11 Şubat 2015 Çarşamba

Işıl Gönen: “Sanat, sizde size rağmen var olmaktadır ve onu görünür, duyulur, hissedilir kıldığınızda, açığa çıkan kendi potansiyelinizdir. Bunun yarattığı sevinç, öz varlığınızın deneyimlenmesine aittir ki bu benzersiz, bütüncül bir mutluluk hediye eder.”

"Evvel Ahir İçinde" 100x120cm,
tuval üzerine karışık teknik
Işıl Gönen’in "Herkes Kendi Kendinde” isimli beşinci solo sergisi, Derinlikler Sanat Galerisi'nde 12 Şubat - 7 Mart 2015 tarihleri arasında izlenebilir. 

Işıl Gönen resimlerinde, tarih boyunca tüm kadim geleneklerde anlatılan, baba evinden ayrılıp çöle çıkan insanın, mitler/arketipler aracılığıyla kendini gerçekleştirme ereğine yönelişi konu edilmiş.

Sanatçının geçmiş sergilerinde izlemeye başladığımız deneysel malzeme kullanımı, bu sergisinde çok daha belirgin. Çimento harcı benzeri kumlu karışımlar, tül, keçe, deri, ağaç ve tüy gibi malzemeler, resimlerdeki simgesel dili kuvvetlendiriyor.. 

Serginizin öyküsünü aktarabilir misiniz?
“Herkes Kendi Kendinde”, ilk iki bölümünü 2011 ve 2012 yıllarında gerçekleştirdiğim “Evvel, Ahir…İçinde” ve “Herkes Kendi Mitinde” serisinin üçüncüsü. Bu sergi ile üçleme tamamlanıyor. Serginin temel metni İbn’ül Arabi'nin eseri "Fusûsu'l Hikem".


İbn’ül Arabi, bu eserinde adı geçen yirmi yedi peygamberin her birinin birer “hikmet”i, “kelime”yi temsil ettiğini söyler ve bizlere bu kelimelerin özlerini açıklar. Bu hikmetler, ilkeler olarak Jung’un “bilincin, bilinçdışına keşif yolculuğu” olarak tanımladığı insanın bireyleşme sürecinin, yol tabelaları, kilometre taşlarını işaret eder. Resimlerimde tüm bu yolculuğun, “temel varoluş öyküleri” denilen ve arketiplerin temsilcileri mitler eşliğinde bendeki yansımalarını izliyoruz.

Resim yapmaya nasıl başladınız?

Resimle ilişkim çok küçük yaşlarıma dayanıyor. Sanatın hep baş tacı olduğu bir evde büyüdüm. Annem ve babam müzik eğitimi almışlar. Annem resimle de ilgilenir, halen de takı tasarımcısıdır. İlk günlüklerim, onun eskiz defterlerinin boş kalan sayfalarıydı. Henüz ilkokul dönemindeyken annemle birlikte ayakkabı kutusunun içinde sergi davetiyeleri biriktirirdik. Çocukken, dinlediğim müzikleri çizerek tarif eder, yakınlarımın seslerini, renklerle karşılaştırırdım. Farklı işlerle meşgul olmam gerektiğinde dahi elimde kalem, boş ya da değil bulduğum her kağıt parçasına iz bırakmaya devam ederdim. 

Hasta olup okula gidemediğimde en büyük zevkim, dedemin bez ciltli “Büyük Ressamlar Ansiklopedisi” ve annemin büyük, resimli mitoloji kitabıyla birlikte yatağımın içinde başka dünyalara dalmaktı. Üzgün olduğumda babam neşemi yerine getirmek için beni büyük kırtasiyelerin resim malzemesi reyonlarını gezmeye götürürdü. 



Harun.. Musa'nın Anahtarı, 80x80cm,
Tuval üzerine karışık teknik
Ortaokul yıllarında resmin benim için vazgeçilmez olduğu iyice belli olmuştu ve ailemin de özenli takibi ve yönlendirmesiyle, o zamanlar henüz ilk olan İstanbul Anadolu Güzel Sanatlar Lisesi Resim Bölümü sınavlarına hazırlanıp, kazandım. Ardından Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi Resim Bölümü’nde devam etti eğitim yolculuğum.

Resimlerinizin değişim ve gelişim sürecini kendi gözünüzden değerlendirir misiniz? 
Resimlerimdeki değişimleri birkaç döneme ayırabilirim. İlki akademik eğitim alırken atölye geleneği parantezinde devam eden, malzemeyi, tekniği tanımaya çalıştığım, klasik olanı, -izm’leri, ustaların yollarını tahsil ettiğim dönem. 
Ardından 2000 yılında mezuniyetim sonrası bir on yıl “Işıl nerede?” dönemi. Bu dönemde kucağıma hoşgelen kızım Doğa ve oğlum Çınar’ı, anneliği, yaptığım yolculukları, hayatıma giren ve hayatımdan çıkanların yansımalarını resmettim.

2010 yılında açtığım A’mâk-ı Hayal Sergisi, yeni bir dönemin başlangıcıdır benim için. Tüm o aramaların, “bu değil, burada da değil”lerin ardından, kadim gelenek ile tanışmak, o büyülü dilin benim için yepyeni olduğu kadar hayli de tanıdık olması hayranlık uyandırıcıydı. Kadim gelenek, mitler ile bağ kurup, bu halin zevkine vardıkça da “insan oluş”u anlatan bu zamanlar üstü “mitik” dil ile kendime ait ipuçlarıyla donandım. İşte kadim metinler eşliğinde, seriler halinde devam eden sergilerimde bu ipuçlarının, keşiflerin tezahürlerini izliyoruz.

"Haberci (Murat)", 120x100cm., 
Tuval üzeri karışık teknik
Sizi tetikleyen unsurlar, ilham kaynaklarınız neler?
Kadim Anadolu Geleneği, mitler, ezoterik metinler, rüyalar… tüm bunlar bize bizden haber veren kilometre taşları ve sembollerle ör(t)ülü bu dil sanat üretimi için bitimsiz bir kaynak. 

Sanat ve sanatçı tarifiniz nedir?
“Sanat ruhsallığa elbise giydirmektir” der bir bilge…tüm tanımların ötesinde sanatın ve sanatçının temel sorumluluğu, özgün olmaktır.

Mutluluk ve sanat arasındaki ilişki nedir sizce?
Sanat, sizde size rağmen var olmaktadır ve onu görünür, duyulur, hissedilir kıldığınızda, açığa çıkan kendi potansiyelinizdir. Bunun yarattığı sevinç, öz varlığınızın deneyimlenmesine aittir ki bu benzersiz, bütüncül bir mutluluk hediye eder. Kendi öyküme dayanarak, sanatçı her üretiminde o sondaki sevince, mutluluğa talip olarak yaşar ve kabul eder tüm sancıları.

Sanatın insan yaşamındaki yeri ne olmalı?
Sanat kişilerin yaşamında ne kadar yer kaplıyorsa, kişilerin oluşturduğu toplumun düşünce yetilerinin, anlayışının, vicdan estetiği ile yenileneceği ve alınan kararların ve yapılan seçimlerin bu estetik anlayış ile birleştirici ve dönüştürücü olacağını düşünüyorum. 

Günümüz sanatı hakkında neler söyleyebilirsiniz?
Günümüz sanatının bir hitap ve muhatap ilişkisi içinde şekillendiğini düşünüyorum. Sanatın temel niteliği özgün olmasıdır ancak bugün çağdaş sanat adına yapılanların daha çok, söz sahiplerinin beğenileri ve retleri üzerinden şekillenen, kendi değil de, “gibi “ olmakla kalmış, kavramsal yapının, eserin kendisinden ziyade eklenmiş altyazılarında okunabildiği üretimler olduğunu gözlemekteyim. Oysa bir ustamın dediği gibi “Sanat, yalancı değildir. Yalancılığı kaldırır.” Bu konuda sanat yazarı/ eleştirmenlerinin, galeri sahiplerinin, yönlendirmeleriyle, bu dönemin sanatı olarak, on yıllar sonraya ne bırakacağımız ile ilgili büyük sorumluluk sahibi olduklarını düşünüyorum.

İstanbul'u 5 duyunuzla tanımlamanızı istesem..
İstanbul’un balık çarşıları karakteristiktir, hele bir açken girin bir tanesine, Üsküdar, Kadıköy, Beyoğlu… her bir balığın, ekmeğin, köşede yeni kavrulan kahvenin, taze sebze ve meyvelerin kokuları birbirlerine karışır ancak hepsi de saygılıdır, kimse bir adım önden gitmez.

Renkler en canlı halleriyle tezgahlarda serilmiştir, koca bir paletin içindesinizdir, dokunmak serbesttir. Sesler her telden söyler, sıkı pazarlıklar vardır, davetkar sloganlar, kendi kendine fısıldayarak yapılan cüzdan hesapları… Elbette İstanbul rakıdır, kahvedir… Benim İstanbul’um sohbet sever…

İstanbul için bir hayal projeniz var mı?

Geçmişin özenli mimari estetiğini, teknoloji ile günümüz gereksinimlerine uygun halde yeniden yorumlanması, koruma ve restorasyon adı altında yapılan çalışmaların hakikaten asıllarına sadık kalma nezaketi ve sorumluluğu ile sürdürülmesi… ve özellikle terk edilmiş halde bekleyen bir çok güzelim yapının, üreten insanlara atölyeler olarak tahsis edilip, yaşar (ve yaşatır) hale getirilmesi…


www.isilgonen.com

Işıl Gönen
İstanbul Güzel Sanatlar Lisesi Resim Bölümü 
eğitiminin ardından, 2000 yılında Mimar Sinan Üniversitesi Resim Bölümü’nden mezun oldu. 
Katıldığı çeşitli fuar ve karma sergilerin ardından 
Amak-ı Hayal (2010), 
Evvel, Ahir… İçinde (2011), 
Herkes Kendi Mit’inde (2012),
Balık Deryanın İçinde, Deryadan Habersiz (2013)
adlı solo sergileri ile Derinlikler Sanat Galerisi’nde izleyiciyle buluştu.

7 Şubat 2015 Cumartesi

Bazı Yüzler Unutulmaz.. Galeri Eksen'de

"Tuncel Kurtiz"  Zafer Erkan, 50x95cm.Tuval üzeri yağlıboya ve akrilik.
Nişantaşı Galeri Eksen’de “Bazı Yüzler Unutulmaz” Sergisi 12-28 Şubat 2015 tarihleri arasında açık kalacak. Serginin konseptini unutulmaz bakışlar, gülen, konuşan gözler, çok farklı anlamlar barındıran yüzler üzerine portreler oluşturuyor.

Resim, heykel, seramik, illüstrasyon, dijital baskı, video ve fotoğraf olmak üzere disiplinlerarası sergiye katılan sanatçılar Ahmet Kiracı, Aslıhan Aksun, Berrin İlhan, Beste Koş, Ceren Topsakal, Çağdaş Erçelik, Deniz Gökduman, Ercan Olgun, Esra Kürtür, Ethem Onur Bilgiç,  Ezzaldin Shahrori, Gökçe Pehlivanoğlu, Harun Tole, Maryam Sahafzadeh, Murat Berköz, Nezihe Bilen Ateş,Onur Şenbaş, Saydan Akşit, Tayfun Gülnar, Yeşim Ustaoğlu, Yoldaş Ataseven, Zafer Erkan.


Küratör Şeref Akşit: “Bazı yüzler, baktığımız ilk andan itibaren bizi etkisi altına alır ve aynı sonsuz anlarda belleğimizi o donuk zamana hapseder. Sanat tarihinde eşsiz figürlerin unutulmaz yüzleri; Michelangelo’nun kavmine kızan Musa’sındaki kızgın, tatminsiz yüzü, Da Vinci’nin Mona Lisa’daki hüzünle karışık gülümseyen yüzü, Bernini’nin Davut heykelinde, Golyat’a taş atan öfkeli bakışları… Müzik dünyasında “Rock N Roll’un büyükannesi” lakabıyla Tina Turner yılmaz kahkaha dolu gülümseyişiyle, reggae müziğinin babası Bob Marley’in sıcak, umutlu gülüşü…

Filmlerden izlediğimiz bazı özel yüzler de asla unutulmaz; Persona filmindeki Elisabeth karakterinin durağan, kendini beğenmiş özgüvenlikteki geniş, arzu nesnesine dönüşen ölümsüz yüzü, Jack Nickolson‘ın Jack Torrance karakteriyle Shining filmindeki manik/korkutucu bakışları, Marlyn Monroe’nun ölümsüz pozlarındaki şuh, sıcak gülüşü, Brad Pitt’in Fight Club filmindeki yakışıklı ama serseri haliyle Edward Norton’a dönen çoklu yüzü, Bir Zamanlar Amerika filmindeki ‘Harmonika’ karakteriyle Charles Branson’un ölümlere alışık soğukkanlı yüzü, Casablanca filminin unutulmaz yüzü Inrad Bergman, Türkan Şoray’ın biraz utangaç, biraz şımarık bakışları, Şener Şen’in şakacı gülümseyişi, Yılmaz Güney’in “çirkin kral” bakışları, Barış Manço’nun efsanevi güleç yüzü, uzun saçları, Turist Ömer Sadri Alışık’ın güldürürken düşündüren saf/kurnaz bakışları, uzun yıllar toplumcu gerçekçi filmlerde oynamış “ağır abi” Tuncel Kurtiz’in toplumsal duyarlığını sürdürdüğü kederli, kaygılı bakışları.

Diğer yandan siyaset/politika dünyamıza yön vermiş, pişkinliğin ‘her şeye bir kılıf uydururuz’un bulucusu “Demokrasilerde çare tükenmez” lafının ebesi Süleyman Demirel gülüşü, Hindistan’ın İngiliz sömürülerine karşı pasif direnişiyle efsaneleşen kurtuluş kahramanı Gandhi’nin dingin, vakur yüzü…

Aşina olduğumuz yıldızlardan, hiç tanımadığımız, bazen ışıklarda karşıdan karşıya geçerken bir anda tutulduğumuz ve bir daha hiç görmediğimiz, benzerine rastlamadığımız, rastlayamayacağımız görsel hafızamıza kazınmış unutulmaz yüzler.  Bir kaş-göz, bakış, bazen bize sempatik, dikkat çekici gelir ya da karizmatik görünür, o bakışa yoğun anlamlar yükler, çok şey katarız. Daha sonra sahip olmadığı ve belki hak etmediği anlamları bile ona biz yakıştırırız. O bıraktığı iz zihnimizden hiç silinmez ve bazı keskin hatılı, belirgin yüzler gerçekten unutulmaz.

Diğer yandan, tam tersine, bazı yüzler de net hatırlanmadığı, çocukluğumuzdan beri görmediğimiz, tam anımsanamadığı, ya da flu hatırlandığı, şu an hayatta olmayan veya uzaklara gidip haber alamadığımız bir yakınımızın belirsiz yüzü asla unutulamaz. Çocukluğumuzda hatırladığımız o hayaletsi silüeti gözlerimizin önünden gitmez.” 

Open Call // Open Door Sergisi 6 Mart'a kadar gezilebilir..

Nesrin Esirtgen Collection, Mısır Apartmanı'nın 5. katındaki mekanında 20 Ocak- 6 Mart arasında açık kalacak Open Call // Open Door Sergisi’nin katılımcıları, Deniz Derin Akıncı, Asphodel, Sibel Diker, Ahmet Rüstem Ekici, Özge Enginöz, Şinasi Göktürkler, Mehmet Can Gürsoy, Selma Hekim, Tuba Merdeşe, Mary Moon, Umut Özöver, Esra Sağlık, Kıvılcım Harika Seydim, Güneş Topalöz, Ozan Uzun.  Sergi, pazar pazartesi hariç her gün 11:00 - 18:30 saatleri arası gezilebilir.

Nesrin Esirtgen, hem koleksiyonunu sanatseverlerle paylaşabilmek hem de Türkiye’deki sanat ortamına katkıda bulunabilmek amacıyla kurduğu, ticari kaygı taşımayan mekanında sanatçılara hayallerindeki projeleri gerçekleştirebilmeleri için destek veriyor. 


Sergi’deki Toplar çalışması Ahmet Rüstem Ekici’ye ait:


"Top nesnesi, medeniyetler boyunca insanları birleştiren spor dallarının, oyunların, insanları bir arada tutan gücü ile eğlencenin aracı ve çoğu zaman da rekabetin nedeni olmuştur. Aynı zamanda top çocukların dışarı çıkma araçlarından biridir. İçeride yer alan baskılı dünyadan kurtuluş, sokağa kavuşmada kullanılan en küçük ulaşım aracıdır. Sokaklara dökülmedir.

Top asiliktir, baş kaldırıştır, bazen gitmemesi gereken yerlere giden top, çocuğun tanık olduğu ilk bıçaklı vahşetin kurbanı olabilir. Masumiyetinin yanında ayrımcılıklara da sebebiyet veren özelliği, kümeleştirme, kutuplaştırma gibi ötekileştiren bir tutumda sergileyen top, etkisinden uzun süre kurtulamadığım 1993 yılına ait, senaryosu Cemal Şan tarafından yazılmış, Orhan Oğuz tarafından yönetilmiş ve yapımcılığını Memduh Ün'ün üstlendiği "Dönersen Islık Çal" filminin final sahnesinin unutulmaz bir parçasıdır.

İstanbul'da yaşamadığım dönemlerde onlarca bina arasında final sahnesi ile hafızama kazınan bu film, İstiklal Caddesi’nde her yürüdüğümde, filmdeki cücenin yaşanmamış çocukluğu, gizlice sakladığı onlarca topun, ölümünün hemen ardından filmin diğer öteki karakteri olan travesti tarafından bulunması ve bu topların İstiklal Caddesi’ne fırlatılmasını aklıma getirir.

Nesin Esirtgen Galerisi ziyareti sırasında, İstiklal Caddesi’ne açılan bu kapı ve pencereden görünen filmin çekildiği teras, her daim bu film ile bağlantımı korumama neden olmuştur. Topların çıktığı geçit, film ile aramdaki bağın gizli kapısıdır. 

Topları sadece ana ve ara renk olarak ayırmamaya gösterdiğim özen, evrende her türlü zıtlığın ara formlarının da yer almasına bir gönderme ve bütünlük hassasiyetidir. LGBT temalı bir film olmasına ek olarak yayılma durumu, ana cinsiyet baskıncılığına bir son, ara, hatta hiç sayılanların kapılar ardında gizli kalmama, kalıplara sığmama, bireysel ve kitlesel bir özgürlük coşkusudur. Galeride dolaşan top ise ona istediğiniz rengi ve yeri vermeye özgür olduğunuz, saf parça olarak nitelendirilebilir"