiplere ihtiyaç duyuyor. Can Baba, elinde sigarası ve içki kadehi ile, alayına düz giden ve hayat hakkında filozofça, guruvari laflar eden yaşlı ve bilge kişilik. Sanki hiçbir politik yanı yok. Sanki onlarca çeviriyi o yapmamış. Şiir sanatıyla boğuşup büyük şiirler yazmamış gibi. Bu metinleri dolaşıma sokanlar ya da bu metinleri bulup altına Can Yücel imzasını çakanlar bizim bilmediğimiz ama yaygınlıkla öyle bilinen bir Can Yücel imgesi ve üslubu oluşturmuşlar. Şu an herkesin bildiği.. bu hayali, sahte Can Yücel. Bildiğiniz gibi Şarlo benzerleri yarışmasında Charlie Chaplin dereceye girememişti. Korkumuz şu ki, biz gerçek Can Yücel'i bu patırtıda kaybedeceğiz.


Gerçek olanları dururken sahtelerine yönelmeleri insanlarımızın kolaycılık, tembellik ve cehaletleriyle açıklanabilir mi?
Evet, bunlar önemli nedenler. Cahillik. Kolaycılık. Tembellik. Ama bunun da ötesinde kaynak gösterme zorunluluğu hissedilmemesi ya da bilgiden kuşku duyma içgüdüsünün olmaması bir sorun.. Aslında yayınladığınız, paylaştığınız şiirlerin metinlerin kaynağını kontrol etseniz ve belirtseniz böyle bir sorun olmaz. Ben bu şiir Can Yücel'in değil dediğimde, "O zaman kimin olduğunu söyleyin." yanıtları alıyorum. Ben ne bilirim kimin olduğunu? Sadece Can Yücel'in olmadığını biliyorum..

Can Yücel şiirlerini ayırt edici en önemli özellikleri nedir?
Sahte Can Yücel şiirleri de, yukarda değindiğim gibi bir üslup geliştirdiler. O yaşlı, ayyaş, bilge adamın ağzından dökülen lafların hepsinin bir üslup bütünlüğü var aslında. Bayağı, kolay, arabesk, ağlak, akıl veren, ahkam kesen, sulu gözlü, içki masası rahatlığında okunan metinler bunlar. Ben herhangi bir şiirin Can Yücel şiiri olmadığını anlarım. Ama bu şiirler sayesinde ikinci bir uzmanlık daha geliştirdim. Bu da sahte Can Yücel şiirlerini anlayabilme. 

Sahte Can Yücel şiirlerini yayınlamış, okumuş, yazmış üst düzey yanlışlıklardan en affedilemezlerini paylaşır mısınız? Kim, nerede, nasıl?
O kadar çok ki. Saymakla bitmez. Örneğin youtube kayıtlarında Oktay Kaynarca'nın ve Selçuk Yöntem'in okuduğu videolar var. Bu şiirleri ünlü isimlerin okuması bu metinlerin tehlikesini bir kat daha arttırıyor. Çünkü legalize oluyor, alenileşiyor, adeta tescil edilmiş oluyor. "Herşey Sende Gizli" şiiri lise ikinci sınıf kitaplarına girmişti bir ara. Yılmaz Özdil ve Nazlı Ilıcak yazılarında kullandılar. Bakanlar ve Başbakan bu sahte şiirleri duvarlarına asmışlar. Daha bunun gibi birçok örnek var. Ben sosyal medya ortamında kırk senelik edebiyatçıların bile bu hataya düştüklerini görüyorum. Hakikaten de üzücü bunlara tanıklık etmek.


Sizin bu değerli çabanız nasıl, ne zaman başladı?
Benim bu çabam bir Can Yücel okurunun vicdan azabıyla başladı diyebilirim. Vefatından önce İzmir'de, Torbalı'da, Salihli'de değişik nedenlerle sohbet etmişliğimiz vardır Can Baba ile... Onun şiiri üzerine iki tane yazım var. Ve dediğim gibi otuzbeş yıllık sadık bir okuruyum. Okumadığım yayınlanmış şiiri yoktur. Zamanı hatırlamıyorum ama artık bu şiirleri görmekten bıkkınlık geldiği bir gün, "Bu bir cinayet. Ve her gün işlenen bir cinayet. Birşey yapmalıyım" dedim ve harekete geçtim. Bu mücadelede çok güzel destek mesajları ve teşekkür mesajları alıyorum. Can Yücel okurlarının ne kadar üzüldüklerini, kahrolduklarını görüyorum. Bir şey yapılmalıydı. Başlattık. Bu bir tek kişinin mücadelesi olamaz. Topyekun çalışılmalı. Uyarılmalı. Yaptığımız sahte şiirler listesi kullanılmalı. Kontrol edilmeli. Ve tabii ki Can Yücel kitaplarının yaygınlığı sağlanmalı. İnternet üzerinde tabii ki sevdiğiniz şairleri paylaşın. Paylaşın ama şöyle bir zahmete de girin. Kitaptan yazın ve altına kaynağını belirtin.


Can Yücel'in yanısıra Özdemir Asaf'ınkilere de rastlamıştım... Şiirleri tahrif edilen ya da sahteleri türetilen başka şairler de var mı?
Bu sahte furyasından nasiplenen o kadar çok yazar ve şair var ki... Can Yücel mücadelesi simge bir mücadele oldu burada. Özdemir Asaf, Cemal Süreya, Mevlana, Shakespeare bunların en önde gelenleri. 

Ne gibi önlemler alınabilir?
Umarım bu isimleri iyi bilen dostlarımız da bu isimler için bir sahte metinler araştırması yaparlar ve yayınlarlar da, bizim de elimizde kontrol edeceğimiz bir listemiz olur. Ben sonuç olarak hep kitabı tavsiye ediyorum. Kitaptan okuyun ve kitaptan kaynak göstererek paylaşın. 


Semih Çelenk 
1965 yılında İzmir’de doğdu. İlk orta öğrenimini İzmir’de tamamladı. 1989 yılında DEÜ Sahne Sanatları Bölümü’nden mezun oldu. 1991’de yüksek lisans ve 1997 yılında doktorasını bitirdi. 2001 yılında Doçent, 2007 yılında Profesör oldu. Halen DEÜ Sahne Sanatları Bölümü’nde Öğretim Üyesi olarak çalışmakta, lisans düzeyinde “Yazarlık”, “Uygulama Dramaturjisi”, ”Dramaturji Araştırmaları”; lisansüstü düzeyde “Performans Sanatının Tarihi” ve “Tiyatroda Marjinal Biçimler” derslerini vermektedir. 

2007-2010 yılları arasında DEÜ GSF dekanlığını yaptı. Şiir, oyun, yazı, inceleme ve çevirileri Şarköy Sanat, Edebiyat-Eleştiri, Gölge Tiyatro, Yeni İnsan, Özgür Gündem, Agon, Tiyatora, Siyah-Beyaz, Evrensel Kültür, Express, Yaratı, Yeni Politika, İkikalas Birheves, Kuvayı Sahne, Wesvese, Şiir Kent, Arka Bahçe, Sınırda, Kirpi Şiir, Cumhuriyet Kitap, Varlık, Hayal, Yasakmeyve, Tiyatro Gazetesi gibi dergi ve gazetelerde yayınlandı.  

2012 yılında Balıklıova köylüleriyle Balıklıova Köy Tiyatrosu’nu kurdu. Bugüne değin birçok özgün, çeviri ve uyarlama oyunu sahnelendi. 1993 yılından başlamak üzere bugüne değin 30’u aşkın oyun sahneledi.

2005 yılında Nacar ile Serkisof dosyasıyla İsviçre Hastanesi Şiir Ödülü’nü kazandı. Heccav Yahut Şair Eşref’in Esrarengiz Macerası adlı oyunuyla 2009 yılında Ankara Sanat Kurumu En İyi Oyun, 2010 yılında Asaf Çiyiltepe ve 2012 yılında Karabağlar Belediyesi Mizaha Katkı Onur Ödülü aldı. 2011 yılında sahnelediği Uğur Mumcu’nun “Sakıncasız” adlı oyunuyla Uğur Mumcu Ödülü’ne değer görüldü.

Kitaplaşmış çalışmaları: 
Sokaktaki Tiyatro (İnceleme 1992), Yüzsüz (Dario Fo’dan çeviri 1994), Ezilenlerin Tiyatrosu (Augusto Boal’den çeviri 1994), Redd-i İthal (Toplu Şiirler 1996), Tiyatro Tarihi (Oscar G.Brocket-ortak çeviri, 2000), Barbarlar Mutludur Çünkü Tiyatroları Yoktur (Tiyatro Yazıları, 2001)İzlanda Oyunları (Vala Thorsdottir’den çeviri 2002), Kalemden Sahneye (İnceleme, 2003), Nacar ile Serkisof (Toplu Şiirler, 2006), Postmodern Zamanlarda Tiyatro (2007), Heccav Yahut Şair Eşref’in Esrarengiz Macerası (Oyun, 2009), Mutluluk Müziği (Kısa Kısa Öykü, Vala Thorsdottir’den çeviri, 2009), Deniz Bugüne Bakıyor (Derleme, 2011), Paradiso’dan Kızılçullu’ya Şirinyer (Semt Tarihi, 2011), Hurufat (Şiir, 2013), Zenâbîr (Oyun, 2013). 

28 Ağustos 2014 Perşembe

Balear Adaları ve Sardegna.. Batı Akdeniz'in muhteşem manzaralı tatil cennetleri..

Menorca
Bu yaz tatili için tercihim Batı Akdeniz’in eşsiz sularında Balear Adaları ve Sardegna Adası oldu. 

İspanya'ya bağlı Balear Adaları Bölgesi, beş büyük ada ve bir sürü küçük adadan oluşuyor: Mallorca, Menorca, Ibiza, Cabrera, Formentera... En büyüğü Mallorca. En popüler olanı Ibiza. Beni en çok etkileyeni Menorca oldu..

Bu adalara gitmek için önce İstanbul'dan Barcelona'ya ya da Madrid’e uçmanız gerek. Oradan İberia Hava yolları ile adalara geçebiliyorsunuz. Adalara İspanya'dan feribotla da ulaşmanız mümkün.
Biz hepsini bir arada görelim dedik ve gemi seyahatini tercih ettik. Önce Genova'ya uçup oradan gemiye bindik. 

Avrupa'nın en büyük kruvaziyer şirketi olan MSC (Mediterrenean Shipping Cruises) 'nin yaz boyunca her hafta adalar turu var. Gemi seyahati tercih ederseniz mutlaka balkonlu kamara seçmenizi öneririm, böylece geminiz Akdeniz'de kuğu gibi süzülürken güneş kamaranızın içine doğup, kamaranızın içinde batacak, geceleri mehtabın ışığıyla aydınlanacaksınız.


MALLORCA
Mallorca'nın başkenti Palma, Romalılar döneminde kurulmuş. Ortaçağdan kalma bu şehire denizden yaklaşırken sizi tüm görkemiyle kıyıdaki La Seu Katedrali ve Almudania Sarayı karşılıyor. Gece yat limanı manzarası müthiş. Mallorca'ya yılda 21 milyon turist geliyor.. Oldukça büyük ve kalabalık bir şehir...

Mallorca'da tatil yapmak isterseniz kendinize güzel bir koy seçip o koyda denizin ve güneşin tadını çıkarın derim. Puerto Portals, Cala Malor, Es Trenc, Magaluf, Alcudia sahilleri alternatifler. Palma’nın dar sokaklarında gezdikten sonra Plaza de Espagna'da bir kafede sangria içmeyi de unutmayın.

IBIZA
Özgürlükler adası Ibiza, her yerden, her şeyden, herkesten bağımsız,  eğlencenin doruğunda yaşayan bir ada.1960'larda Avrupalı hippi hareketinin en yoğun yaşandığı yerlerinden biriydi.

En önemli şehirleri Ibiza Town, Santa Eularia del Rui, Santa Antoni de Portmany.. 

Gündüzleri terk edilmiş ve bu dünyada unutulmuş hissi uyandıran, gün batımıyla birlikte canlanan bir yer burası...

Geceleri sabahlara kadar müzik ve şovları sokaklara taşıyor. En ünlü gece klüpleri Pacha, Privilege ve Space.. İncecik kumlarıyla ün yapmış plajları ise Salines, Bora Bora ve Santa Antoni.. Partiler akşam saatlerine doğru plajlarda başlıyor.

Bizi en etkileyen yeri Sant Antoni de Cafe Del Mar'daki gün batımından sonra İbiza Town.

Gün batımına doğru insanlar Sant Antoni'ye akın ediyor, kafelerde yer bulabilmeniz için erken gitmeniz gerek. Cafe del Mar'ın barı gün batımını en güzel seyredeceğiniz yer.

Kayalıklara ve plaja da konuçlanabilirsiniz.. Muhteşem müzik eşliğinde elinizde kadehleriniz, tekneler denize sıralanmış, güneşin batışına an be an şahit oluyorsunuz, şu ana kadar en güzel gün batımını burada yaşadım.

Ibiza Town ise geceleri hayat dolu küçücük dar sokaklarında mağazaları, bar ve restaurantları ile zamanın nasıl geçtiğini anlamadığınız, en özgür sokak şovlarına şahit olduğunuz özgür bir yer...

Sabahları sadece birkaç kafe ve dükkan açık oluyor. Bomboş sokaklarında dolanıp, kaleye tırmanabilirsiniz..

Ibiza'ya yarım saat mesafedeki Formentara Adası'nı da tercih edebilirsiniz. Şahane suları olan sakin plajlarına her saat başı kalkan feribotlar ile ulaşabilirsiniz.
MENORCA

Menorca Adası,  Ibiza ve Mallorca’nın gölgesinde kalmış gibi görünse de İspanya’nın en zengin bölgelerinden biri. Mahon Limanı, Pearl Harbour’dan sonra dünyanın ikinci, Avrupa’nın birinci en büyük doğal limanı. 6 km’ye yayılan limanı “Yellow Catamaran” turları ile gezebilir, saklı kalmış koyları, adacıkları ve tarihi binaları keşfedebilirsiniz.


Geminiz Menorca’nın başkenti Mahon Limanı’na yanaştığında tepede Ciutadella Katedrali’ni fark ediyorsunuz hemen.. Sizi kucaklayıveren sakin, dingin ve bir o kadar gizemli bu adayı keşfetmek için limandaki merdivenlerden tepe üzerine inşa edilmiş şehire tırmanıyor ve kendinizi tarihin derinliklerinde gizemli dar sokaklarda buluveriyorsunuz.


Menorca’nın neden Unesco tarafindan biosfer tabakası için rezerv alanı seçildiğini anlamanız fazla vakit almıyor. Adanın iki ana belediyesi var. Mahon (Maó) ve Ciutadella (Menorca'nın eski başkenti). 

Turistik yoğunluğun daha az yaşandığı Menorca’nın tarihi geçmişi çok zengin. Muhteşem koylarında keşfedilmeyi bekleyen gizli plajları dışında şüphesiz görmeniz gereken bir köy var :“Binibeca Vell”.. Binibeca koyunda  mimar Antonio Sintes Mercadal tarafından inşa edilen otantik  eski bir balıkçı köyü burası.. Beyaz badanalı, küçük evler arasında labirent gibi dolanan dar yollarında kendinizi çok iyi hissedeceksiniz.. Sessiz bu yolculuk boyunca her köşede şaşırtıcı birçok ayrıntıyla burun buruna geliyorsunuz..  El yapımı çömlekler ve takılar satan hediyelik eşya dükkanları çok çekici.. 

Kafe ve restoranları ise alabildiğine sessiz.. Dinlenme tatili için birebir.. Binibeca Plajı ise muhteşem bir deniz sunuyor.. Rüya gibi.. Menorca’nın özel el yapımı sandaletlerinden almadan adadan dönmeyin derim.

Akşamları tapas yemek için Mahon’da “Ses Forquilles”i, çok özel bir deneyim için “Nautic Lounge” u, en güzel yemekler için” La Mar”ı seçebilirsiniz..


SARDEGNA
Biz “Sardunya” Adası deriz ama doğrusu “Sardinya”... Sardegna, turkuvaz mavisi denizi, egzotik koylarıyla Akdeniz’in şüphesiz en heyecan verici adası. Üçbin yıllık tarihi ve cennet doğasıyla Akdeniz’in ikinci büyük adasında keşfedilecek çok şey var. Uluslararası uçak seferleri şu havameydanından yapılıyor: Olbia– Costa Smeralda Havaalanı, kuzeydeki Alghero – Fertilia Havaalanı, merkezdeki Tortoli – Arbatax Havalanı ve güneydeki Cagliari – Elmas Havaalanı.

Porto Cervo
İtalya ile Sardegna arasında feribot servisleri de bulunmakta. Feribot terminal limanları Cagliari (adanın güney sahilinde), Porto Torres (adanın kuzey sahilinde), Olbia, Golfo Aranci ve Arbatax (adanın doğu sahilinde).

Sardegna kıyıları yaklaşık 40 turistik limana sahip. En beğenilen beş plajı şöyle: elektrik mavi deniz ve beyaz ince kumun buluştuğu Spiaggia della Pelosa, kartpostal manzaralı Chia Plajı, San Teodoro, Cala Goloritze ve şemsiyesiz gidilmesi tavsiye olunmayan yüksek kumullardan oluşan Spiaggia di Piscinas.

Sardegna'nın  en güzel koylarından biri: Cala Luna koyu

Daha gemimiz Olbia Limanı'na yaklaşırken, kendimizi zümrüt yeşili sulara atmak geldi içimizden.. Gemiden iner inmez göz kamaştıran manzaralar nefesimizi kesmeye başladı. Kıyılara tepeden bakarak ilerleyerek Akdeniz’in en güzel sahili olarak bilinen Costa Smeralda'da Porto Cervo'a ulaştık..

Sottovento Restaurant'da her türlü balık ve deniz mahsullerinin en tazesini bulabilirsiniz. Saat 24.00 den sonra gece klübü oluyor.


Nuraghe, kesik koni şeklindeki yığma taş kulelerin adı..
Porto Cervo da bir diğer alternatif Cipriani Restaurant. Muhteşem bir manzaraya sahip. Yemekten sonra bir alt katta bulunan Billionaire adlı gece kulübüne inebilirsiniz.Il Pomodoro: Costa Smeralda'da sade, şık bir pizzeria.

Sardegna nın en büyük şehri Cagliari. Cagliari, Olbia’ya kıyasla daha düzenli. Kaleleri katedralleri ve çarşıları etkileyici...

Adanın gizli kalmış cennetlerinden Maddalena’ya Palau’dan yarım saatlik feribot yolculuğuyla ulaşılıyor. İrili ufaklı yedi takım adadan en büyüğü olan Maddalena' ya gitmeden Sardegna'dan ayrılmayın.
  
Unesco'nun 1997'de Dünya Mirası listesine aldığı megalitik (birbirine dayalı taşlardan oluşmuş) tarihi kalıntıların en heybetlisi Nuraghe, Santu Antine Köyü yakınlarındaki Torralba kasabasında yer alıyor.

****
Çiğdem Erkoç'un Gezi Yazıları'nın gelecek konusu:   Deauville ve Trouville



25 Ağustos 2014 Pazartesi

"Londra'dan sıkılıyorsa bir adam, hayattan sıkılmış demektir".. Yazar Samuel Johnson'a katılıyorum...

Londra, sokaklarındaki Pakistanlı, Hintli, Türk, Çinli, her milletten insan kalabalığına rağmen, İngilizliğini, görgüsünü, yaşam şekli ve medeniyetini koruyabilmiş bir şehir. 

Her gidişimde kendimi bir sonraki gidişimi planlarken bulduğum başkentin nüfusu 8,3 milyon. Yüzölçümü ise 1572 km2.

Londra'da ulaşım ucuz değil. Ancak metro ve otobüs ağı çok büyük ve son derece rahat.. Gözleri görmeyen yolcular tren, otobüs ve havaalanı personelinden önceden bildirmek kaydıyla refakat hizmeti talep edebiliyorlar. Otobüslerin tekerlekli sandalyeliler için özel donanımları da var. Metro istasyonlarında yapılan anonslara dikkat edin.. Kimi zaman bazı metro istasyonları kapatılıyor ve anons ediliyor. Trenin gelmesini nafile beklemeyin ya da kapanmış bir istasyona kadar boşu boşuna gitmeyin.

Londra'nın kült, 1958 model siyah Austin FX4 taksilerinin yerini bugün LTI TX1 model arabalar almış. Hepsi eskisi gibi siyah değil. Ancak hep ağırbaşlı ve yuvarlak hatlılar.. Taksilerin yanısıra minicab'ler de var. Aralarındaki fark taksiye sokaktan binilebiliyor, minicab'i ise ancak telefonla çağırabiliyorsunuz. Özellikle yağmurlu havalarda sokakta taksi kalmadığında..


Victorian mimari
Tuğla cepheli küçük bahçe girişli evleri, kırmızı otobüsleri, kırmızı telefon kulübeleri ile vintage kartpostallar tadında minyatür bir şehirmiş gibi geliyor bana.. Belki de diklemesine değil, uzunlamasına yayılan bir şehir olduğu için..Sıra sıra evlerin hepsi aynı yükseklikte..


Notting Hill, South Kensington, Mayfair ve Maylebone'da  (ahırdan bozma) mews tipi evler ağırlıkta.
Banliyölerinde cottage tipi evler, 
Hammersmith, Fulham, Ealing, Hamsptead'de cumbalı Victorian mimari evler var.
Georgian mimari

Marylebone ve Bloomsbury'de ise Georgian mimari evler yaygın..  
Cottages

Evlerin girişlerinde mini bahçelerdeki çiçeklere bakarak evsahibinin zevki hakkında fikir sahibi olabiliyorsunuz.. 
Sokaktan baktığınızda ruhunuz şenleniyor çeşit çeşit çiçek görüntüleriyle.. Üşenmedim bir günümü bu çiçeklerin fotoğraflarını çekmeye ayırdım. Sokaklarda kaybolmak çok hoştu... Sardunyalar, kamelyalar, fuşyalar.. Allium, Lupinus, Wisteria, Rhododendron...

Emek verilmiş, ilgi gösterilmiş, estetik dizilimlerine kafa yorulmuş bakımlı çiçekler.. Ülkemizdekilere hiç benzemiyorlar.. Hani o ani bir hevesle alınıp balkonlara, bahçelere bilinçsizce yerleştirilen ve sonra da kaderlerine terk edilen zavallı çiçeklere.. Solduklarında oluşturdukları hüzünlü görüntüleri beni hep düşündürmüştür.. Sevmeyi beceremeyen bir milletiz... Sadece su, ışık ve doğru mekan isteyen çiçeklere bile ihtiyaçları olan ilgiyi gösterebilmekten uzağız...


Mews 
Çiçek demişken Londra'nın 1759'da kurulmuş, 38 bin farklı bitki türünün yer aldığı botanik bahçesi Kew Gardens'ın adını anmadan geçmek olmaz.  750 kişinin çalıştığı, 121 hektarlık bir alana yayılmış, dünyanın en eski ve en önemli botanik bahçesi Kew Gardens, Unesco'nun dünya mirasları listesinde.. 

Kew Gardens'ın düğünler için kiraya verdiği mekanları var. Özel çiçek yerleştirmeleriyle kişiye özel cennetler yaratılıyor...

"Londra'da Yapılacaklar"  listenize Chelsea Flower Show'u eklemeyi unutmayın..
Her yıl yeni çiçek türlerinin tanıtıldığı, modası geçmiş olan çiçeklerin tekrar hatırlanmasına vesile olan festival bu yıl 100. yılını kutladı. Chelsea semtindeki Royal Hospital, her yıl bahçesini bu muhteşem çiçek festivaline açıyor. 20-24 Mayıs arasında yapılan festivali bu yıl 157 bin kişi gezmiş.


Açılışı her yıl olduğu gibi kraliyet ailesi üyeleri tarafından yapılmış ve dört gün boyunca ünlü botanikçi ve çiçekçiler kendilerine tahsis edilen alanlarda bahçe tasarımlarını sergilemişler. Giriş ücreti hiç ucuz değil ve haftalar öncesinden alınması gerekiyor. Hatırlatırım..

Londra'da her mahallenin bir parkı var. Spor yapanlar, köpeğini gezdirenler, torunlarıyla oynayanlar, sevgilisiyle öpüşenler, çimenlere yayılıp kitap okuyanlar. piknik yapanlar.. Herbirinin hayatında mahallelerindeki parkın önemli bir yere sahip olduğu çok açık.

Hyde Park'ın güneybatısında 2004 yılında açılan 
Prenses Diana anıt havuzu
Richmond Park 955 hektarla Londra'nın en büyük parkı. Diğer parkların yüzölçümleri de şöyle: Regent's Park (166 ha),
Hyde Park (142 ha),
Kensington Garden (111 ha),
St. James Park (23 ha),
Holland Park (22 ha),
Green Park (19 ha)..

Yağmuru bol şehrin akciğerleri yemyeşil parklarda havuz ya da göletlerde huzur içinde ördekler, kuğular yaşıyor.. Ağaçlarında sincaplar geziniyor. Çevre sokaklarda ansızın bir küçük tilkinin salına salına önünüzden geçtiğine de tanık olabilirsiniz..



Londra'ya son gidişimde çocukların çoğunun okula üç tekerlekli scooter'ları ile gidip geldiklerini fark ettim. Minikler, böylece acelesi olan annelerine ayak uydurabiliyorlar.. Okul bahçelerine sıra sıra park edilmiş scooter'ları görmeniz lazım..

Şehrin en güzel oyuncakçısı Regent Street üzerindeki Hamleys. Dört katlı kocaman mağazanın giriş katında neşeli kıyafetleriyle genç animatörler birçok oyun ve oyuncağı uygulamalı olarak tanıtıyorlar.. Çok neşeli, cıvıl cıvıl bir mekan. Bebek oyuncakları, arabalar, legolar, el becerileri kitapları, aile oyunları, uzaktan kumandalı oyuncaklar.. Bir çocuk cenneti anlayacağınız...


Marka alışverişi seviyorsanız Regent Street ve Oxford Street’i seçmelisiniz. Tercihiniz tasarım ve özgün butikler ise King’s Road, Brompton Road, Bond Street, Conduit Street’e yönelin.

Bütün turistlerin istisnasız uğradıkları Oxford Street'deki Primark'ı ben de anmadan geçemeyeceğim. 3-5 pound'a çok sempatik günlük kıyafet ve iç giyim reyonlarından insanlar bavullarla ayrılıyor.. Tam bir çılgınlık..

Ben's Cookies
South Kensington, Covent Garden ve Oxford Street'de önünde uzun kuyruklar oluşan miniminnacık kurabiye dükkanlarına şaşırabilirsiniz. 

Londra’da ve başka ülkelerde birçok şubesi olan, Londralı'ların “Londra’nın en iyi kurabiyeleri” dedikleri Ben’s Cookies konusunda çok haklılar. Mutlaka tatmalısınız. Ben üç çikolatalı olanı, siyah parça çikolatalı ve fındıklısını, zencefil ve siyah parça çikolatalı olanları beğendim..

Gittiğiniz ülkelerin günlük yaşam biçim ve alışkanlıklarını gözlemlemeyi seviyorsanız İngilizlerin sabah kahvaltısını da denemelisiniz. Geçen sene Victoria and Albert Müzesi'ni gezdikten sonra South Kensington’ın ortasında dolanırken keşfettiğim Muriel's Kitchen'in klasik kahvaltısını (2 eggs, 2 rashers of bacon, 2 oven baked tomatoes, 2 sausages, 2 slices of toast, portobello mushroom and baked beans) önerebilirim.



Gökdelenleri sevmem ama sekiz dev shard (cam kırığı) cephesiyle The Shard, bana çok zarif göründü.. 2013’de inşaatı biten, asıl adı London Bridge Tower olan, 310 metre ile Avrupa Birliği’nin en yüksek binası Shard'ın 32. katındaki Oblix Restaurant'a saat 18.00-19.00 arasında gitmenizi öneririm. Londra üzerinde canlı Jazz piano ve soğuk pembe şarap eşliğinde güneşi batırmak gerçekten çok keyifli oluyor.

Londra'da ne yapmalı?

Londra'da yapılacak şeyler sonsuz... Samuel Johnson'ın söylediği gibi "Bir adam Londra'dan sıkılıyorsa hayattan sıkılmış demektir.."

Geçen seneki Tasarım Festivali'nden "Sonsuz Merdiven"
Her yıl açılan ve dünyanın tasarım başkenti olduğunu ilan eden Londra Tasarım Festivali bu yıl 13 - 21 Eylül arasında, farklı tasarım disiplinlerinde 300'den fazla etkinlikle Londra'nın bir çok sanat ve tasarım merkezinde açık olacak aklınızda bulunsun..

Müzeler, galeriler, kafeler, parklar, butikler, müzikaller, festivaller, kanal gezileri, tarihi binalar.. 

Londra'nın gece yaşantısının Paris'ten daha hareketli olduğunu da söylemeliyim. Soho'daki Blues Bar Ain't Nothin But..'ı ve South Kensington'daki gece klubü Boujis'i öneririm. 

Avrupa'nın en büyük kitapçılarından biri olan Piccadily'deki Waterstones'da meraklısı olduğunuz kitaplar arasında çok keyifli zaman geçirebilirsiniz. Bir diğer alternatif de 1906 yılından beri Charing Cross Road'da hizmet veren Londra'nın en geniş seçenekli kitapçısı Foyles

İngiliz Çay Saati

Beyaz keten örtüler üstünde, porselen fincanlar, gümüş demlik ve kurabiye tabakları ile servis edilen “cream tea (scones & tea)” geleneğine uyarak bir akşamüstü keyfi yapmadan ayrılmayın Londra’dan. Lüks otel salonları  ya da “tea house” lar arasından seçim yapabilmek için afternoontea.com.co.uk sitesine bakabilirsiniz. Semtlere ve mekanlara göre fiyatlarıyla birlikte çay saati seçenekleri mevcut.

Postcard Teas
Carnaby Street’te Kingly Court’ın en üst katındaki Camellia’s Tea House sıcak, romantik bir mekan.. Çayınızı modern ya da klasik değişik servis takımlarında alabiliyorsunuz. Buradan çay ve çay saati aksesuarları da satın alabilirsiniz..

Buraya gelirken Çin Mahallesi’nden başlayıp Carnaby Street’e kadar yürür, Soho’yu da gündüz vakti görmüş olursunuz. Birçok ilginç tasarım obje ve giyim eşyası satan butikle karşılaşacaksınız..

Memlekete dönerken ahbaplarınıza Londra’dan vintage kutular içinde çay götürmek isterseniz Mayfair, Dering Street’teki Postcard Teas’e uğrayın. Burada çay tadımı yaparak yeni çaylar öğrenir, risksiz seçim yapmış olursunuz. Beğandiğiniz çaylardan 50-100 gram kadar sevdiklerinizin adreslerine bu mekanın ilginç uygulaması özel posta kart ve zarfları içinde yollayabilirsiniz..  Çok iyi fikir değil mi?

Piccadilly Caddesi’ndeki Royal Academy of Arts’da (internetten rezervasyon yapıp) güncel bir sergiyi gezdikten sonra yolun hemen karşısındaki Fortnum&Mason’a geçin. Kapısından içeri girdiğiniz anda İngiliz şıklık ve zerafetinin bütün duyularınızı harekete geçireceğinden emin olabilirsiniz. Giriş katında çaylar, tereyağlı ve ballı kurabiyeler, karameller, bal ve reçeller, çay saati aksesuarları satılıyor. Fortnum & Mason'ın üst katlarında şık kadın ve erkek aksesuarları satılıyor.. Şemsiyeler, parfümler, oda kokuları, traş takımları, eşarp ve eldivenler... Alt katındaki 1707 Wine Bar’ı ben çok sevdim. Somelier'den yardım alarak bir şarap tadım menüsü seçip günün yorgunluğunu atabilirsiniz...

Londra'da Sanat

"Folies Bergeres" Édouard Manet
Somerset House'un içinde yer alan Courtauld Gallery, empresyonist ve post-empresyonist koleksiyonu ile dünyanın en güzel müzelerinden biri... 

Kurucusu Samuel Courtauld'un Fransız izlenimcilerinin tablolarından oluşan koleksiyonunu bağışlamasıyla oluşmaya başlamış. 1930'lu yıllarda farklı tablolar hediye almış. 1948'de ise Courtauld'un tüm koleksiyonu, galeriye miras kalmış. Monet, Manet, Modigliani, Renoir, Pisarro, Degas, VanGogh, Gaugin, Utrillo, Toulouse Lautrec'in başyapıtlarını izlemek başımı döndürdü.

National Gallery of Art 
Trafalgar Meydanı'ndaki bu ulusal müze, ücretsiz olarak yılın 361 günü gezilebiliyor. Sergilenen yaklaşık 2300 eser, Batı Avrupa sanatını yansıtıyor: 

13.yy'dan 15.yy'a kadar: Duccio, Uccello, van Eyck, Lippi, Mantegna, Botticelli, Dürer, Memling, Bellini
16.yy'dan: Leonardo, Cranach, Michelangelo, Raphael, Holbein, Bruegel, Bronzino, Titian, Veronese
17.yy'dan: Caravaggio, Rubens, Poussin, Van Dyck, Velázquez, Claude, Rembrandt, Cuyp, Vermeer
18.yy'dan 20.yy erken döneme kadar: Canaletto, Goya, Turner, Constable, Ingres, Degas, Cézanne, Monet,Van Gogh.


Ünlü İngiliz kadın ve erkek portrelerini sergileyen National Portrait Gallery, 1856 yılında kurulmuş. Koleksiyonunda 16. yüzyıldan günümüze 195,000 portre bulunmakta. 10 Temmuz - 26 Ekim 2014 tarihleri arasında Wirginia Woolf sergisi açık olacak. 

BP'nin sponsorluğunda 25 yıldır gerçekleştirilen portre resim yarışması her sene 18 yaşından büyük herkese açık. Çağdaş portre ressamlarını keşfetmek misyonuyla açılan yarışmada ödül 30.000 pound..  "BP Portrait Award 2014" sergisi 21 Eylül'e kadar açık.. Ücretsiz gezilebilir.

Thames kıyısındaki yürüyüş yolunda sokak sanatçılarını izleyerek Tate Modern’e gidebilirsiniz. Belirli sergiler dışında birçok sergi ücretsiz. Daimi sergi alanında Rothko, Schwitters, Beuys, César, Arman, Giacometti, Mondrian, Picasso, Matisse, Magritte, Kandinsky, Chirico, Yves Klein eserleri yer alıyor.

Mayıs ayında Matisse'in "Cut-Outs" (Kağıt Kesikleri) sergisini gezdim. 7 Eylül'e kadar açık olacak. Randevu almadan gitmemenizi öneririm. 16 Temmuz'da açılacak Malevich Sergisi 26 Ekim'e kadar açık kalacak. Gidecek olursanız sergiyi gezdikten sonra Thames nehri manzaralı harika kafesinde dinlenin. Sonrasında alt kattaki tasarım obje ve sanat kitapları cenneti büyük hediye dükkanına uğrarsınız.. Özellikle küçük çocuklar için hazırlanmış eğitici sanat kitapları görülmeye ve satın almaya değer..

Tate Modern'in önündeki iskeleden tekneye binip Tate Britain'e geçebilirsiniz..  Her bölümünü gezebilmek için vaktiniz yetmeyecektir. İngiliz sanatına ayrılmış mutlaka görülmesi gereken bir müze...  Daimi sergide Turner, Hogarth, Gainsborough, Blake, Constable, Henry Moore, Francis Bacon, Mondrian, Calder izlenebilir. Dönemsel sergiler çağdaş İngiliz sanatçılara tahsis ediliyor..

Barbican Center
Londra Senfoni Orkestrası’nın evi sayılan Barbican Center, Avrupa’nın en büyük sanat merkezidir.  Tiyatro, dans, müzik, sinema... değişik sanat disiplinlerine, yaratıcı ve öğretici etkinliklere, konferanslara ev sahipliği yapar. 1982 yılında açılmıştır.

Üç restoran, bir konservatuar, bir tiyatro, hediyelik eşya dükkanı, konser salonu, sinema salonu ve kütüphanesi bulunan Barbican Center, Londra’nın  en önemli brutalist mimari örneğidir. Özelliklerini daha detaylı öğrenmek isteyenler için turlar da düzenliyorlar. Bu yıl 14-23 Kasım tarihleri arasında gerçekleştirilecek dünyanın en iyi jazz festivallerinden EFG Londra Jazz Festivali'nin bazı konserleri de burada yapılacak.

Rafael Gomezbarros - Saatchi Gallery 2014
Çağdaş sanat izleyicisi iseniz,  25 yıldır genç sanatçıları destekleyen Saatchi Gallery'e uğramadan gitmeyin. 2 Kasım'a kadar "Pangaea" sergisini gezebilir, Güney Amerika ve Afrika'dan çağdaş sanat eserleri izleyebilirsiniz.

 "The New Ambidextrous Universe"
ICA - Tauba Auerbach 
Çağdaş sanat severlere bir önerim daha olacak: ICA (Institude of Contemporary Art). 1946'dan beri "yaşayan sanatçılar"ın eserlerine yer veren kurumda Damien Hirst, Steve McQueen, Richard Prince and Luc Tuymans gibi sanatçılar solo sergiler açmışlar. Mayıs ayındaki ziyaretim sırasında Alman sanatçı Tauba Auerbach'ın ilk solo sergisi vardı.

Dünyanın her yerinden getirilen eskiçağ yapıtları ve etnografya koleksiyonlarıyla ünlü British Museum'u programınıza mutlaka almalısınız..

54.Oda, Anadolu ve Urartu'ya ayrılmıştır. 17.Oda'da ise Antalya Xanthos (MÖ 400) antik kentinden sökülüp götürülen Nereidler (deniz perileri) Anıtı bulunmaktadır. British Museum'un zamanında yaptığı bir öneri ile İngiltere Başbakanı Lord Palmerston, İngiliz İstanbul konsolosuna birkaç Likya sanat eserinin gemiyle İngiltere'ye götürülmesi için Sultan Abdülmecid'den izin istenmesi talimatını vermiş, 1840 yılında bir İngiliz donanma gemisi ile Charles Fellows'un organizasyonuyla Nereidler Anıtı Xanthos'tan tamamiyle sökülerek İngiltere'ye götürülmüştür!!

Londra'nın Pazarları

Covent Garden
Covent Garden:
Efsane muhitte her zaman sokak müzisyenlerine ve gösteri yapan sanatçılara rastlamanız mümkün. İkinci kattaki tipik İngiliz pub,
Punch & Judy'i öneririm. Balkonundan Covent Garden meydanında gösteri yapan sanatçıları soğuk biranızı içerek seyredebilirsiniz.

Apple Market, eskiden gerçekten bir pazar alanıymış. Şimdi üstü kapalı,.. Birçok restoran ve barı, butiği, çay dükkanı, pastanesi ile sempatik bir ortam.. Haftasonu tezgahlarında değişik el sanatı objeler bulabilirsiniz.

Jubilee Market'de ise pazartesi günleri antika pazarı kuruluyor. Cumartesi - Pazar günleri, el sanatları ürünlerine, tasarım objelere ve sanat eserlerine ayrılmış.


Borough Market
Borough Market:
"Londra'nın kileri" olarak da anılan Borough Market'ten alışveriş etmeyi moda haline getiren, TV yapımcısı İngiliz aşçılar Gordon Ramsey ve Jamie Oliver olmuş. Bridget Jones'un Günlüğü ve Harry Potter filmlerinin bazı sahneleri de burada çekilmiş. 

London Bridge İstasyonu’ndan çıktığınızda yüzünüzü nehre dönüp biraz yürürseniz kocaman demir kapılar göreceksiniz. Kapılardan geçtiğinizde kendinizi üstünden tren geçen bir köprünün ayaklarında bulacaksınız.. Pazar işte burada kurulu.. Taze meyve, sebze, mantar, peynir, şarap, kek, zeytinyağ, balzamik sirke, ekmek, balık, zeytin satın alabileceğiniz bu pazarda ayrıca küçük yemek tezgahları da var. Falafel, sosis, sandviç, salata, pizza satın alabilir, banklarda oturup yiyebilirsiniz.. Bir de Türk dükkanı var. Baklava, Türk kahvesi, çay, lokum, sabun satılıyor..

Camden Town Market:
Şehrin kuzeyindeki Camden Town metro istasyonundan çıktığınızda kendinizi rengarenk bir caddenin başında bulacaksınız. Hafta sonunda High Street çok kalabalık ama çok eğlenceli. Punkçular, metalciler, bohemler, turistler bilumum ıvır zıvır satan tezgahlarda Uzakdoğu'dan gelmiş çok ucuz mallar, tattoo'cular, rasta'cılar, piercing'ciler, bez ayakkabı ressamları.. Dış cepheleri ile çok yaratıcı ve eğlenceli sağlı sollu  tuhaf kıyafetler satan mağazalara baka baka High Street'te yürüdüğünüzde bir köprüye geleceksiniz. Camden Town Market burada başlıyor. Kokuları takip ederek pizza, paella, noodle, gözleme, sosis, binbir çeşit sıcak ve soğuk yemek tezgahı ile buluşabilirsiniz. 


Little Venice
Adından da anlaşılabileceği gibi Stables Market, eski ahırlardan devşirme dükkanlardan oluşuyor. Vintage giysiler, aksesuarlar, tasarım tişörtler, el yapımı takılar, aksesuarlar, şapkalar, ayakkabılar, çantalar bulabilirsiniz.

Camden Lock'tan waterbus'lara binip Little Venice'e kadar gitmenizi ve kanal seyri yapmanızı şiddetle tavsiye ederim.

Little Venice:
Londra'nın saklı cennetlerinden biri de Regent Kanal üzerindeki Küçük Venedik..  Kanal kenarına dizilmiş rengarenk uzun teknelere, kanala yerleşmişliklerine, üstündeki çiçek saksılarının güzelliğine, aslında bu yaşam biçimine hayran kaldım. Londra'nın en güzel salkım söğütleri burada.. Yürüyüş yapabilir ya da Camden Lock'tan binmek suretiyle tekneyle bir kanal gezisine çıkabilirsiniz.. Regent's Park'ın içinden geçen yemyeşil bu gezi boyunca şehrin ortasındaki sükunete şaşıracaksınız..

Portobello Market'te teneke vintage levhalar
Portobello Market:
Portobello Road’da kurulan sokak pazarı  cumartesi günleri şenlik.. Notting Hill Gate metro istasyonundan çıktığınızda Portobello oklarını göreceksiniz.. Yirüyen kalabalığı takip ederek de pazara ulaşabilirsiniz. Portobello Road boyunca yeralan dükkanlar Çarşamba ve Cumartesi günleri sokaklara tezgah açarlar. Özellikle antika fincanlar, porselen demlikler, vintage tabela ve kutular satan dükkanlardan kendini alamazsınız.. 

Notting Hill'de haftaiçinde ara sokaklarda kaybolmanızı öneriyorum. Nothing Hill filmindeki kitapçının önünde bir fotoğraf çektirecek kadar romantik misiniz? bilemem..  (Ben "Under the Toscan Sun" filmini izledikten sonra bir Toscana seyahati yapmıştım.. he heh..)





Gelecek yazı: 
Londra 2 : Nerede ne yemeli?



8 Ağustos 2014 Cuma

Alesta tramola.. Yelken yapanlar bu heyecanlı komutu bilirler..

Çok keyiflidir denizde  yaşamak..  Gece limandaki yelken iplerinin direklere vurarak çıkarttığı sesleri dinleyerek ve hafif hafif sallanarak uyuyakalırsınız. Sabahları sizi martı sesleri uyandırır. 

Kamaradan kafanızı dışarı uzatıp saatin kaç olduğunu anlamaya çalışırsınız. Dışarı çıkıp oturabilmek için gece çiğ yağmış minderleri silmeniz gerekir önce.

Sonra denizdeki kefalleri sinek iğne ucuna ekmek takıp yakalamaya çalışmak, denizin farklı derinliklerdeki lacivertlerine, maviliklerine bakadalmak sabah rutininiz olur. 
Bir bardak çay ve deniz kokusu her şeye bedeldir..

Küçükken, yazlarımızı annem, babam ve kardeşimle Fenerbahçe’de tekne tepesinde geçirirdik. Babamın miçosu bendim. Limana girerken teknenin önünde elimde kanca bekleyip şamandıra almak, güverteyi yıkamak, sandalın sintinesini temizlemek, sandalla kürek çekerek misafirlerimizi karaya getirip götürmek, kızkardeşimin öğle yemeği için balık tutmak benim görevlerimdi.. 

Teknemiz alamatra tipi ve motorluydu. Çok ses yapardı. Bu yüzden denizde sessizce süzülüp giden yelkenli tekneleri hayranlıkla seyrederdim. Ama nedense yelkeni bir türlü öğrenme fırsatım olmadı. 

Fenerbahçe Limanı'nda her teknenin bir şamandırası vardı. Komşu tonozda “Kısmet” bağlıydı. Sahibi değerli denizci Sadun Boro’ydu. Eşi Oda, kızı Deniz, kedisi Miço ile onlar da bizim gibi teknede yaşarlardı.  Bana ve kardeşime imzaladığı dünya seyahatini anlattığı "Pupa Yelken"i hala açıp açıp okur, yelkenle dünya seyahatine çıkmayı hayal ederim birçok deniz sevdalısı gibi... İnşallah...

Üç tarafı denizle çevrili olduğu halde denizci bir millet değiliz. Bunu en çok marinalarda hissederim. Yüzlerce  tekne mahsun mahsun yatar durur. Sahiplerinin yılda kaç kez denize açıldığı meçhul.. Arada sırada karaya bağlı vaziyette  kahvaltı etmeye gelenleri görüyor ve rahmetli babamın kerterize kitlenmiş ela gözlerini hatırlıyorum: “Hadi kızım birazdan giriyoruz limana.. Alesta aborda!” 

Çocukluk, gençlik, iş-güç derken yıllar geçti… Babam ve teknemiz anılara gömüldü..

Bir iki kere yelken kursu deneyimim oldu.. Hepsi teori ağırlıklıydı. Bir kere denize çıkardılar, onda da yüzüme çok rüzgar yedim, sinüslerimi üşütüp hasta yattım.. Sonra da cesaret edemedim bir daha yelken kursuna gitmeyi... Belki de hevesim kaçtı...



Geçenlerde, Bumerang Deneyim Günleri’nin blogger davetlisi olarak Hedef Yelken’in eğitimlerine katıldım. Kalamış Marina’daki yüzer ofislerinde birçok blogger toplandık. Hedef Yelken eğitmenleri bir iki teorik bilgi verdikten sonra bizi hemen denize çıkardı. Çok şaşırdım.

Ancak savundukları gibi yelken gerçekten de denizde yaşayarak öğreniliyor. Gorbon tipi yelkenlilerde dörder kişi iki saatlik eğitim aldık. Üçüncü saatte dört tekne kendimizi yarışıyor bulduk.. Bizim teknenin eğitmeni Can Ekin’di. Başarıyla ikinci olduk. Heh he..

Güzel bir yaz gününün sonunda, yelken açmayı, toplamayı, kavança ve tramola atmayı, yelkene rüzgar doldurup boşaltmayı, ana yelken, flok ve dümen kullanmayı, yelken ipi kilitleyip boşaltmayı ve bir iki denizci düğümü öğrenmiştik bile... Günün özlü sözü Alesta tramola idi…

Evvelallah hiçbirimiz bumbayı kafamıza yiyip denize düşmedik...  
Sanıyorum arkası gelecek… Yelken eğitimine devam edeceğim..
  



Bumba: Ana yelkeni alttan tutan ve direğe bağlı olan uzun ince parçadır.Görevi yelkeni alttan açık tutmak ve yelkenin formunu ayarlamaktır.Bumba oynayan bir parçadır.Rüzgara göre devamlı hareket eder ve ayarlanır.Özellikle sert havalarda rüzgaraltına doğru manevra yaparken (tramola-kavança) ani ve çok hızlı hareket edebileceğinden dikkat edilmelidir.Dolayısıyla dönüş dikkatli yapılmalıdır.

Tramola: Yelkenli teknelerin ilerleyebilmesi yelkenlerinin rüzgarla dolması ile mümkündür. Gitmek istediğiniz yön rüzgarın estiği yönse zig zag çizerek ilerleyebilirsiniz ancak. Tramola, yelkenlerin rüzgarı aldığı tarafı değiştirebilmek için yapılan dönüştür.  

 Alesta Tramola:  Alesta, hazır ol! demektir. Alesta tramola, tramola atmaya hazır ol! anlamaına gelir..

Alesta Aborda: Tekneyi iskeleye yanaştırmaya hazır ol! demektir.

2 Ağustos 2014 Cumartesi

Hepsi bu...

Datça, ne güzeldir şimdi...

"Bazen rüzgarın saçımı dağıtmasına, yağmurun yüzümü ıslatmasına, birilerinin kalbimi kırmasına izin veririm. Sonra; saçımı toplarım, şemsiyemi açarım, kalbimi kapatırım. Hepsi bu."  Can Yücel