Selin Melek Aktan'ın, Apeiron Art Plus/Nişantaşı'nda 20 Mayıs'ta açılan Türkiye’deki 12.kişisel sergisi "Açıl Susam Açıl", 31 Mart'a kadar gezilebilir. Sanatçının çok sevdiğim hayat dolu, yapıcı ve olumlu kişiliği masalsı tablolarının figürlerine de yansıyor. Dans eden, sevgi'li figürler, mutlu ve yaşanası bir dünyanın habercisi gibiler..
Sanat ve sanatçı tarifiniz nedir?
Sanat ve sanatçı tarifiniz nedir?
Tanrının kendisinde var olup da bizlerle paylaştığı en güzel yeteneklerden biri yaratıcılık… Bu her insanda var olan bir özellik, ama çoğu kez bunu keşfetmekte geç kalıyoruz veya nasıl kullanacağımızı bilemiyoruz. Tabii yaratma gücümüzü kullanarak hayatımızda iyi şeyler de yaratabiliriz, kötü şeyler de… Bence yaratıcılığın başkaları ile paylastığımız, dışa en güzel yansıyan yönü sanat… Dünyada var olmayan birşeyi kendi dünyasına göre şekillendirip estetik bir biçimde ortaya koyan insanlara da sanatçı diyoruz.
İlham aldığınız, sevdiğiniz sanatçılar hangileri?
Hundertwasser’i ve resimlerini çok severim. Felsefesi olan, dünyanın tüm ülkelerinde yaşamış, hepsinde iz bırakan projelere imza atmış, çevre konusunda son derece güzel çalışmaları olan özgün bir sanatçı.. Viyana’daki Hundertwasser köyünde bizim Kapadokya’daki mağara evlere benzer yapılardan oluşmuş çevre ile uyumlu bir köy projesi var. İnsanın hem kendisinin hem de yaşadığı yerin doğa ile uyumu üzerine kafa yormuş bir sanatçı.. Santa Barbara’da yaptığı bir kilise var, rengarenk, aynı şekerlerden yapılmış bir ev gibi.. İnsanların korkmadan çekinmeden ve eğlence parkına girer gibi zevkle kiliseye girmelerini hedeflemiş.. Halen eserlerinin afişleri okyanuslardaki balinaların hayatını korumak için satılıyor. 1998’de ölmüş sanırım, hayattayken tanışamadığım için hep çok üzülmüşümdür…
Çalışmalarınızda beslendiğiniz kaynaklar neler?
Farklı ülkelere seyahat etmenin, yeni kültürlerle tanışmanın beni en çok besleyen unsur olduğunu söyleyebilirim. Uzak Doğu Afrika, Güney Amerika gibi bizden çok farklı kültürlere sahip ülkelerden her zaman yeni fikirlerle dönüyorum. Bazen izlediğim bir film, okuduğum bir roman, hatta bir dükkanda gördüğüm bir kumaş parçası bile bana ilham verebiliyor.. Doğayla bütünleşmenin insan ruhunu arındırdığına ve yaratıcılığı beslediğine inanıyorum.. Son müzik albümümdeki üç parçamı sabahın 06.30’unda gün ağarırken etrafta an be an değişen renklere bakarak Maçka Parkı’nda yürürken yapmıştım. Sürekli aynı şeyi yapmaktan sıkılan bir yapım var.. Şiir, müzik, resim, heykel gibi disiplinler arası gezinerek kendimi yeniliyorum. İnsanoğlunun her hali bizlerin duygu dünyasına etki edip eserlerimize yansıyor..
Sanatçının arayışı hiç bitmez… Bende de sürekli daha iyiyi arama ve yaratma mücadelesi var.. Kendimle acımasız bir yarış içindeyim. Kendimi tekrarlamayı sevmediğim için hep bir öncekinden farklı şeyler yapma telaşındayım. 100 tane aynı resimden üretebilecek bir yapım yok. Yaptığım şeylerin yalnız beni değil, başka insanları da mutlu etmesini diliyorum. Dünyada yeteri kadar mutsuzluk ve sıkıntı var.. En azından benim eserlerim öyle olmasın istiyorum. Yıllar içinde sanat adına yaptığım şeylerin topluma artı bir değer katmasını arzu ediyorum. Sosyal sorumluluk projelerine sanatımla katkı sağlamaya çalışıyorum. İki müzik albümüm ve bir şiir kitabım eğitim projelerine destek amacıyla satılıyor. Çevre ve geri dönüşüm konusunda daha duyarlı oldum. Buna katkı sağlamak amacıyla 2-3 yıl önce eski çantalardan yeni bir tasarımla bir “art bag” koleksiyonu yapmıştım. “Sonsuzluğun mesajı” isimli abstrak koleksiyonum doğaya verdiğimiz zarara dikkat çekmeye çalışıyordu. Son senelerde sokaklarda bulduğum atıkları değerlendirmeye çalışıyorum. Çöp diye atılan bir şeyin bir sanat eserine dönüşmesi bana inanılmaz keyif veriyor.
"Renk" kavramı için sanatınız dışında neler anlatmak istersiniz?
Canlı renklerin insana enerji verdiğine inanıyorum. Bu yüzden keyifsiz olduğum günler elim otomatik olarak siyaha gitse bile, eğer o an aklıma gelirse bana enerji verecek bir renk seçip giymeye çalışıyorum.. Beyaz bana sükuneti ifade ediyor... Belki de bu yüzden karı çok severim... Doğaya baktığımızda aslında denizlerin dibinden dağların tepesine kadar her yerde renk var. Anadolu’ya köylere bakın, basmaları yazmaları hep allı güllü renkli.. Çünkü çiçeklere, kuşlara, kelebeklere, kısacası doğaya yakın yaşıyorlar. Şehir hayatının temposu insanları renkten uzaklaştırıyor diye düşünüyorum. Betonların grisiyle çevriliyiz ve gitgide doğadan uzaklaşıyoruz.. Renklerimiz de gitgide grileşiyor.. Renklerimiz mi önce grileşti yoksa hayatlarımız mı? diye sorsak sanırım burada tavuk mu yumurtadan çıktı, yumurta mı tavuktan? hali söz konusu ..
Ve siyah... Bugün hepimize aynı şeyleri düşündürüyor.. Söylemek istedikleriniz var mı?
Siyah içinde hüzünü, sıkıntıyı, aynı zamanda gizemi, yok oluşu barındıran bir renk.. Bir nevi kalabalıklar içinde kaybolma hali.. Ben genelde canlı ve kontrast renklerle çalışmayı sevsem de, arada bir gönlümde barındırdığım hüzün ölçüsünde siyaha boyadığım birkaç tuvalim var. Sonradan karşılarına geçip baktığımda geri planda çok flu meydana çıkmayı bekleyen renk fısıltıları fark ediyorum. O tablolarıma bakmak beni hüzünlendiriyor. Biliyorum ki o aralar pek mutlu değilmişim ve herşeye rağmen iyi olmak için çabalıyormuşum..
“Açıl Susam Açıl” sergimin ana materyali eski Nişantaşı apartmanlarının gözden çıkarılmış eski kapıları.. Oturduğum ve çalıştığım bina 1935 yılında yapılmış.. Nişantaşı’nın eski apartmanlarındaki dairelerde genellikle bir ana kapı, bir de servis kapısı varmış. Büyük şehir hayatı bizleri zaman içerisinde malum nedenlerle zevksiz çelik kapılara mahkum etti.. Üç yıl önce Apeiron Artplus Galery’i açarken iki adet eski daire kapısını değiştirmemiz gerekti. Masif ağaç, güzel işçilikli kapılardı.. Atmaya kıyamadım. Zamanla kapı merakımı görenler bana başka kapılar getirdi. Bir kısmı eskiden salon salamanje tabir edilen odaların dar uzun camlı kapıları. Onları unutuldukları köşelerden çıkarıp alt yapı olarak kullanmaya karar verdim.. Böylece semtin yeni hayatına katılarak bir şekilde yaşamlarına devam etsinler istedim.
Açıl Susam Açıl Sergisinin açılış tarihinde Soma felaketini yaşadık. Kuşkusuz yaşananlar çok acı.. Serginin tüm gelirini felaketzedelerin çocuklarının eğitim giderlerine aktarmaya karar verdik. Umarım ‘’Açıl Susam Açıl’’ kapıları mağdurların hayatlarındaki acılara bir nebze olsun merhem olur..
Sanat - mutluluk ilişkisi nedir size göre?
Yaratım süreci bir nevi meditasyon gibi.. Ürettiğim zamanlar hayatta en mutlu olduğum zamanlar… Negatifi pozitife çevirmeyi arzu eden bir yapım olduğu için, mutsuz olduğum zamanlarda da sanatı çıkış aracı olarak kullandığım oluyor. İki yıl önce duygusal anlamda beni zorlayan bir yaz geçirmiştim.. O süreçte tüm duygularımı müziğe aktardım ve sözü besteleri bana ait 7 şarkıdan oluşan ‘’Şaka Gibi Herşey” isimli ikinci müzik albümümü çıkardım. Bu dönüştürmeden çok keyif aldığımı söyleyebilirim.
"Ben sanattan anlamıyorum" lafı hakkında neler söyleyebilirsiniz?
Bu sözü en çok sergilerde duyuyorum ve böyle söyleyenlere, “anlamanız şart değil, sevmeniz kafi” diyorum... Bence bir resme baktığınızda veya bir müziği dinlediğinizde onu anlamaya çalışmak çok gerekli değil.. Sizde yarattığı duygulanım önemli.. Eseri kendinize göre yorumlama hakkınız var ki, bu belki de onu yaratanın süreçteki düşünceleri ile aynı olmayabilir. Sanatçı yarattığında nasıl istediği gibi özgür olma hakkına sahipse , izleyen de izlediğinden keyif alıp almama, beğenip beğenmeme hakkına sahip olmalı.. Sanatçılar yapar, diğerleri izler ve herkes kendine göre yorumlar. Hayat çok kısa.. Teoriler üretip çok da fazla kasmaya gerek yok..
Sanat - toplum arasındaki mesafeyi daraltmak adına neler önerebilirsiniz?
Sanatın sokağa inmesini isterim ve tabii bir de insanların çocuklarını küçük yaşta sergilere, müzelere, konserlere götürmeye başlamalarını.. Bizde hala galerideki sergiye giriş paralı mı? Ne kadar para ödememiz gerekir? diye soranlar var mesela..
Geçen gün Maçka Parkı’nda çimlerin arasında yürürken, küçük beton basamaklara yazılmış bir şiir dizesi gördüm. Altında “şiir sokakta” yazıyordu. Beklenmedik tatlı bir sürprizle karşılaşmıştım.. Öyle hoşuma gitti ki, anlatamam… Diğer sanat kolları da ufak ufak sokağa taşınsa ve gündelik hayatın içinde insanlarla kaynaşsa ne iyi olur değil mi?
İstanbul tutkuyla bağlı olduğunuz kaprisli bir sevgili gibi.. Üzüyor, kırıyor, acıtıyor ama olmadık bir anda öyle güzel birşey yaşatıyor ki şikayet etseniz bile ondan vazgeçemiyorsunuz ve bu aşk yıllarca devam edip gidiyor. Dünyanın neresine gidersem gideyim özlediğim şehir. Eskiyle yeninin karışımı bir şehir, her yerinde ayrı bir enerji.. Kilo aldıracağını midenizi yoracağını bilseniz bile yemekten kendinizi alıkoyamadığınız bol baharatlı leziz bir yemek gibi.. Darbuka ve kanun sesiyle, çello, piyano bir arada. Dünyanın tüm renklerini bünyesinde barındıran baş döndürücü hızda bir şehir..
İstanbul için bir hayal projeniz var mı?
İstanbul’un kültür başkenti olduğu yıl önerdiğim bir projem vardı, hala olmasını çok isterim. Atatürk ve Sabiha Gökçen havaalanları uluslararası uçuşlar için çok özel ve güzel bir konumda.. Bazen insanlar bağlantılı uçuşlar için 3-4 saat dışarı çıkmadan havaalanında geçiriyorlar. Orada küçük de olsa bir güzel sanatlar müzesi olmasını, içinde sanatçıların eserlerinin afiş baskılarının veya günlük hayatta kullanılacak tasarım ürünlerinin olduğu art shopların olmasını çok isterim. Ayrıca havaalanında kapılara giden yollar üzerinde o kadar çok boş duvar var ki.. Oralara sanatçıların tablolarının büyük boy afişleri asılabilir. Cam fanuslar içinde son derece büyük ve etkileyici heykeller olsa o da çok hoşuma giderdi. Sanat havaalanından başlasa, ülkemize ayak basan turistleri önce ülkemizin sanatçılarının eserleri karşılasa muhteşem olmaz mıydı? O seneler bu konuda bir iki yazı yazmıştım, sonradan bir iki ufak deneme oldu ama hepsi güdük ve son derece amatörce kotarılmış şeylerdi, kimse farkında bile olmadı tabi ki.. Dünyadaki bir iki tanınmış romancıya içinde Istanbul’da geçen hikayeler olan romanlar yazdırmak isterdim.