24 Aralık 2014 Çarşamba

Hayatımıza anlam katan hobimiz.. Fotoğraf..

©Turgut Bozkurt

Hobilerimiz.. hayatımıza anlam katan değerli uğraşlarımız.. İşlerinin dışında hobisi olan kişilerin (kendim dahil) mutluluğa daha yakın ve daha huzurlu olduklarını gözlemliyorum. 


Turgut Bozkurt, Derya Aydınkaptan, Ali Sefünç.. Fotoğrafı seçen üç yakın arkadaşıma aynı soruları sordum:

Turgut Bozkurt

Asıl işiniz nedir?
Bu soruyu görünce kendi kendime tebessüm ettim. İş deyince özellikle ülkemizde bu daha da farklıdır, bir yanda eğitimini aldığımız meslek diğer yanda yaptığımız iş, yani para kazandığımız, hayatımızı sürdürdüğümüz işimiz. Tebessüm ettim zira mesleğim ekonomi, yaptığım iş ise bilgisayar üzerine, IT, Information Technologies dedikleri grubun kollarından birisi. Artık yaptığınız iş de branşlaştığı için kollarından birisi, Endüstriyel Uygulamalar branşı olarak isimlendirebilirim. Mesleğimle pek alakalı değil ama her zaman işimi severek yaptım, belki de parayı çok sevmediğim içindir.
 
©Turgut Bozkurt
Ne zamandan beri fotoğraf çekiyorsunuz?
Lise yıllarımda fotoğraf çekmeye başladım, yani 1975’li yıllarda, okulumuzun fotoğraf ve elektronik kulüplerinde faaliyet göstermeye başlayınca fotoğraf sanatına çok yakınlaştım. Tabii bu dönemde analog makinalar, karanlık oda, tab etmek gibi farklı bir işlem silsilesi vardı, zahmetliydi ama bir o kadar da zevkliydi. Yine o yıllarda profesyonel makine sahibi olmak bir öğrenci için zor olduğundan ilk, bana ait makinama 1980’li üniversite yıllarımda çalışmaya başlayınca kavuştum. O da analog bir makine idi haliyle. Bu merakım askerlik yaptığım döneme kadar sürdü. Sonrasında hayatın başka heyecan ve zorlukları, bir başka kavga alanı bu çok keyif aldığım hobimi kenarda bırakmama sebep oldu. Her zaman makinam vardı ama artık en azından sürekli yanımda taşımıyor ya da fotoğraf çekmek için çıkmıyor, vakit ayırmıyordum. Uzun bir aradan sonra, son 3-4 senedir tekrar bu hobime kavuştum. Bu kez dijital makinalar, bilgisayar destekli fotoğraf icraatı ile.. analog makine tanımanın ve elektronik, bilgisayar, uygulamalara yakın olmanın birlikte sunduğu avantajla..

Sizi ardından koşturan konular ne?
Öncelikle fotoğraf çekmek için vakit ayırmak, bunu düşünerek zamanı unutmak çok meditatif bir meşgale. Tüm problemlerden, dertlerden uzaklaştıran bir uğraş.. Kendimi yaramaz sokak çocukları gibi yaramaz sokak fotoğrafçısı olarak tanımlıyorum. Fotoğrafçı derken çok amatör olduğumu bir kez daha vurgulamalıyım. Sokaklarda, yaşamdan, insanlardan anlar yakalamak beni yakalayan ve koşturan amaç. Kimi kez bir an, kimi kez bir kompozisyon, kimi kez bir portre, kimi kez bir manzara ama çoğunlukla o yaramaz sokak çocukluğunu seviyorum.. her birinin farklı heyecan veren elektriği var. Bir de sanırım günlük hayatta bakıp da görmediklerimi fotoğraf çekerken, kimi kez de çektikten sonra görüyorum.. Paradoksal ama bende böyle oluyor.

©Turgut Bozkurt
Eserlerinizi satışa sunmayı düşünüyor musunuz?
Elbette düşünüyorum ama ticari olarak  değil, başka birilerinin yaptığım işe, hobime, ayırdığım vakte ve duyduğum heyecana değer vermesini, beğenmesini simgeleyeceği için satılsınlar  istiyorum. Bir yerlerde, birilerinin duvarında, masasında, başka insanların da beğenilerini ifade eden bakışlarını çalabiliyorsa karelerim, daha ne isterim? Evet, aslında kendim için çekiyorum ama bu bahsettiklerime de kayıtsız değilim.


  

Derya Aydınkaptan

Asıl işiniz ne?
İnsan Kaynakları Uzmanıyım.

Ne zamandan beri fotoğraf çekiyorsunuz?
İki yıldan beri fotoğraf çekmeye daha fazla zaman ayırıyorum. Başlangıçtan beri fotoğraf çekmeyi hobiden öte hayatımın bir parçası gibi görüyorum.. Makinam olmadan asla evden çıkamıyorum. Çoğu zaman herşeye bir çerçeveden baktığımı farkediyorum.

Sizi ardından koşturan konular ne?
Sokak fotoğrafının yanısıra doku ve minimal fotoğraf çekiyorum. Fotoğraf çekerken ben ve obje dışında etrafımda hiçbir şey yokmuş gibi hissediyorum. Detay fotoğraflar çekerken sokak ortalarında ne hallere giriyorsam insanların ilginç yorum ya da sorularıyla karşılaştığım oluyor.. bu da fotoğraf çekmenin eğlenceli tarafı...
 
©Derya Aydınkaptan
Sokak fotoğrafları çekmenin en güzel yanı, tasarlanmamış, aniden karşıma çıkan kareler... Bazen de saatlerce beklemek ya da aynı yere ışığın daha iyi olduğu saatlerde tekrar gitmek....

Uzun yıllar yağlıboya resim yaptıktan sonra ara vermek zorunda kaldım. Daha sonra tekrar başlamak istediğimde  fotoğraf çekmenin beni daha fazla  mutlu ettiğini gördüm.
 
©Derya Aydınkaptan
Eserlerinizi satışa sunmayı düşünüyor musunuz?
Fotoğraf çekerken satmak kaygısı olmadan çekiyorum.. ancak çevremden fotoğraflarımı sergilemem gerektiği şeklinde öneriler alıyorum. Hoşuma gidiyor. Lokomotif Kültür ve Sanat Derneği’nin yoksul çocuklar için düzenlediği Yılbaşı Pazarı’nda bir fotoğrafım satıldı. Beğenilmek bir yana, hayırlı bir işe katkısı olduğu için çok sevindim.

©Derya Aydınkaptan

Ali Sefünç

Asıl işiniz ne?
Marmara Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi mezunuyum. İş hayatımın ilk 10 yılında çeşitli firmalarda  yöneticilik yaptım. 1987 yılında bir şirket kurarak konfeksiyon ürünleri üretimi ve ihracatına başladım. Konfeksiyon ihracatını bırakıp tekstil sanayiciliğine geçişim, 1996 yılına denk gelir. Aktif iş yaşantımı, 6 yıl önce pasifleştirdim. Şimdilerde yazıyorum, fotoğraf çekiyorum ve danışmanlık yapıyorum. Yayınlanmış 3 kitabım var. İlk baskısı 2005'te yapılan “Herşey Dahil Türkiye” adlı kitabım, döngüsel sosyo-ekonomik ve politik yanılsamalara dairdir. Yazı beni ele geçirince, “Kaldırım Takıntısı” adında bir dönem romanı ve “İskelede Minder Tatili” adında bir mini mizah romanı ortaya çıktı.

Temel amacım, genç kuşaklara ipuçları verebilmek. Yanlış oluşmuş, hafızaları hayli kirlenmiş yetişkinlerin yönettiği bir ülkede yangından ilk kurtarılması gerekenlerin, çocuklar ve gençler olduğuna inanıyorum. 

Yoğun iş hayatımı planlarım çerçevesinde terk ederken pek zorlanmadım. Bazı durumları ve ilişkileri çoğu kez alışkanlıklarımız nedeniyle sürdürüyoruz, gerçeklerle bağdaştığı için değil... Seçme hakkımız olduğunu unutmamamız gerekiyor.   

Ne zamandan beri fotoğraf çekiyorsunuz?
Gençlik dönemimde de fotoğraf çekiyordum ancak şimdiler bu eylem daha farklı bir bakış açısıyla gerçekleşiyor. Günlük hayatın ayrıntılarında farklı görüntüler yakalamak, benim için terapiden farksız. Bir diğer deyişle; hayatın, doğanın içinde saklanmış resimleri fotoğraflaştırıyorum. Birçoğunun resim sanılmasını yadırgamıyorum dolayısıyla... 

Fotoğraf, son yıllarda ruhumda eşsiz bir denge oluşturdu. Farkına varmanın rahatsızlığıyla, rahatsız etmek için yazarken; farkına varmanın mutluluğuyla, mutluluk vermek için fotoğraf çekiyorum.    

©Ali Sefünç
Sizi ardından koşturan konular ne?
Denenmemiş, dokunulmamış, fark edilmemiş ne varsa, işte onların peşinden koşmayı seviyorum. Şaşırmak ve şaşırtmak istiyorum öncelikle. Sıradan şeyleri besleyici bulmuyorum. Ezber bozabilmeyi amaçlıyorum. Ve en başta kendi ezberimi bozmayı... Toplumsal olarak ıskaladıklarımız, listelere sığmayacak kadar çok. Sızlanmak yerine, iyi bir şeyler üretmeliyiz. Bu yolla çevremizdeki birçok kişiye örnek olabiliriz. Her birimizin payına üretecek bir şeyler düşüyor.   

©Ali Sefünç
Eserlerinizi satışa sunmayı düşünüyor musunuz?
Gözümü ve gönlümü hoş tutmak için çektiğim fotoğraflarımın alıcı bulması, bir kişisel sergi nedeniyle ilk kez 2 yıl önce gerçeğe dönüştü. Fotoğraflarım talep gördüğü sürece de bunun devam edeceğini düşünüyorum. İlk sergimde sunduğum tüm fotoğrafların alıcı bulması, benim için çok hoş bir sürpriz oldu doğrusu. 



©Ali Sefünç

18 Aralık 2014 Perşembe

Sokak Arası Keşiflerim- Fahriye Abla'nın kuzine sobalı salonu Emlak Kafe..



Kızıltoprak'ta Rüştiye Sokak No. 9'da Emlak Kafe..
Adına takılmayın. Önünden geçerken ev sanabilirsiniz. Bana öyle oldu..
Biraz aşağısındaki Kızıltoprak Sanat Galerisi'nden çıkmış caddeye doğru koşar adım giderken ışıltılı noel ağacına takıldı gözüm. Ev sanıp kaçamak bir bakış attım. Bir iki adım ilerledikten sonra jeton düştü.. İçeride dört beş masa vardı. Belli ki kafe idi... Geriye döndüm. İçeri girdim. Ağzım açık kaldı.

Sanki peri masalındaki komşu teyzenin minik evi. Sağda eski bir büfe ve iki duvar nişinde porselen tabaklarda sergilenen yemekler, yanında kuzine soba.. Yanıyor. Üstünde bakır bir güğüm var. Kestaneler eksik.. Rahat bir koltuk, yanındaki sehpada Nuh Nebi'den kalma bir TV ve radyo.

Derinden Yıldırım Gürses söylüyor.."Sonbahar Yaprakları"..  Allah allah dedim burası neresi? Fahriye Abla kıvamında bir tatlı kadın beni buyur etti. Meğer gerçek adı da Fahriye değil miymiş?

Önce tavuk suyuna çorba içtim. İçim ısındı.. Ardından pazı dolması yoğurtlu.. Kaymaklı ekmek tatlısı ve kahve derken.. "Birazdan udi gelecek demesinler mi? Ben gece yatısına da kalmadan çıkayım dedim ama Udi'yi bir başka sefer dinlemeye gideceğim mutlaka..

Fahriye Karadeniz 216.3855091



Sokak Arası Keşiflerim... Moda'da Kadish'in bitter çikolatalı kurabiyeleri...




Kadıköy Moda'da Bostan Sokak 32 numara'da  rastladım Kadish’e.

Dükkanın sahibi meraklı, titiz bir hanımefendi, Kadriye Bozkurt. Kullandıkları malzemelerin katkısız ve birçoğunun organik olduğunu vurguluyor.. Endüstriyel ürün kullanmıyorlarmış..

Benim gibi sağlıklı beslenme takıntısı olanlara öneriyorum. Özel günleriniz için kek, cheesecake ısmarlayabiliyorsunuz. Telefon numaralarını da yazayım: 216.3300940

Benim tercihim elmalı kekleri ve çikolatalı kurabiyeleri.

17 Aralık 2014 Çarşamba

Adil Salih ve Vedat Örs, iki tutkulu ressam.. "Pochade"larıyla 21 Aralık'ta "Küçümenler" sergisinde..

2 Ocak'a kadar The Art Studio'da  (Bahariye Cad. Soner Sok. No. 6 Moda) açılan “Küçümenler” Sergisi'nde Adil Salih ve Vedat Örs'n iç dünyaları, günlük yaşam notlamaları ve hayata bakışlarını “pochade”ları üstünden izleyebilirsiniz.. 

"Küçümenler" sergisi için biraraya geliş öykünüzü anlatır mısınız?
Adil Salih - Yolculuğumuzun olgu ve kavramları çook insanla benzeşebilir.  Bizde de dostlukla pekişirken Talat Arı “ikinize sergi yaparım” demiş oldu.. Önce Teşvikiye Kent Sanat Galerisi'nde açtık.. Şimdi de Kalkedon'a geçtik.. The Art Studio'dayız bu hafta...
Vedat Örs -Günümüz  insanının  birbiriyle iletişimi maalesef  sanal alemde  gerçekleşmekte.. Eski sohbetler kalmadı.  “İç  dünyalarının girdabından  karga çığlıklarıyla kaçışlar (Atilla İlhan’dan alıntı)” birkaç  klavye tuşu..  Hesapsız kitapsız karşılıklı samimi sohbet ve diyaloglar çok ve çok azaldı..  Yolda karşılaşıp “iki laflayalım özledik..” den  sonra samimi bir ortama geçildiğinde, Türkiye’de resmin ne olduğu, koleksiyoncunun (sanatçının yaşı, işlerin büyüklüğü ya da küçüklüğü)  takıntıları, bunların gerçek koleksiyoncu tavrıyla örtüşmediği, kimsenin birkaç göz atıştan sonra izlemeyeceği resimlerin peşinden koştukları, çoğu ressamın da, “koşsunlar..”  resimleri yaptığı  üzerine sohbetler..  Sanata içten yaklaşımın ne kadar azaldığı,  “nicelik mi, nitelik mi?” sorusunun karşılığında  iş’in büyüğü küçüğü olmaz, yapılan her iş yaşamımızın herhangi bir anından bir dışavurum  değilmi?” den oluşan bir sergi..




Adil Salih'ten bir pochade
Pochade eserleriniz hangi duygular ile ortaya çıktı?
VÖ - Pochade.. tuval resminin doğurgan kadını..  An’da yaşayan lekeler, çizgiler..  geleceği içinde taşıyan..
AS - Rahatlık..  Alır, beğenmeden geçer, bozar, yırtar atarsın.. Vaad’e açık.. deniyorsun.. Pochade'lar tuvale geçerken kapılar hazır oluyor..  

Anlık duygularla yapılan küçük eserler ve çok zaman alan büyük eserler kıyaslanabilir mi?
VÖ - Sanat  işinin büyüğü küçüğü olmaz ki.. Sanatçı , sanatçı ise eğer  aynı duyguyu, büyüğü ile küçüğü ile yaşar.
AS – Her tür teknik bakış, yaklaşım olması gereken.. Tabii ki zaman eleği zeminimiz. 

Günümüz resmindeki duygular hakkındaki gözlemlerinizi aktarabilir misiniz?
VÖ - Gerçek sorun sanat izleyicisindedir. Spekülatörleri  saymıyorum bu noktada..  Bir türkü, şarkı ya da jazz- rock- klasik müzik  dinler gibi resimden keyif almayıp sadece  sanatçının  adı, yaşı, resim boyutu vb.  şeyleri baz alıyorsa, izleyici nerede? sorusu başlar.  Gerçek izleyicinin olmadığı bir toplumda da sanattan bahsedilemez gibi geliyor bana..
AS – Zenginliktir çeşitliliktir.. doğru bakınca tüm dünyada boyaya asıla  dönüş sürüyor.. Bizde de.. 


Vedat Örs: "Gerçek izleyicinin olmadığı bir toplumda
sanattan bahsedilemez gibi geliyor bana.."
Hayallerinizdeki, yaşantınızdaki ve eserlerinizdeki kadınları anlatabilir misiniz?
VÖ- Hayaller istekleri içinde barındırır ve isteyince de her şey olur. Yaşam anlıktır aslında, yaşamın içine bir program, gelecek hesabı koyarsanız bir başka insanın hayalinin objesi olabilirsiniz. Yol haritası verilmeyen,nerede duracağımızın nerede öleceğimizin bilinmezliğinde zamana  birkaç çizgi ya da leke koyup birkaç duble ile içine müzik eklediğimizde kendimizi iyi hissediyorsak olay budur..
AS - Hayatla yüzleşmemizi ancak hayallerimizle çekilir kılabiliyoruz..  Karakter  tipleme de denebilir..  Elimiz ayağımız, onlar bizden...   bu gövdedeki kan  damarlarımızda  gezmezse neyleriz?

Aşk nedir? Günlük yaşamımızdaki yeri nedir?
VÖ - Aşk bana göre arıza bir durumdur..  Sevgi çok daha önemli.. ''Herşeye rağmen sevmek'' kendi hayallerimle, “an” da yaşamalarımla, kendine ait hayalleri ve “an”larıyla yanımda olan kadınlar... Her ne kadar kadın figürlerinin olduğu işlerimde birlikte olduğum kadınlara ait öykülerin olmadığını düşünsem de ister istemez yaşanılan herşey bir şekilde dışavuruluyor gibi..
AS - Küçücük bir zerreden hayat ağacımızı anlamak.. köklerine, yapraklarına dokunmak içtenlikle.. Ve gözdemiz yurdumuz değil midir? Ve ifademiz  sözle sesle… Bir terzinin işareti ve makasından sonraki o yeryüzünü yırtarcasına... Aşk olmazsa her şey niye var ki?

Vedat Örs pochade'ları..

15 Aralık 2014 Pazartesi

Masal anlatıcısı Nazlı Çevik: "Dinleme ve anlatma edimleri bir madalyonun iki yüzü gibidir. Anlatma isteği bulaşıcıdır. Dinledikçe anlatmak ister insan."

Masalları sever misiniz? Kızıma masal anlattığım yılların üstünden çok geçti ama ben masal anlatmaktan, masal okumaktan ve masal dinlemekten hiç vazgeçmedim... Masal anlatıcılığı dersleri almaya karar verdiğimde de karşıma çıkan en yetkin isim Nazlı Çevik oldu..

Masallar sadece çocuklar için midir?
Masallar onları dinlemeyi seven, onlara kalbini açan herkes için bir yolculuk sebebi olabilir bence.

Masal anlatmayı meslek olarak seçişinizi ve bu alandaki yolculuğunuzu anlatabilir misiniz?
Masallarla ilk temasım Clarissa Pinkola Estes’in Kurtlarla Koşan Kadınlar adlı kitabıyla oldu. Bu kitap benim başucu kitaplarımdan biridir. Kitaptaki masallar ve masalların insan psişesi açısından yorumlanış biçimi bana, masalların yürüdüğümüz hayat yolunda bize nasıl ışık tutabileceğini göstermişti. Kendi içimize dönüp, iç mitolojimizdeki simgeleri tanıyarak kendi hikayemizi yazmanın mümkün olduğunu işaret etmişti sanki. Belki de bu süreçten aldığım güçlerle 2006 yılında Berlin’e gidip master yapmaya karar verdim.

Daha önce hiç yurt dışına çıkmamıştım ve o zamanlar hiç Almanca bilmiyordum. Yapmak istediğim yolculukta dil bilmek önemliydi ve ben de Almanca öğrenmeye başladım. 2007’de Berlin’e gittim. Bu arada masalları unuttum. 2008’de Berlin Sanat Üniversitesi’nde Tiyatro Pedagojisi Bölümü’nde master yapmaya başladım.


Dilini çok iyi bilmediğim, “yabancı” bir ülkede, kafamda bir sürü soru işareti, varoluşsal problem varken bir gün kendimi masal gibi bir derste buldum. İlk dönem eğitim programında "hikaye anlatıcılığı" diye bir ders vardı. Hocamız Prof.Dr.Kristin Wardetky Avrupa’nın farklı şehirlerinden hikaye anlatıcılarını çağırıyordu. Biz her hafta farklı bir anlatıcıyı dinliyor, onların sayesinde her defasında çocukluğumuza farklı bir yoldan gidiyorduk sanki. Dili henüz çok iyi bilmiyordum. Ama masal dinlerken sanki bir büyü gerçekleşiyordu ve farklı kültürlerden, farklı ülkelerden gelen bizler aynı dili konuşmaya başlıyorduk. Masalın dilini.. Hayallerin, rüyaların, ruhun dilini.. Ve yeniden Kurtlarla Koşan Kadınları hatırladım. Sanki bir çember tamamlanıyor gibiydi hayatımda.

Bir zamanlar beni çok etkileyen Kurtlarla Koşan Kadınlar kitabındaki masalları hatırladım yine. O zamanlar ruhumun derinliklerinde bir ses duyar gibi olmuştum: “Masallarla ilgili bir şey yapmalıyım!”

Sesler duyduğunuzu fark etmezsiniz. Çok sonra, size o sesi hatırlatacak bir şey yaşadığınızda hatırlarsınız. Bana da öyle oldu. Tutundum o sese.. Rasyonel aklın memleketi Almanya’da iç seslerime tutunmak, masalları bulmak da ayrı bir ironi.. Kristin bir gün bana; “Nazlı biz bu sanatı sizden öğrendik, sen de geldin yıllar sonra bizden öğreniyorsun” demişti..

Daha sonra, ezberlemeden “otantik tarzımızda nasıl masal anlatırız?”ı öğrendik. 2011 Nisan’ında yüksek lisansım bitti. Berlin’de yaşamaya, çalışmaya, projeler yapmaya devam ettim. Bu arada, üniversiteden sonra özel bir dans okulunda dans pedagojisi eğitimi almaya başladım. Aynı dönemde Berlin Sanat Üniversitesi’nde “Storytelling in Art and Education/Sanat ve Eğitimde Masal Anlatıcılığı” programı açıldı. Ben bu programa yazılmayı çok istiyordum ama elimdeki tüm parayı dans pedagojisi eğitimine yatırmıştım.

Bir gün Kristin’den bir mail aldım. Benimle kahve içmek istediğini ve bir şey konuşmak istediğini yazıyordu. Buluştuk. Benim için bir yerden burs bulduğunu, yeni açılan “Storytelling in Art and Education” programını isteyip istemediğimi sordu. Hayatın bana yaptığı güzellikleri seviyorum.. Yolları, yolculukları, karşılaşmaları.. Böylece 1.5 yıl süren bir eğitim serüveninin daha içine girmiş oldum. Bu eğitim de bittikten sonra “Hikaye Anlatıcılığı” alanında uzmanlaşmaya karar verdim. Yolculuğum hala devam ediyor..

Ne gibi zorluklar yaşıyorsunuz?
Aslına bakarsanız zorluk yaşamıyorum. Hayatta herşey olması gerektiği gibi oluyor zaten.

Önerdiğiniz kısa süreli eğitimleri kimler tercih ediyor?
Öğretmenler, çocuğuna daha iyi masal anlatmak isteyen ebeveynler, hikaye anlatıcısı olmak isteyenler, bankacılar, avukatlar, yani arayışta olanlar, masalların diline inananlar.

Günümüz çocukları masal dinlemeyi mi, masal anlatmayı mı daha çok seviyor?
Her ikisini de. Zaten dinleme ve anlatma edimleri bir madalyonun iki yüzü gibidir. Anlatma isteği bulaşıcıdır. Dinledikçe anlatmak ister insan. İki yıldır benden düzenli masal dinleyen çocuklarımın, ne kadar iyi anlatıcılar olduklarını gözlemliyorum. Sınıf öğretmenleri onlara kitap okuyacağı zaman, “hayır okuma anlat” diyorlar. Veya kendi aralarında sürekli masallar anlatıyorlar birbirlerine. Hatta bazıları bunu benden öğrenip okullarındaki diğer çocuklara da anlatmak istiyor. Ben de bu alanda çalıştırıyorum onları. Geleceğin anlatıcılarını yetiştiriyorum yani..

Ülkemiz insanının masal anlatma yeteneği var mı?
Hem de nasıl. Anlatma bizim kültürümüze içkin bir şey. “Hikaye Anlatıcılığı”nın kökleri kültürümüzde çok derin. Anadolu’da farklı anlatı gelenekleri gelişmiş zamanla. Gezgin anlatıcılar, meddahlar, dengbejler, aşıklar.. Her biri hikaye anlatıcısıdır. Bir de kiminle konuşsam mutlaka, annesi, babası, ninesi, dedesi veya komşu teyzesinden masallar dinlemiş oluyor. Sanki herkes bir şekilde geçmişte bu sanatla bir şekilde temas etmiş. Hikaye anlatıcılığı bir meslek olarak değerini zamanla yitirmiş olsa da, anlatıcılarla temas hiç kaybolmamış bence. Bunun dışında Türkçe, dil yapısı gereği anlatmaya teşvik ediyor sizi.

Bana göre Almanca çok daha kurallı, matematik gibi bir dil. Anlatmak istediğiniz şeyi, o duruma uygun kelimeleri bulup ifade edebiliyorsunuz. Biz de ise sürekli tarif ediyor, betimliyor, anlatıyor, anlatıyoruz. Örneğin birine adres tarif edeceğimiz zaman, sadece caddeyi, sokağı ve numarayı söylemeyiz. Meydana gelince heykeli sağına al, dümdüz yürü, biraz ilerde Migros var, oradan sola dön vs. şeklinde anlatırız. Yani anlatan adresi soran kişinin zihninde imajlar oluşturur. Soran eğer iyi dinlemişse adresi eliyle koymuş gibi bulur. Buradaki şey aslında çok basit. Anlatarak dinleyenin zihninde imajlar çizmek.. Hikaye anlatıcılığının temeli de budur zaten..

İstanbul'u beş duyunuzla tanımlar mısınız?
Sesler karmaşası ve gizemli sessizliğin şehri İstanbul. Tensel temasın eksik olmadığı şehir. Metroda, otobüste, sokakta sürekli birileriyle temas halindesiniz. İyot kokulu şehir. Aşure şehri. Gökyüzünün bir tehdit gibi tepemizde asılı olmadığı, mavi kubbeli bir şehir İstanbul..

İstanbul için bir hayal projeniz var mı?
Bir değil bir çok hayal projem var.. Bazılarını hayata geçirmek için ben ve arkadaşlarım birlikte çalışmaya başladık bile. Bir de henüz hayalini kurup büyütmekle meşgul olduğum hayal projelerim var. Ama bunları söylemeyeyim sürpriz olsun..


Nazlı Çevik, 1980 doğumlu. Hikaye Anlatıcısı - Tiyatro ve Dans Pedagoğu. 1999’da İstanbul Üniversitesi Veterinerlik Fakültesi’nde okurken Tiyatro ve Çağdaş Dans ile tanışmış, sanatı kendine meslek olarak edinmeye karar vermiştir. Tiyatro Manga ve Kadıköy Halk Eğitim Merkezi Deneme Sahnesi’nde tiyatro eğitimini, Oluşum Drama Enstitüsü’nde Drama Liderlik Programı’nı tamamlamıştır. Çadtal Dans Grubu’nda dans etmiş, Çatı, Dans Buluşma gibi kurumlarda Modern ve Çağdaş Dans, Kontakt Doğaçlama, Yoga, Butoh derslerine katılmıştır. 

İstanbul'da okullarda dört yıl drama liderliği yaptıktan sonra, 2007 yılında Berlin'e gidip, 2008-2011 yılları arasında Berlin Sanat Üniversitesi'nde Tiyatro Pedagojisi yüksek lisans eğitimini tamamlamıştır. Prof.Dr. Kristin Wardetky sayesinde tanıştığı Hikaye Anlatıcılığı alanında Almanya ve Avrupa'nın en önemli isimleriyle çalışmıştır. 2011-2013 yılları arasında aynı üniversitenin 1.5 yıllık “Künstlerisches Erzählen, Storytelling in Art and Education - Sanatsal Anlatım, Eğitimde ve Sanatta Hikaye Anlatıcılığı” programını bitirmiş, Berlin'de, Koreograf ve Dans Pedagoğu Nadja Raseweski'den “Yaratıcı Dans ve Okul” eğitimini aldıktan sonra, Dock11 Çağdaş Dans Okulu’nun “Dans Pedagogluğu” eğitimini de başarıyla tamamlamıştır.
Çocuklara ve yetişkinlere Türkiye’de ve Almanya’da Türkçe ve Almanca hikayeler anlatan Nazlı Çevik, Mart 2013’den beri İstanbul’da yaşamakta, Hikaye Anlatıcılığı eğitimleri vermekte, Hikaye Anlatıcılığı’nın Türkiye’de yeniden hatırlanması, geliştirilmesi ve uluslararası platformlara taşınması için çalışmalar yapmaktadır. Gerçekleştirdiği bazı projeler: 
  • Gençlerle “Kulak ver bana” uluslararası hikaye anlatıcılığı projesi (2014-2016) 
  • 2013 Uluslararası 1.Şirince Masallar Festivali organizasyonu, küratörlüğü ve masal anlatıcılığı 
  • Berlin’de “Anlatım Zamanı” projesi kapsamında okullarda, kültür merkezlerinde, yuvalarda , festivallerde Hikaye Anlatıcılığı (2009-2013) 
  • 2012’de kadınlarla “Brunnnen Mahallesi’nden Kadın Hikayeleri” hikaye anlatıcılığı projesini gerçekleştirdikten sonra aynı grupla projenin devamı niteliğindeki ikinci projenin “Bana Bir Masal Anlat Anne” yönetmenliği 
  • Astrid-Lindgren Çocuk Tiyatrosu’nda TUKI tiyatro ve anaokulları projesinde Paradiesvögel yuvalarında, SOS Çocuk “Tatilde Tiyatro” dernek bünyesinde İtalya’da çocuklarla tiyatro, dans ve hikaye anlatıcılığı (2010-2013) 
  • 2012’de Berlin çağdaş sanat müzelerinden biri olan Hamburger Bahnhof’da gençlerle “Memleket Oyunu” performans projesi 
  • Tiyatro pedagogları mesleki eğitim semineri “Sichten XIII” (2011) de çok kültürlü tiyatro alanında atölye çalışmaları 
  • Ballhaus Naunynstraße Tiyatrosu’nda, koregraf Canan Erek ile birlikte “Arzulanan Yolculuk”, “Sınıf Gezisi”adlı dans tiyatroları (2009-2010), “Tusch” tiyatro ve okul projesi kapsamında “Sonunda” adlı dans tiyatrosu (2011) 
  • Berlin Sanat Üniversitesi'nde (2010) “Nereden Nereye” Dans Tiyatrosu 
  • Çocuk Sanat Akademisi’nde (2011) “Bilmiyorum” Dans Tiyatrosu 
  • Moses Mendelsohn Lisesi’nde (2010) “Yaşamım Mutlulukla Dolu” ve “Bunu Yapabiliyoruz” adlı tiyatro oyunları (2012) 

9 Aralık 2014 Salı

Mert Özgen ve "No.5" Kadınları..

Mert Özgen.. İlk gördüğüm andan beri sevdim ben bu çocuğu.. İzlemeye başladım. Cesur, çalışkan ve kibar bir insan.

Resmini eleştirmek bana düşmez. Sadece şunu söyleyebilirim.. Onun kadınlarına baktığımda içim ürperiyor.. Acıyı ve duygunun nasırlaşmış halini hissediyorum.. Modern kadının porselen güzelliğinde  teni ve aldığı yaraların kapanamayan izleri beni derinden etkiliyor.. Başarılı resimler.. 

İstanbul'daki ikinci kişisel sergisinin açılışı çok kalabalıktı.. Benim gibi düşünen çok insan var demek ki.. Başarıları devam edecek biliyorum..

Yağlıboya ve desenlerden, farklı kadınlara ait hikayelerden oluşturduğu “No.5” adlı kişisel resim sergisi Galeri/Miz’de 4 Aralık’ta açıldı. 2 Ocak’a kadar gezilebilir. 

Beyazlığın içinde biraz moda, biraz opera... 
Mert Özgen, kadınlığa ait hikayeleri Puccini’nin, Donizetti’nin ve Verdi’nin operalarından, Carmen’den, Norma’dan esinlenerek yorumlamış.. 

Çağın en etkin moda ikonuyla birleştirip, kurguladığı portrelerle izleyiciyi kendi sahnesine davet ediyor.. Güzellik ve huzursuzluk, durağanlık ve yoğunluk zıtlıklarını kendine has diliyle resmeden Özgen, sahnede ve kamera önünde “nesneleşen” kadın figürlerini hikayeleriyle ve duygularıyla ele alıp, kadının gücünü, kırılganlığını, dinginliğini ve aşkınlığını anlatmayı amaçlamış.

Mert Özgen 1988 doğumlu. 
Mimar Sinan Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi Resim Bölümü, Neş’e Erdok ve Nedret Sekban Atölyesi’nden 2010'da mezun olmuş. 

2008 – 2009 yıllarında Erasmus bursuyla gittiği İtalya’daki Accademia di Belle Arti di Bologna'da sanat öğrencisi olarak bulunmuş. İstanbul Bilgi Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, Kültürel İncelemeler Yüksek Lisans Programı’nda eğitimine devam ediyor..

Kişisel Sergileri:

2014 "No.5"  Galeri/Miz- İstanbul
2013 "Ten/Flesh"  Galeri/Miz – İstanbul
2009 "Mert Art"  House Night – Bologna

Katıldığı Fuar ve Karma Sergiler:

2014  Contemporary Istanbul
2014  24.Artist Sanat Fuarı Tüyap İstanbul
2013  23.Artist sanat Fuarı Tüyap İstanbul
2010  İpek-Ahmet Merey Resim Yarışması
2009  19. Artist Sanat Fuarı Tüyap İstanbul
2009  Mostra International Transito - Accademia di bella Arti di Bologna
2008  Türk Kalp Vakfı 20. Resim Yarışması - İstanbul

8 Aralık 2014 Pazartesi

Banu Dökmecibaşı ve Deniz Güman.. Bu güzel denizci çift dünyayı dolaşmaya doğru yelken açtılar. Uğurlar olsun.. yelkenleri rüzgarla dolsun...


Yunan Adası IOS'ta
Banu Dökmecibaşı ve Deniz Güman... İki denizci dostum köpekleri Çika ile birlikte tekneleri Gezi'de yaşıyorlar. Geçen ay ülkeden ayrıldılar. Dünyayı dolaşabilmek için açtılar yelkenlerini..

İmreniyorum doğrusu.. Özgür, bağımsız, hayatı istediği gibi yaşamayı isteyen herkes gibi.. Bir gün inşallah hepimiz istediğimiz yaşamı yaşamaya cesaret edebileceğiz.. Onlar başardılar.. Denizlere açıldılar.. 

Nereye kadar? Ne zamana kadar? Gidebildikleri yere, gidebildikleri kadar.. Güzel olan da bu değil mi? Onlardan haber aldıkça buradan duyurmaya gayret edeceğim... Yelkenlerinden rüzgar eksik olmasın..


S/Y Gezi
Dünya seyahatine çıkmaya nasıl karar verdiniz?BD: Dünya seyahati olup olmayacağına yolda karar vereceğimiz bir yolculuk diyelim:) Denizde yaşam belki de bir süre sonra yola çıkma isteği doğuruyor.. belki de bir çocukluk hayali. Tam olarak bilmek zor benim için. Ama daha önce Türkiye kıyılarının çoğunu içeren uzun bir yolculuk ve bir kez de Yunan adalarında bir kış geçirdikten sonra galiba daha fazlasını istediğimizi hissettiğimizde karar verdik.

DG: Esasında bu bir dünya yolculuğu değil. Bir yerde sağ salim bitirdiğimizde arkamıza bakıp 'aaaa bu arada dünyayı da dönmüşüz.' diyebiliriz. Ya da bundan daha güzel bir şeylerden söz edebiliriz. önemli olan galiba dünyayı dönmek değil.



Nasıl bir rota ve süre planlıyorsunuz?
BD:Akdeniz’den çıktıktan sonra Kanarya Adaları üzerinden Güney Amerika’ya geçmeyi planlıyoruz. Güney Amerika’da önce Brezilya mı Karayipler mi olacağına da Kanarya’lara vardığımızdaki tarihe göre karar vereceğiz. Atlantik yaşamayı istediğimiz bir tecrübe. Ondan sonrasına ise zaman içinde karar vermeyi düşünüyoruz. Rotalar genelde klasiktir, ama Güney Amerika’ya geçtikten sonra Patagonya’ya inmek de hayalimiz. Herşey zamanla ve yolla belirlenecek galiba.

DG: Mevsim olarak Akdeniz'i geçmek için geç kaldık. Ocak 2015'te okyanusu geçip Güney Amerika'ya varmayı hedefliyoruz. Sonrasında da Patagonya'ya kadar inmek. Ama bu rotayı sonradan değiştirebiliriz.

Deniz dümen yalıtım çalışmasında
Sponsorunuz var mı?
BD: Belli bir sponsorumuz yok ama bu kararı verip de ciddi ciddi hazırlanmaya başladığımızdan beri dostlarımız o kadar yardımcı oldular ki bence en önemli sponsorluk bu. Türkiye’den çıkış sürecimizden başlayarak daha sonra yaşadığımız bazı teknik sorunlar için herkes elinden gelen desteği verdi ki bu insana müthiş bir güven veriyor. Maddi olarak birikimimiz ile idare etmeye çalışıyoruz, ilerideki planlarımızı tabi bu da etkileyecektir. Herşeye yolda çözüm bulmaya karar verdik sanırım:)

DG: Gerçek anlamıyla maddi anlamda da manevi anlamda da dostlarımız var. Sponsorluk kurumundan şimdilik uzak durmaya çalışıyoruz.

Kısa özgeçmişlerinizi ve tanışmanızı yazar mısınız?
BD: Ben endüstri tasarımı okudum ve bir süre mesleğimi yaptım. Aynı dönemde aletli dalışa fazlasıyla merak sarıp bir dalış okulu bile kurdum. Hatta bu sayede Greenpeace ile tanıştım. Deniz ile hem ortak bir arkadaşımız hem de Greenpeace sayesinde tanıştık:) Deniz o dönem Greenpeace’de çalışıyordu ve benim gönüllü dalgıç olarak katıldığım Rainbow Warrior gemisinde tanıştık diyebiliriz. Daha sonra ben de önce gönüllü sonra kampanya sorumlusu olarak Greenpeace’de çalışmaya başladım, iki yıl önceye dek, 14 yıl boyunca. 

Yolculuğa hazırlık kolay olmuyor

DG:  41 yaşındayım. 16 yaşımdan beri yelken yapıyorum. Önce hobiydi sonra mesleğim oldu. Amatör olarak dalgıçlık ve kimi sporlar yaptım. Bunun haricinde dondurmacıdan bilgisayar teknik servisine, endüstriyel tırmanıştan idari işlere kadar bir çok işte çalıştım. Son 10 yıldır kaptan ve yelken eğitmeni olarak çalışıyorum.

Ne zamandan beri teknede yaşıyorsunuz?
BD: Ben, 2001 yılından beri teknede yaşıyorum.
DG: 14 yıldır.



En keyifli ve en çekilmez yanları nedir?
BD: Sanırım en keyifli yanı evinin her zaman istediğin başka bir yere seninle gelebiliyor olması. Evini taşımadan, evinle taşınabiliyorsun:) Çekilmez bir yanı olduğunu düşünmüyorum ya da hissetmiyorum. Belki zor gelebilecek yanları var; örneğin sürekli bakım istemesi, iş listenin asla bitmemesi gibi:)

DG: Beni gerçek anlamıyla yoran tek şey bürokrasi. Bu satırları liman başkanlığı önünde yazıyorum. Saçma sapan deniz hayatını zorlaştırıcı işlerle uğraşıyorum. Eminim gideceğimiz yerlerde de benzer durumlarla karşılaşacağız. Bunun haricinde deniz üzerinden geliştirilen her türlü ilişkiyi seviyorum.

Teknede yaşayan başka dostlarınız var mı? Birlikte yaptığınız, ortak aldığınız kararlar var mı?
BD: Elbette. Türkiye’de teknede yaşayan ya da en az yılın yarısını teknesinde geçiren pek çok dostumuz var. Özellikle Gökova’ya taşındığımızdan beri teknede yaşayan pek çok dostumuz oldu. Gökova’da iken özellikle kışın oldukça sosyal bir yaşamın oluyor. Örneğin ben İstanbul’da yaşarken komşularımla birbirimize hiç ziyarete gitmezdik, Hatta çoğunu tanımazdım bile. Ama belli bir yerde teknesinde yaşayanlar arasında daha sıkı bir komşuluk oluyor. Birlikte iki tekne seyir yaptığımız da oldu, birlikte ‘ev’ partileri verdiğimiz de… Aslında yakın ev komşulukları ya da dostluklarından tek farkı genelde tekne-deniz konularının ortak olması ve herkesin sürekli teknesi ile uğraşması oluyor:)

DG: Var. Ortaklaşa yaptığımız seyirler var ama bizim çevremizdeki dostlarımız hep ilişkilerini bağımsız seçenlerden oluyor galiba. Beraber kaldımız bir limanda sabah kalktığımızda kimseye haber vermeden gidebiliyor olmak ve bundan dolayı mutlu olabilmeyi seviyorum. Bu arada yapmak isteyip de yapamadıklarım var. Mesela son 7 yıldır yaşadığımız Gökova’ daki bir ve çok yakınındaki iki olmak üzere kömürlü termik santrallere karşı bir araya gelememek gibi..

Örnek aldığınız denizciler ve seyahatler var mı?
BD: Birebir örnek aldığım kimse olduğunu söyleyemeyeceğim, bence herkes kendi deneyimlerini kendi yaşar ve hepsi de özeldir. Denizi hakkıyla yaşayan, yalnızca marina denizciliği yapmayan ve bundan keyif alan herkese saygım var. Bizim yapmaya çalıştığımız türden seyahatler yapmış pekçok kişinin yaşadıklarını, tecrübülerini dinlemek, okumak elbette çok öğretici ve keyifli. 



DG: Şu kişi veya bu yolculuk diyemem. Ama yarışmak dışında yapılan kişiye özel yolculuklar ilgimi çekiyor. Bunun illa denizde de olması gerekmiyor. Bu yolculuk karada da olabilir. Her yol galiba iç dünyaya yapılan bir başka yolculuk. Bunu anlatabilen herkesin yolculuğu ilgimi çeker.

Bize seyahatiniz boyunca bilgi ve fotoğraf aktarabilir misiniz?
Elimizden geldiğince elbette aktarırız. Ancak bunu ne kadar düzenli yapabiliriz bilemiyorum. Fırsat buldukça Facebook üzerindeki S/Y Gezi isimli sayfamızı güncelleyeceğiz. Eğer ilginizi çeken haberler olursa size o hikayeyi daha detaylı yazabiliriz.

Köpeğiniz bu duruma ne diyor?
Çika şimdilik durumun farkında mı emin değiliz:) "Daha çok karada zaman geçirelim" diyor galiba. Yine de geçirdiğimiz sürede anladık ki onun en büyük isteği hep bizimle olmak, koşulsuz bir şekilde. Zaten 2 aylıktan beri bizimle teknede yaşıyor, buna çok alışık ama kara görmeden uzun seyirlere de alışacak zamanla.. Çika daha yavru ve o bize biz de ona alışıyoruz. Artık ayrılmamız söz konusu olmadığından onun isteklerini sonuna kadar yerine getirmeye çalışıyoruz.