17 Haziran 2013 Pazartesi

Yeni Okul'da Çocuğun Yüz Dili..


Yeğenim 5 yaşında. Birçok yetişkinin sahip olmadığı kişilik özelliklerine sahip bir kız. Dinleyen ama sorgulayan,  sakin ama hakkını arayan, kendini ifade edebilen, gözlemleyen, merhametli, paylaşımcı bir çocuk. Geleceğin düşünen ve çözümleyen, aydın ve özgürlükçü bireylerinden biri olacağının şimdiden sinyallerini veriyor akıllı minişkom benim… 

Bu sene Yeni Okul’a başlayacak. Meraklı teyze olarak gittim okulunu inceledim. Yeni Okul Esentepe’de.  Ağaçlar içinde, sessiz bir eğitim ortamı var. Her sınıfta, çocukları sürekli gözlemleyip analiz eden iki öğretmen var. Çocukların üzerinde çalıştıkları projelerle ilişkili onlara materyaller sunup ortam yaratan, sınıf öğretmenleriyle işbirliği içinde çalışan bir de sanat öğretmeni.. 

Her bir çocuğun öğrenme sürecini sürekli gözlemleyen, grup dinamiklerini değerlendiren ve buna göre günlük pedagoji üreten bir pedagog hizmet veriyor.

Öğretmenlerin ve pedagogun, çocukları gözlemlerken edindikleri izlenimlerin, tuttukları notların, kaydettikleri görüntü ve video’ların birbirleriyle ilişkilendirildiği dokümantasyon çalışmaları yapıyorlar. Aileyi okuldaki hayata ve eğitim projelerine dahil eden yaklaşımlarına bizzat ben katılarak şahit oldum. Sahibesi Özlenen Kutlar ile tanıştım, sohbet ettik...

Yeni Okul'un mevcut  eğitim sistemimize muhalif olduğu noktalar nelerdir?
Muhalif olduğumuz, yenilik getirdiğimiz nokta uygulama. Klasik eğitim sisteminde çocuk, kafası bilgiyle doldurulacak, pasif bir dinleyici ve uygulayıcı konumunda. Aslında çocuk, doğumundan itibaren öğrenmeye programlı, merak dolu bir varlık. Ve her çocuk, birbirinden farklı zekâ türlerine sahip. Yeni Okul’da, çocukların kendilerini gerçekleştirmelerine imkân veren bir öğrenme ortamı sunuyoruz.

Yeni Okul nasıl bir yenilik sunmayı hedefliyor?
Çocuğun kendi öğrenme ve eğitim sürecinde gerçek anlamda başrolde olduğu bir okul ortamı hedefliyoruz. Bu okul ortamının birçok bileşeni var; başrolde çocuk, dinleyen/gözlemleyen öğretmen, akıllı kurgulanmış çevre, çocuğunun öğrenme sürecinden aktif olarak haberdar olan anne-baba. Bu aslında, çocuğun doğuştan itibaren var olan doğal öğrenme sürecine en yakın sistem.

Okulun nasıl bir proje tabanı var?
Yeni Okul, sorular sorup cevapları aramaya, eleştirel düşünme becerilerinin gelişmesine ve deneyime dayanan, yapılandırmacı eğitim felsefesinin uygulamaya geçmiş hali olarak tanımlayabileceğimiz proje tabanlı eğitimin uygulandığı bir okuldur. Her çocuk, bilginin inşasında başrolü oynayacağı bir bireydir. Okulumuzda, çocukların araştırma hakkının olmasına dayalı projeler, çevre projeleri, günlük yaşam projeleri ve kendini yöneten projeler yaratılıp uygulanmaktadır.

YeniOkul'un sahibesi Özlenen Kutlar
Kurucusu olarak sizin eğitim geçmişiniz nedir?
İTÜ Endüstri Mühendisliği mezunuyum. 9 yıl Endüstri Mühendisliği yaptım. Oğluma hamile olduğum sırada kariyerimi değiştirmeye karar verdim. 

2005 yılında Meşe Palamudu Çocuk Evi’ni kurdum. Başlangıçta oğlumla beraber yapabileceğim bir iş iken, zamanla, gerçek hayata ne kadar dokunan bir alan olduğunu gördüm. Bu benim motivasyonumu hep yüksek tuttu. Hem İtalya’da hem de Türkiye’de bu yöntemle ilgili çeşitli eğitimler aldım. 8 yıldır okul öncesi alandayım ve çocuğun dünyasını anlamaya ve onlar için doğru okul ortamını sağlamaya çalışıyorum.

Proje hangi felsefeden ilham aldı? Benzerleri nerede bulunuyor?
Doğuştan çok güçlü bir öğrenme becerisiyle dünyaya gelen çocuğa, bu öğrenme becerisine paralel bir eğitim sunmak, eğitim felsefemizin temelini oluşturuyor. Bunun için temel aldığımız felsefe, yapılandırmacı felsefe. Yapılandırmacı felsefeye göre bilgi çocuğun geçmiş deneyimleriyle ilişkilendirilerek oluşturuluyor. Bizim ilham aldığımız yöntem, bu felsefenin uygulamalarından biri olan Reggio Emilia Yaklaşımı. Bu yaklaşım, öğrenme sürecinde çocuğun başrolde olduğu ve diğer her şeyin bu çocuğa hizmet ettiği bir yaklaşımdır. Çoklu Zekâ Kuramı’nın yaratıcısı Howard Gardner, Reggio Emilia Yaklaşımı’nın, çoklu zekânın en iyi eğitim uygulaması olduğunu söylüyor. Yapılandırmacı felsefe temel alınarak hazırlanmış eğitim programları, hem İstanbul’da hem de dünyanın birçok yerinde uygulanıyor. Türkiye’de de, Reggio Emilia Yaklaşımı’na en yakın yaklaşım olan, yine bir yapılandırmacı felsefe olan PYP (Primary Years Program)’yi uygulayan okullar var.

Yeni Okul'dan mezun olacak çocuklarımız sürekli değiştirilen eğitim sistemimize uyum sağlayabilecekler mi?
Yeni Okul’da, çocuğun ezber yoluyla değil, gerçek hayatla ve geçmiş bilgileriyle ilişkilendirerek “öğreneceği” bir eğitim programı hazırladık. Bilgiyi içselleştirmiş, önceki öğrenmeleriyle ilişkilendirmiş ve bu bilgiyi sonraki öğrenmelerine transfer edebilen bir çocuk, bu değişikliklerden en az etkilenecek çocuk olacaktır. 

Aracısız öğrenme nasıl gerçekleşecek?
Öğretmenler (sınıf öğretmenleri, sanat öğretmeni ve psikolog öğretmen) bilgi ve tecrübelerini çocuğun etkileşimde olduğu çevreye aktaracaklar. İki çeşit çevre var: Fiziksel çevre ve sosyal çevre. Fiziksel çevreden, çocuğun merak ettiği konuyla güçlü bağı olan mekân ve malzemeden oluşan çevreyi kastediyoruz. Bu çevrenin oluşturulmasında sanat öğretmeni sınıf öğretmeninin en büyük destekçisi. Sosyal çevreyi ise, çocukların merak ettikleri konuyu araştırırken birbirileriyle etkileşimleri, diyalogları, birbirlerinden öğrenmeleri vb oluşturuyor. Öğretmen bu çevreye zaman zaman grubun bir üyesi olarak dahil olur; çocuklara, onları düşündürtecek, kafalarında yeni bir pencere açacak sorular sorar; çeşitli fikirler ortaya atıp tartışma ortamları yaratır.

Sanata yaklaşımınız nasıl olacak?
Her çocuğun, doğduğu andan itibaren, kendini ifade etmek, problem çözmek, dünyayı anlamak için yüzlerce dili var. Yeni Okul’da çocuklar, sahip oldukları bu dilleri etkin bir şekilde kullanabilmek için farklı sanat dallarıyla tanışacaklar. Sanat onların hem kendilerini ifade etme aracı, hem de üzerinde çalıştıkları projelerde kullanacakları etkin bir öğrenme aracı olacak. Sanat öğretmeni, sadece branş dersleri saatlerinde değil, çocuğun bütün öğrenme sürecinin içinde olacak; bilgi ve birikimini, sınıf öğretmenleriyle işbirliği halinde mekâna aktararak çocukların her türlü çalışmalarında yer alacak.

Doğaya yakınlığınız ne kadar olacak?
Çocuk için sunabileceğimiz en mükemmel ve aracısız öğrenme ortamı aslında doğa. Okulumuzda çocuklara bu imkânı bir ölçüde sunuyoruz ama çocuklara sunacağımız öğrenme mekânları okulla sınırla kalmayacak. Çocuklar, kentle olduğu kadar doğayla da çok sıkı bir ilişki içinde olacaklar.

Velilerle ilişkileriniz nasıl olacak?
Uygulayacağımız yöntemde, çocuğun öğrenme sürecinin görünür kılınması çok temel bir nokta. Bu süreci, öğretmenler kadar anne babanın da görmesi çok önemli. Süreç içinde, ailelerin doğrudan katılımı, malzeme ve mekân desteği ve sürecin beraberce değerlendirmesi gibi farklı paylaşımlarımız olacak.

Velilerin yaşam tarzlarının benzer olması gerekmiyor mu?
Önemli olan, çocuğa ve eğitime bakış açısının paralel olması. Bu paralellik olduğunda elbette yaşam tarzlarında da bir yakınlık olabiliyor ama bu şart değil.

 Loris Malaguzzi (Reggio Emilia yönteminin kurucusu) şu şiiri yazmış: 


“Çocuğun Yüz Dili” 

Bir çocuk 100′den ibarettir. 
Bir çocuğun 100 lisanı,
100 eli,100 fikri,100 düşünme şekli,
oynama şekli ve konuşma şekli vardır.
100 her zaman 100…dinleme şekli,sevme şeklidir;
şarkı söylemek ve anlamak için,keşfetmek için…
100 zevk,100 dünya icat etmek için, 
hayali kurulacak 100 dünya.
Bir çocuğun 100 lisani vardır;(ve yüzlerce yüzlerce dahası)
ama 99′unu çalıyorlar.
Okul ve bu kültür, kafayla vücudu ayırıyor.
Onlar çocuğa elleri olmadan düşünmesini,
kafası olmadan yapmasını, zevk almadan anlamasını,
sadece yılbaşlarında ve bayramlarda sevip şükretmesini söylüyorlar.
Onlar çocuğa zaten orada olan bir dünyayı keşfetmesini söylüyorlar
ve geri kalan 99'unu çalıyorlar.
Onlar çocuğa iş ve oyunun,gerçek ve fantezinin,
bilim ve hayal etmenin, yerin ve göğün,
sebep ve rüyanın birbirine ait olmadığını söylüyorlar.
Ve onlar çocuğa100′ün orada olmadığını söylüyorlar.
Çocuk onlara "İmkansız, 100 işte orada!" diyor.

Şiirdeki “çocuğun çalınan 99 dili” okulda nasıl iade edilecek? Ailelerin cesur olması yeterli mi?

Biz, çocuğun 99 dili çalınmasın diye anasınıfı ve 1. sınıfla eğitime başlıyoruz. Bunun için, her bir çocuğun sahip olduğu bütün dilleri koruyup geliştirdiği bir öğrenme ortamı yarattık; yapılandırmacı felsefeyi ve proje tabanlı eğitimi benimsedik. 

Diğer soruya gelecek olursak, asıl önemli olan, ailelerin endişelerinin peşinden değil,  iç seslerinin peşinden gitmeleri. Aileler iç seslerini ve çocuklarını tüm duyularıyla dinlemeyi başarabilirlerse birçok sorunun cevabı kendiliğinden su yüzüne çıkacaktır.

"Kendini yaşayabilmek" mutluluksa siz çocuklara mutluluk mu vaat ediyorsunuz?
Bu aslında yetişkin bakış açısı. Çocuk zaten kendini yaşar, mutludur, dönüşmemiştir. Bizim temel söylemimiz, çocuğun var olan yapabilirliklerini, yeteneklerini koruyarak, budanmadan büyümesini sağlamak. Buna, duyguları da dahil.

Anaokulunuz ile ilköğretim okulunuz eş sistemli mi?
Evet 

Orta öğrenimi de hedefliyor musunuz?
Liseye kadarki eğitimi hedefliyoruz.

14 Haziran 2013 Cuma

İstanbul'da Prens Konakları: ADALAR

Adalar   (F.telli)


İstanbul'da yaşayıpta Adalar'ı görmemek çok büyük bir kayıptır. Eşsiz güzelliğinin yanısıra İstanbul'a  yakın olması, mazot kokusundan uzak, denizin ve ormanın iç içe, tarihi yapıların gölgesinde büyüleyici bir yerdir Adalar. Türkiye'de bir Mardin'de gördüğümüz folklörlerin bir arada kardeş yaşantısını burada da görmemiz mümkün. Ada halkı içinde Rumlar ağırlıkta olmakla beraber son yıllarda nufüsları bir hayli azalmıştır. Bunda gerek yeni nesillerin Adalarda yaşamaması gerek ise beklenen İstanbul depreminde büyük ölçüde etkilenecek olması gösterilebilir. 
 Adalar'ın geçmişinden günümüze uzandığımızda ise tarihi kaynaklarda birçok isimle anıldığını görürüz bunlardan bazıları: Evliya adaları Kesiş adaları, Ruh adaları, Cin adaları, Halka adalari, Prens adaları, Kızıl adalar gibi. Genel olarak Türkler Adalar olarak telafuz etse de turistler arasında ve Bizans döneminde de sıklıkça kullanılan ismi Prens Adaları'dır. Prens Adaları denmesinin nedeni kuşkuşuzki birçok prense ev sahipliği yapmasıdır. Anacak bu prenslerin bazısı yazlık niyetine kullandıysa da daha çok buralara sürgün niyetine gönderilip ve buradan hiç çıkamayarak öldükleri de rivayet edilir. Bizans'ın kendi içinde hanedanlığın çok el değiştirmesi, taht kavgaların bir hayli fazla olması bir çok prens adayının da talihini karartmıştır elbette ancak isimlerinin sonsuza 
kazımışlardır. Adalar diyoruz kaç adadan oluşur, isimleri nelerdir? Dokuz adadan oluşur bunlar; Büyükada, Heybeliada, Burgazada, Kınalıada, Sedefadası, Kaşıkadası, Tavşanadası, Yassıada, Sivriada. 

Adaların hepsine tek tek şimdilik malesef değinemeyeceğim. Aralarında en meşhuru ve en büyük olan Büyükada konumuzu oluşturacak.
Büyükada (F.Telli 2013)



                     Büyükada 



 Tarihte birçok isimle anıldığı görülür yazımızın başında belirttiğimiz isimlerin birçoğu  bu ada için söylenir. Ancak Rumların Megale(Büyük) dedikleri bilinir. 1930 da bulunan İskender Dönemi'ne ait sikkeler adanın tarihine de ışık tutmaktadır. Bu sikkeleri istanbul Arkeoloji Müzesin'de görebilirsiniz. Adanın tarihi ahşap evlerinin bu evlerin arasından geçen faytonların görüntüsü zaman makinesinden çıkmış hissi uyandırır.
    
Aya Yorgi (F.Telli 2013)




     Adada bilindik üç tane manastır vardır bunlar: Aya Yorgi, Aya Nikolas, Hristos Manastırı. İçlerinden Aya Yorgi'ye ayrıca bir parantez açacağız. Hristiyanlığın haç varifesinin yarısıdır bu kiliseye gitmek diğer yarısı ise Meryem Ana Kilisesi'dir. 23 Nisan ve 24 Eylul tarihlerinde giderseniz insanların ellerinde ip bobinleri çıplak ayakla tepeye tırmanışını izlersiniz. Oldukça renki bir ayine tanık  olursunuz. Çıkılması güç dik bir tepeye yapılan bu kilise yürümek bir hayli zordur. Ancak tepeye çıkmayı başarıp soluk soluğa etrafa bakındığınızda hayretler içinde kalacağınız bir manzara ve kilise içerisinde muazzam
ikonografilerle karşılaşacaksınız. Kilise'nin tarihine açıkçası çok değinmek istemiyorum çünkü birçok kere yapılıp yıkılmış, eski yeni iç içe günümüze gelen bir yapı topluluğu mevcut. Hristiyanlar için neden bu kadar kutsal bu mekan çünkü çok daha görkemli kiliseler mevcut. Bu noktada karşımıza bir efsane çıkar. Efsaneye göre manastırın ikonografileri çok meşhur. Adanın işgal
altında olduğu bir dönemde manastırın papazları buradaki ikonografileri (mızrak ile muhtemelen titan öldüren  Saint George ikonografiside dahildir) toprağa gömer. Buraya gelen düşman askerleri talan ederler ama ikonografiler bulunmaz. Bu noktada her efsanenin arkasında bir gerçeklik payı vardır. Haçlı ordusu İstanbul'a girince bu şekilde kilise, manastır yağmaları görülmüştür. Aya Sofya buna en büyük örnektir çünkü Katolik ve Ortodokslar'ın düşman oldukları bir zaman dilimidir. Aradan yıllar geçer artık ne manastır bilinir orada ne de giden ama bir gün adanın fakir mi fakir çobanın rüyasına Aziz Aya Yorgos girer ve ona tepeye çıkmasını çan sesinin duyduğun yerde toprağı kazıp ikonografileri çıkarıp manastırı kurmasını söyler. Çoban ilk aldırış etmez ama aynı rüyayı arka arkaya görünce dayanamaz tepeye çıkmaya karar verir
ayakkabıları dahi olmayan çoban çıplak ayaklarıyla tepeye çıkar ve çan sesini duyar toprağı kazdığında ikonografileri bulur. Aya Yorgi manastırı adını bu azizdden alır işte.

 Çıplak ayakla ve kimseyle konuşmadan tepeye çıkma ritüeli de bu efsane ile ilgilidir. Bu arada tepeye çıkıp dilek tutmak gibi batıl inançların yoğunluktadır. At meydanında dilek tutmak için seyyar satıcılar bekler ancak son gördüğümde bunlar yoktu ip ile çıkmakta yasaklanmış. İp ile çıkanın bahtı açılırmış. 
 Adanın diğer bir yapısı ise oldukça ilginçtir ve dünyanın bilindik monografik en büyük ahşap yapısı olarak bilinen Rum Yetimhanesi'dir. 1898-1899 otel olarak yapılmış ancak gerekli izinler alınamayınca olmamış. Eleni Zarifi adında bir Rum burayı satın almıştır. 1903 yetimhane olarak kullanılmaya başlanmış oldukça zaman içinde farklı amaçlar içinde kullanılmış yetimhane Heybeliada'ya taşınmış 1960'ta ise kaderine terkedilmiştir. Ancak bu görkemli ahşap yapının kulaktan kulağa gelen bir söylentisi vardır. Şöyle ki burada çıkan bir yangın sonucu yangından kaçan bir çocuğun kuyuya düşmesi ve bulunmaması çocuğun ölüme terkedilmesidir. Kuyudan o çocuğun çığlık seslerinin geldiği söylenir. Ahşap olması, heybetli olması ve klasik korku filmlerinde çok kullanılan bir figür olması da insanın burası hakkında efsaneler üretmesinin zor olmaması gerek.

Büyükada bile değinilecek birçok eser kitaplar yazılacak kadar bir cevhere sahiptir. O yüzden kısa tutmaya çalıştım. Büyükadaya artık birçok yerden vapur seferleri düzenlenmektedir. Ayrıntılı bilgi Adalar Kaymakamlığı resmi sitesinden bakılabilir. 
 Adalar ile ilgili olumsuz görüşüm ise faytonların aşaırı pahalı olmasıdır. Zira İstanbul'u Tuzla -Büyükçekmece arasını taksi ile gitmek daha ucuzdur. Ayrıca atlara binen yükün haddinden çok fazla olması ve yayan bisiklet kullanıcalarının hayatını tehlikeye atmasıda cabasıdır. Atların pisliğinden oluşan koku ise son yıllarda önelnilmeye çalışılmıştır. Ancak benim tavsiyem artık elektrikli faytona geçilmesidir. 

                   Aşağıda Aya Yorgi'den çektiğim kareler ve menzarası


Fevzi Telli 2013

Fevzi Telli 2013

Fevzi Telli 2013

Fevzi Telli 2013

Fevzi Telli 2013

Fevzi Telli 2013

Fevzi Telli 2013


Fevzi Telli 2013

Fevzi Telli 2013

Fevzi Telli 2013

Fevzi Telli 2013

Fevzi Telli 2013

Bunlarda yol boyu çekilmiş fotoğraflar


Fevzi Telli 2013

Fevzi Telli 2013

Fevzi Telli 2013

Fevzi Telli 2013

Fevzi Telli 2013

Fevzi Telli 2013

Fevzi Telli 2013

Fevzi Telli 2013

Fevzi Telli 2013

Fevzi Telli 2013

Fevzi Telli 2013

Fevzi Telli 2013

Fevzi Telli 2013

Fevzi Telli 2013

Fevzi Telli 2013

Fevzi Telli 2013
Yazan ve fotoğraflar: Fevzi Telli

not: ritüel, kilise içi, ruhban okulu fotoğrafları anonim olarak alınmıştır.