23 Nisan 2012 Pazartesi

İstanbul'un Sokak Köpekleri

31. İstanbul Film Festivali'nde izlediklerim arasında belgeseller de vardı. Festival listelerimin vazgeçilmezleri olan belgesellerden birini özellikle çok merak ediyordum. Pek severek okuduğum İstanbul'un Köpekleri kitabının yazarı Catherine Piguet, bu belgeseli yaratandı. Yönetmen koltuğunda da Hayırsız Ada animasyonuyla Cannes'da da ödül alan: Serge Avedikian.

Bir öğlen tatilinde belgesel çekim ekibini Beyoğlu'nda görmüştüm. Ekipte yeralan arkadaşım Tolga'ya heyecanımı belli etmiş:"Şu sokaktaki kara köpeği de çekin, buradaki sarı köpeği de çekin" diyerek kendimce tanıdık simaların adreslerini vermiştim. Film çekildi ve sonunda beyazperde de izleme vakti geldi. Her gün selam çaktığım, bir dolu fotoğrafını çektiğim Sehpa belgeselin yıldızıydı.

Yönetmen Avedikian, bir röportajında, şehri köpekler sayesinde öğrendiğini söylüyor. Bir turistin, hatta belki İstanbul’da yaşayanların çoğunun göremeyeceği yerlere gitmiş onların peşinden. Tam da benim gibi, onlarsız bir İstanbul düşünemiyorum, ama iyi olmalarını istiyorum, aynı yerlerde aynı mutlu ve sağlıklı bir biçimde görmek istiyorum. Bu büyük bir istek mi? Bence hayır! İstanbul, biz insanların olduğu kadar onlarında da patilerini basa basa yürüyeceği bir şehir!

İşte benim objektifimden İstanbul Sokak Köpekleri yeni albümü karşınızda!

Onu daha önce buradan hatırlarsınız, Çırağan - Beşiktaş dolaylarından bir dost.


Sarışın arkadaşıyla sabah dedikodusunda...

Taksim AKM önü, sanatsever köpeği, yıllardır oraları bekliyor.


Burgazada'nın iskele ekibinin en kızılı, yirim.

Tophane Gülü, yıllardır orada yokuşu çıkarken solda görürsünüz. Ceyda ile meşk içinde...

Sevgilim! Bir sabah görmesem meraklanıyorum, İstiklal Caddesi'nin girişinde...

Beni görünce, başlar oyuna. (Blogun yıldızlarından biri kendisi)

Patiler de havaya: Çak dostum!

Burgazada sakinleri'nden kendisi...




Sevgi gördü mü, memişler fora...

Adalardan bir yar sevdim; uykucu mu uykucu...

Kilise duvarı bekçileri, Burgazada

Biri bana mı seslendi? (Beşiktaş, iskele civarı)

Patilere dikkat! (Burgazada) 


Bilge köpek! Tepebaşı, Pera Palas Oteli civarı

"Bu kuru mamalar pek lezzetsiz, bana şuradan bir kıymalı börek alsan!" (Sarıyer)


13 Nisan 2012 Cuma

"Canım İstanbul" İbrahim Sadri seslendirmesiyle (N. Fazıl Kısakürek)



CANIM İSTANBUL
Ruhumu eritip de kalıpta dondurmuşlar; 
Onu İstanbul diye toprağa kondurmuşlar. 
İçimde tüten bir şey; hava, renk, eda, iklim; 
O benim, zaman, mekan aşıp geçmiş sevgilim. 
Çiçeği  yaldız, suyu telli pulludur; 
Ay ve güneş ezelden iki İstanbulludur. 
Denizle toprak, yalnız onda ermiş visale, 
Ve kavuşmuş rüyalar, onda, onda misale. 

İstanbul benim canım; 
Vatanım da vatanım... 
İstanbul, 
İstanbul... 

Tarihin gözleri var, surlarda delik delik; 
Servi, endamlı servi, ahirete perdelik... 
Bulutta şaha kalkmış Fatih'ten kalma kır at; 
Pırlantadan kubbeler, belki bir milyar kırat... 
Şahadet parmağıdır göğe doğru minare; 
Her nakışta o mana: Öleceğiz ne çare? .. 
Hayattan canlı ölüm, günahtan baskın rahmet; 
Beyoğlu tepinirken ağlar Karacaahmet... 

O manayı bul da bul! 
İlle İstanbul'da bul! 
İstanbul, 
İstanbul... 

Boğaz gümüş bir mangal, kaynatır serinliği; 
Çamlıca'da, yerdedir göklerin derinliği. 
Oynak sular yalının alt katına misafir; 
Yeni dünyadan mahzun, resimde eski sefir. 
Her akşam camlarında yangın çıkan Üsküdar, 
Perili ahşap konak, koca bir şehir kadar... 
Bir ses, bilemem tanbur gibi mi, ud gibi mi? 
Cumbalı odalarda inletir ' Katibim'i... 

Kadını keskin bıçak, 
Taze kan gibi sıcak. 
İstanbul, 
İstanbul... 

Yedi tepe üstünde zaman bir gergef işler! 
Yedi renk, yedi sesten sayısız belirişler... 
Eyüp öksüz, Kadıköy süslü, Moda kurumlu, 
Adada rüzgar, uçan eteklerden sorumlu. 
Her şafak Hisarlarda oklar çıkar yayından 
Hala çığlıklar gelir Topkapı Sarayından. 
Ana gibi yar olmaz, İstanbul gibi diyar; 
Güleni şöyle dursun, ağlayanı bahtiyar... 

Gecesi sünbül kokan 
Türkçesi bülbül kokan, 
İstanbul, 
İstanbul...


NECİP FAZIL KISAKÜREK

8 Nisan 2012 Pazar

Ave

Bulgaristan topraklarından bir filmdi Ave. Yaşam, kaçış, aşk ve ölüm üzerine soluduğumuz "hayat" gibi gerçek bir öyküydü. Filmden önce, yönetmen Konstantin Bojanov izleyicilere: "Böyle güzel havada, hele de Pazar günü saat sabahın 11'inde filmimi izlemeye geldiğiniz teşekkür ederim." dedi. Haklıydı da, ben günlerdir tüm özel yaşantımdan, uykumdan feragat edip filmden filme koşuyorum, bir çok sinefil gibi. Ama sevgi böyle bir şey işte, sevince insan emek veriyor, veriyor, veriyor...


Yol filmlerini çok severim; yol almayı sevdiğim kadar. Ave'de bir yol filmiydi. Bulgaristan topraklarında yol aldık, ölümler gördük, hayattaki roller ve yalanlar üzerine gittik, acılarımıza ortak aradık onları paylaşarak küçültük. Bunlar olurken aşk da gördük, hem de en naifinden. Hayat da böyle bir şey işte: "Mutlu son" her zaman tüm ekranı kaplamaz, siz kenarından köşesinden bulursunuz.

Filmin şarkısı Catherine Feeny sesinden  You Better Run sizlerle...


Prof. Dr. Hasip Pektaş: "Ekslibris’i geç tanıdık ama sanatçılarımız ülkemiz adına gurur verici ödüller alıyor."

Hasip Pektaş
Eski kitaplara meraklı olanlar kitap iç kapaklarına yapıştırılmış küçük resimleri hatırlarlar. Üzerinde kitap  sahibinin adı yazılıdır. Sözcük olarak  “...’nın kitaplığından”,  “...’nın kütüphanesine ait” anlamına gelen ekslibris kelimesinin ingilizce karşılığı “Bookplate”tir. Kitap değil sahibi hakkında ipuçları verir ve  kitabı ödünç alanı, geri getirmesi konusunda uyarır. Ekslibris’i ilk kez grafik sanatçısı ve ressam Esra Kizir Gökçen’den duymuştum. Araştırdıkça bu 13cm.'lik sanat eserlerine hayranlık duydum. Ve Türkiye'de ekslibris sanatının yaygınlaştırılmasında büyük emeği olan Prof. Dr. Hasip Pektaş ile tanıştım. Ekslibris’i “Önemli bir iletişim aracı, anlamlı bir değiş-tokuş objesi, sanatı insanın elleri arasına; kitapların içine kadar getiren, dokunabilecek kadar yakınlaştıran, geleneğe saygının, yazılı metinlere ilgi ve sevginin sembolüdür” diyerek tanımlayan Prof. Pektaş, bugün birçok kütüphanecinin bile ne olduğunu henüz bilmediği Ekslibris sanatının tanınması ve yaygınlaşması için çalışıyor. İstanbul Ekslibris Derneği ve İstanbul Ekslibris Müzesi onun sayesinde hayata geçmiş oluşumlar...

31 Mart Cumartesi günü Işık Üniversitesi’ndeki ekslibris seminerine katıldım Hasip Hoca’nın. Sonrasındaki atölyede de hep beraber ekslibris çalıştık.  Ben de kendi ekslibrimi yaptım. Çok keyifli bir gündü... İnsan sanata yakınlaştıkça mutluluğu artıyor... Hele böyle olumlu, üretken ve coşkulu-tutkulu insanlarla biraraya gelince... Hasip Pektaş’ı yakalamışken sorularımı sordum peşpeşe tabii...
Sophie Vael
Ekslibris ile ilk ne zaman karşılaştınız? 
Ekslibrisi, 1984 yılında Belçika’da Sint-Niklaas Ekslibris Müzesi’nin organize ettiği ekslibris yarışmasına katıldıktan sonra gelen katalogdaki örnekleri görünce tanıdım. Yarışmayı düzenleyen editör Luc Van den Briele’nin gönderdiği mektupla da ayrıntıları öğrendim.

Aldığım sanat eğitimine uygun bir alan olması, resim ve grafik tasarım olarak özgür bir anlatım dili kullanmaya fırsat vermesi, benim için yeni ve farklı olması nedeniyle ilgi duydum ve son yirmi yıldır da kendimi bu sanata adadım. Özellikle 1992 yılında Sint-Niklaas Ekslibris Müzesi’ni ve koleksiyonundaki örnekleri inceledikten; diğer ülkelerin bu alanda ne kadar çok yol aldığı gördükten sonra bu sanatın ülkemizde de yaygınlaşması için çaba göstermeye karar verdim. Geldiğimiz noktadan da büyük mutluluk duyuyorum.


Türk ekslibris sanatçılarının geçmişi çok eski olmasa gerek?
1990’lı yıllardan bu yana, özellikle güzel sanatlar eğitimi veren kurumlardaki baskıresim ve grafik tasarım derslerine giren öğretim elemanlarının özendirmeleriyle, ekslibris yapan kişiler yetişmeye başlamıştır. Artık yurt dışında yapılan ekslibris yarışmalarında ve sergilerinde ülkemizin adını duyuran sanatçı ve tasarımcılarımızın isimleri geçmektedir.

KennyVanLardegem
Dünya ekslibris sanatındaki yerimiz nedir?

Çok geç tanınan bir sanatta iyi yerdeyiz demek gerçekci olmaz. Çocukları ekslibrisli kitapların içinde büyüyen ve kitap okuma alışkanlığı yüksek olan bir ülke ile aynı düzeyde olmamız beklenemez. Bizler ekslibrisi, Avrupa ülkelerinde yaygın olarak kullanılan ekslibrisli kitapların ikinci el satışlarla ülkemize girmesiyle tanıdık. Hatta ülkemizde adına ilk ekslibris yaptıranların yabancı uyruklu kitapseverler olduğunu biliyoruz. Durum böyle olunca bu sanatın kabul görmesi ve yaygınlaşması oldukça zaman alacağa benziyor. Fakat kötümser değilim. Özellikle gençlerimizin, ilgili duyan sanatçı ve tasarımcılarımızın çabaları umut vericidir. Umudun ötesinde uluslararası yarışmalara katılımın her geçen gün artması ve ülkemiz adına gurur verici ödüllerin alınması, bazı sanatçılarımız yurt dışından siparişler alıyor olması gelişmenin iyi gittiğinin göstergeleridir. Çok yeni olmasına karşın sanatçılarımızın yakın gelecekte bu sanat dalında dünyada önemli bir yere sahip olacağına inanıyorum. İnananlar çoğaldıkça Rusya’daki, Bulgaristan’daki gibi yaşamını ekslibris ile sürdüren, talep gören ve aranılan sanatçılarımız olacaktır.

Marc Chagall
Ünlü ressamlar da ekslibris çalışmış mı?
Ekslibris tarihine baktığımızda dönemin ünlü sanatçılarının ekslibrisle de ilgilendiğini görüyoruz. Albrecht Dürer (1471-1528), Lucas Cranach (1472-1553), Hans Holbein (1497-1543), Gustav Klimt (1862-1918), Edvard Munch (1863-1944), Kaethe Kolwitz (1867-1945), Emil Nolde (1867-1956), Paul Klee (1879-1940), Franz Masereel (1899-1971), Pablo Picasso (1881-1973), Oscar Kokoschka (1888-1980), Marc Chagall (1887-1985), Alberto Giacometti (1901-1966) gibi ünlü sanatçılar, zamanın önemli devlet ve bilim adamlarıyla onların yakınlarına ekslibris yapmışlardır. Günümüzde ekslibris yapanlara baktığımızda ise; gravürleriyle Bulgaristan’dan Julian Dimitrov Jordanov, Marin Gruev, Rusya’dan Vladimir Zuev, Yuri Borovitsky, Yuri Nozdrin, Ukrayna’dan Sergey Hrapov, Polonya’dan  Wojciech Luczak, Estonya’dan Lembit Löhmus, Çek Cumhuriyeti’nden Jiri Brazda, Karol Felix, Slovak  Cumhuriyeti’nden Katarina Vavrova, Peter Augustovic, Japonya’dan Katsunori Hamanashi, Beyaz Rusya’dan Juri Jakovenko, yüksek baskılarıyla Fransa’dan Jean Marcel Bertrand, Belçika’dan Mark Severin, Gerard Gaudaen, Frank Ivo Van Damme, Rusya’dan Mikhail Verkholantsev, Evgeny Bortnikov, Arjantin’den Mauricio Schvarzman, Çek Cumhuriyeti’nden Miroslav Houra, serigrafi ve bilgisayar tasarımlarıyla Belçika’dan Martin R. Bayens, Japonya’dan Masao Ohba dikkat çeken sanatçılardır. Ekslibris, 500 yıldan bu yana sanatçılar tarafından tasarlanmakta ve meraklıları tarafından da toplanmaktadır. 


Irina Kazeeva
Ekslibris sanatının tarihsel belge niteliği de var. En önemli örneklerden bahseder misiniz?

Hepimizin bildiği Alman sanatçı Albrecht Dürer’in, 1503’de Willibald Pirckheimer için yaptığı 20 cm boyundaki ağaç baskı ekslibris, günümüze kalan ve Dürer dönemini yansıtan en güzel baskıresimdir. Avusturyalı sembolist ressam Gustav Klimt, 1898’de yaptığı ekslibrislerden Art Nouveau akımının en güzel örneklerini görüyoruz.


En çok etkilendiğiniz ekslibrisler hangileriydi, anlatır mısınız?
Beni en çok etkileyen ekslibrisler, herkesin teknik ya da konu olarak etkilendiği ekslibrisler değil, “keşke bunu ben yapsaydım” dediğim, farklı kompozisyonu ve sadeliği ile kıskandığım ekslibrisler olmuştur. Sanat, yapılanı tekrarlamak, geleneği sürdürmekle değil, yeni gelenekler yaratabilmekle gelişeceğine göre, özgün olan, ama estetik olan geleceğe kalacaktır. Ekslibris yaparken riske girenler hep ilgimi çekmiştir. Birkaç örneğe burada yer verebiliriz.


Bazı ekslibrislerin üzerinde ilginç metinlere rastlanıyor. Örnek verebilir misiniz?
Kağıt üzerine 1450 yıllarında yapılan ilk ekslibrislerden biri olan “Igler” (kirpici) takma adıyla bilinen Alman papaz Johannes Knabenberg için yapılan ve çayırdaki çiçeği ısıran bir kirpinin resimlendiği ekslibrisin üzerine “Hans Igler öpsün sizi” yazarak uyarmak istenmiştir.

Hans Igler
Albrecht Dürer, arkadaşı Willibald Pirckheimer için ağaç baskı tekniği ile yaptığı hanedan arması ekslibrisinde bereket sembolü olan boynuz içinde üzüm ve şarabı resimlemiştir. Albrecht Dürer, çömert biri olan Pirckheimer’in bu ekslibrisinde “kendisi ve arkadaşları için” anlamına gelen “SIBI ET AMICIS” yazısını da kullanmış; böylece bu kitaplardan Pirckheimer’in arkadaşlarının da yararlanabileceğini ifade etmiştir. Büyük kitap koleksiyonlarına sahip ortaçağ manastırlarındaki kitaplarda ekslibris gibi semboller kullanılmış, hatta ödünç verilen kitaplara özen gösterilmesi için ricalarda bulunulmuş, kaybolursa verilecek cezalar ve tehditler yazılmıştır. Örneğin, "Bu kütüphaneden kitap çalanın elindeki kitap yılana dönüşsün ve onu ısırsın. Felç olsun ve tüm organları parçalansın. Acıyla yalvarsın bağışlanmak için ve tamemen çözülene kadar ıstırap çeksin. Kitap kurtları içini kemirsin. Son ceza olarak da cehennemin alevlerinde yanıp sonsuza kadar yokolsun.” (San Pedro Manastırı Kütüphanesi, Barselona, 19. yüzyıl) "Kitapçıya gidip kendinize bir tane satın alın" veya "Bu kitap benim / Bu yüzden adımı yazıyorum / Eğer sen bu kitabı çalmak istersen / Boğazından asılacağını bilmelisin..." gibi tümceler bu konudaki ilgi çekici örneklerdir.
Albrecht Dürer
Bulgar sanatçı Onnik Karanfilian, ”ekmek” konulu eklibris yarışması için yaptığı, iki kişinin oturduğu masadaki bir ekmeği betimlediği çalışması üzerinde “No one is bigger than the bread” diye bir slogana yer vermiştir. 

Bizden bir örnek; geçtiğimiz yıllarda kaybettiğimiz halk kültürü uzmanı, araştırmacı yazar İ. Gündağ Kayaoğlu, 1985 yılında; üzerinde Tan Oral’ın bir karikatürünün ve Arapça “Yâ Kebikeç” yazısının bulunduğu ekslibrisi yaptırmıştır (Eskiden el yazması kitapları kurtlardan korumak için kenarına “böceklerin padişahı” olduğu düşünülen “Kebikeç” sözcüğü yazılırdı. Böceklerin kebikeçten korkup kitaplara yanaşmayacağına inanılırdı.)

Koleksiyonerlerin tercih ettiği ekslibrislerde en çok hangi temalar hakim?
Koleksiyoncular, ekslibrisleri konularına ya da tekniklerine göre ayırıp biriktirirler. Dünya’da koleksiyoncuların en çok tercih ettiği erotik ve müzik konulu ekslibrislerdir. Bazı sanatçılar, insan davranışlarını göstermek için erotizmi kullanmaktadır. Erotik sanat, sanatçının evreni, aşkı ve tutkuyu nasıl gördüğünü, insan davranışlarına karşı tepkisini anlatır. Her erotik resim aslında bir meydan okumadır. Bugün pek çok sanat kolunda olduğu gibi ekslibris sanatı da konu ve çoğaltma tekniklerindeki çeşitliliği ile sayısız sanatçının kendini özgürce ifade edebilmesine fırsat vermektedir. Ekslibrisi yaratan sanatçı kadar onu kitaplarına yapıştıracak kişi de konunun zenginliğini, yaratacağı heyecanı önemsemektedir. 


Yuriy Nozdrin
Sizin de mutlaka geniş bir ekslibris koleksiyonunuz vardır... Hangi temalardan hoşlanıyorsunuz?

Sanıyorum hiçbir sanat eseri ekslibris kadar değiş-tokuş yapmaya ve paylaşmaya elverişli değildir. Elinizdeki fazla ekslibrislerden bir kısmını çalışmalarını beğendiğiniz bir başka sanatçıya ya da koleksiyoncuya postayla kolayca gönderebilir, onun sizi tanımasına fırsat verebilirsiniz. Bu iletişim şekli beraberinde yeni dostluklar, arkadaşlıklar da getirebiliyor. Başka bir ülkenin sanatçısından aldığınız ekslibris ile o ülkenin o dönemdeki sanat tarzını tanıyabiliyorsunuz. Değiş-tokuşlarla 3.000’in üzerinde küçük bir koleksiyonum olmuştu. Konu ayrımı yapmadan biriktirmiştim. İstanbul Ekslibris Müzesi kurulunca kitaplarımı ve koleksiyonumu müzeye koymamın paylaşım adına daha doğru olacağını düşündüm. Bana gelen ekslibrisleri müzeye bırakmayı sürdürüyorum. Temaya gelince özellikle tercih ettiğim bir konu yok. Ama erotik ve müzik konulu ekslibrisler ile baykuşlu ekslibrislere daha çok ilgi duyuyorum.
Dünyada ekslibris değiş-tokuşu çok yaygınmış. Kültürler arası alışverişe büyük katkı sağlayan bu sanatı yaygınlaştırmak için harcadığınız çabaya hayran kaldım. Yakın gelecekteki hangi etkinliklerden haberdar edebiliriz blog okuyucularımızı? 
Bugüne kadar çok katılımlı üç uluslararası ekslibris yarışması yaptık. Dördüncüsünü yapmak görevimiz. Beklenir de. Yakında onu yapacağız. Bugünlerde son katılım tarihi 30 Nisan 2012 olan Hacettepe Üniversitesi Bilgi ve Belge Yönetimi Bölümü’nün organize ettiği ekslibris yarışmasına ciddi destek veriyoruz. Önümüzdeki hafta Bursa Uludağ Üniversitesi’nde bir Ekslibris Semineri ve Ekslibris Sergisi yapacağız. Web sitemiz üzerinden uluslararası yarışma ve etkinlikleri duyurmaya gayret ediyoruz. Uluslararası etkinliklerde, kongrelerde ulusumuzu iyi temsil etmeye özen gösteriyoruz.

Alexei Bobrusov
Gördüğüm kadarıyla ekslibrisin, sanatı günlük yaşamın içine sokma gücü var. Sanata uzak bir toplum olduğumuzu düşündüğümüzde bence ekslibrisi orta öğrenimde de tanıtmalı. Gençler  sever... Böyle bir girişiminiz var mı?

Işık Üniversitesi olarak sorumluluğumuzun sadece mevcut öğrencileri eğitmek olmadığını düşünerek dışarıya da açılıyoruz. Ortaöğretim öğrencilerine ekslibris sanatını tanıtmak, bu sanat dalıyla kendilerini ifade etmelerine fırsat vermek ve çalışmalarını değerlendirmek amacıyla tüm lise öğrencilerine açık ulusal bir ekslibris yarışması düzenledik. Son katılım tarihi 19 Mayıs 2012. Yarışma öncesinde ulaşabildiğimiz resim öğretmenlerine bir seminer verip atölye çalışması yaptık. İstedik ki onlar da birikimlerini öğrencilerle paylaşsın ve gençlerimiz çok yeni olan bu sanat dalını tanıma fırsatı bulsun. Ülkemizde de ekslibrisi bilen bir nesil yetişsin, onların paylaşımlarıyla gelecek nesiller de bunu öğrensin. Benim 40 yaşında öğrendiğim bu sanatı onlar çocuk yaşta öğrensin. Belki kitaba ilgiyi artırmaya katkımız da olur diye düşünüyoruz.
Eduard Penkov
Sanatçılara ekslibris ısmarlayan meraklılar vardır... Çok sipariş alan ekslibris sanatçıları tanıyor musunuz?

Dünyada ekslibrisi yaşam tarzı olarak gören, geçimi onunla sağlayan, üretken, başarılı çok sanatçı var. Sürekli sipariş alıyorlar. Hangisini sayayım ki? Deneysel tarzda ekslibrisleriyle dikkat çeken Belçikalı arkadaşım Martin R. Baeyens, mitolojik konularıyla ve detaylı gravürleriyle çok ilgi çeken Bulgar sanatçılardan Julian Jordanov, Eduard Penkov, modern yaklaşımlarıyla ilgi gören Rus şanatçılardan Vladimir Zuev, Yuri Nozdrin, Japon sanatçı Katsunori Hamanishi aklıma ilk gelenler... Haksızlık yapmayalım bizden de sipariş alan sanatçılar var. Arzu edenler www.aed.org.tr den onlara ulaşabilirler.


Prof. Dr. Hasip Pektaş
Size neden çılgın profesör diyorlar? Bir zeybek hikayeniz var galiba...

Yaptığım bir çılgınlık gibi görünse de aslında ülkeme olan sevginin, onu dışarda iyi temsil edebilme sevdasının bir tezahürüdür. 2004 yılında Avusturya’da yapılan FISAE Uluslararası Ekslibris Kongresi’nde gördüğüm bir Japon hanımın mahalli giysisi ilham verdi. O zaman kafama koymuştum, renkli giysisi, etkili oyun tarzı ile bir efe olarak kongreye katılmayı. Pekin’de yapılan 32. FISAE Ekslibris Kongresi için İzmir’den kıyafet getirttim. Biraz da “Tavas Zeybeği” oynamayı öğrendim. Kongre gala yemeğinde sahneye çıkıp acemice de olsa küçük bir gösteri yapmaktaki yegane amacım 2010’da İstanbul’da yapacağımız 33. FISAE Kongresi’ne herkesi davet etmek, katılımcılarda farklı bir tebessüm oluşturmak, olumlu bir enerji yaymaktı. Bunu 2009’da katıldığım Meksika ve Rusya’daki kongrelerde de tekrarlayınca amacıma ulaştım. İz bıraktığımızı düşünüyorum. İstanbul’a gelen konukların ilk sorduğu, yine oynayıp oynamayacağım olmuştu. Ülkemizde yapılan kongreye 40 Çinli geldi. Ne yazık Türkiye’den katılım o kadar bile yoktu. Ama ben inanıyorum ki bir gün çılgınlıklarla değil bol sipariş alan sanatçılarımızla daha çok ilgi çekeceğiz, ekslibris dünyasında yerimizi alacağız. Birlikte inanırsak neden olmasın.

Martin R. Baeyens 
Bu etkili bir yöntem olmuş, kutlarım. Önayak olduğunuz uluslararası yarışmalar ve kongreler hakkında bilgi verir misiniz?
Kurucusu olduğum Ankara Ekslibris Derneği, 1997’de ülkemizde kurulan ilk ekslibris derneğidir. (Daha sonra İstanbul Ekslibris Akademisi Derneği adı altında bir dernek daha kurulmuştur.) Derneğimiz, 2007’de İstanbul’a taşınmış, etkinliklerine İstanbul Ekslibris Derneği olarak devam etmektedir. 2008’de IMOGA İstanbul Grafik Sanatlar Müzesi bünyesinde kurulan ve dünyadaki 10 müzeden biri olan İstanbul Ekslibris Müzesi ise 15.000’in üzerindeki ekslibris koleksiyonuyla ziyaretçilerini beklemektedir. Bu koleksiyon ve yayınlar bugüne kadar konuyla ilgili araştırma ve lisansüstü tez yapanlara kaynaklık ettiği gibi bundan sonra da başvurulacak yer olacaktır.

Hacettepe ve Işık Üniversiteleri ile işbirliğinde yaptığımız etkinliklerimize ek olarak yurt içinde 12 büyük kentte, yurt dışında Danimarka, Çin, Almanya, İtalya, Belçika, Finlandiya, Kanada ve Rusya’da ekslibris sergileri açtık. 2003, 2007 ve 2010’da uluslararası 3 önemli yarışma düzenledik. 2010’da Feyziye Mektepleri Vakfı ve Işık Üniversitesi işbirliğinde 40 ülkeden 280 katılımcının yer aldığı XXXIII. FISAE Uluslararası Ekslibris Kongresi’ni organize ettik.

Miroslav Houra
Ekslibris çalışma kuralları nelerdir?

Ekslibris için bir malzeme sınırlaması yoktur. Resim sanatının, özgün baskıresimin, grafik tasarımın tüm olanakları kullanılabilir. Ekslibris, tamamen estetik kaygılarla yapılan, özgün baskıresim teknikleriyle olduğu kadar yeni teknolojiler kullanılarak da çoğaltılan ve geniş bir kitleye sanatın yayılmasını sağlayan bir disiplindir. Yaratım süreciyle bakıldığında resim sanatı içinde görünür; işlevsel yanıyla bakıldığında ise bir grafik tasarım ürünü olarak kabul edilebilir. Ekslibiris sanatçıları, çalışmalarını çoğaltmak için daha çok metal gravür (C3), ağaç gravür (X2), linolyum baskı (X3), litografi (L) gibi geleneksel baskı tekniklerini kullanmaktadırlar. Serigrafi (S1), offset (P7), fotograf (P8) ve bilgisayar (CGD) da tasarım ve çoğaltmada kullanılmaktadır. Ekslibris tasarımcıları, geleneksel baskı tekniklerine paralel olarak bilgisayarı da kullanmaktadırlar. Bilgisayar, geleneksel baskı tekniklerinden çok da farklı değildir. Esas olan dengeli bir kompozisyon yaratmak, resim yazı ilişkisini iyi kurmaktır. Elle yapılan bir taslak ya da bir görüntü taranarak resim işleme programları ile gereken değişiklikler (küçültme, büyültme, renk ekleme, istenmeyen bölümleri çıkarma, vb.) yapılabilmektedir. İstenilen bir yazı karakteri eklenebildiği gibi özgün, kaligrafik bir el yazısı da yerleştirilebilir. Tasarımcının teknik yönden usta olması yeterli değildir, esas olan estetik beğenisinin gelişmesi, renk ve biçim uyumunu sağlayacak yetkinliğe kavuşmasıdır.
Nazan Tekbaş
Ekslibris sanatçısı iki yöntemle ekslibris yapar. Ya sipariş alarak ya da kendince uygun gördüğü kişi ya da kuruluşa bağımsız olarak ekslibris yapar. Tamamen sanatsal kaygılarla; bir sanat eseri yaratır gibi, konusuna, kompozisyonuna, biçimine, dengesine, tekniğine özen göstererek çalışır. Yaptığı kişinin ilgilerini dikkate alır. Eğer sipariş almıssa yaptığı taslakları gösterir. Beğenilen çalışmayı, istenilen sayıda ve istenilen teknikle çoğaltır. Çoğaltma sayısı sipariş verilen sayıdan fazla olmalıdır ki sanatçı o çalışmasını yarışmalara, değiş-tokuş için diğer koleksiyoncu ve sanatçılara gönderebilsin ya da sergilerinde sergileyebilsin. Eklibrislerde resim alanının uzun kenarı 13 cm'den büyük, baskı kağıdı da A5'den büyük olmamasında yarar vardır. Daire biçimde, 1 cm küçüklüğünde ekslibris yapmak mümkündür. Ekslibrisin etrafındaki beyaz boşluğun onu daha etkili sunacağı unutulmamalıdır.

Ekslibrislerin altına sırayla tekniğinin kodu, baskı sayısı (soldaki sayı kaçıncı baskı olduğunu, sağdaki ise kaç adet basıldığını gösterir. 2/50 gibi), sanatçının adı veya imzası ve yapım yılı yazılmalıdır. Baskı sayısının bilinmesi ekslibrisi değerli kılar. Fotokopiler, çizim ve taslaklar ekslibris olarak kabul edilmezler.

Tezcan Bahar
Bu küçük resimlere ekslibris sözcüğü ile adına ekslibris yapılan yaşayan kişi ya da kuruluşun adının eklenmesi başlı başına bir tasarım sorunudur. Eğer kullanılan yazı doğru yerde ve uygun büyüklükte değilse rahatsız eder, ekslibrisi olumsuz etkiler. O nedenle çok denemek, uygun alanı bulduktan sonra yerleştirmek gerekir. Yazı ne okunamayacak kadar küçük ne de resmin önüne geçecek kadar büyük olmalıdır. Resmin bir parçası, bir çizgi ya da leke olarak kalmalı ama işlevini de yerine getirmelidir.
Geleneksel ekslibris teknikleri zamana ayak uydurarak  ne gibi değişimlere uğradı?

Bilgisayar günümüzde yaygın olarak kullanılan bir araçtır. Bazı kişilerin küçümsemesi, benimsememesi onun varlığını ya da onunla yapılanları ortadan kaldırmaz. Pek çok sanatçıbilgisayar kullanarak sanatını sürdürmekte; hatta boya, tiner kokusundan kurtulduğunu ifade etmektedir. Bir yönüyle spontan oluşumlara fırsat vermiyorsa da ya da kalemin basıncını tam göstermiyorsa da gelişen teknolojilerle, yeni programlarla sınırsız olanağı da sanatçının, tasarımcının önüne sermektedir. Örneğin wacom tabletler üzerinde kurşun kalem hassasiyetinde çizimler yapılabilmekte, mevcut programlar sayesinde milyonlarca renk alternatifi, fırça çeşitliliği yaratılabilmektedir. İyi ve yerinde kullanan için bilgisayar faresi bir kalemdir, bir fırçadır. Böyle olunca da tümüyle estetik kaygılarla yapılan, içinde emek ve sabır olan, geleceğe kalacak nitelikteki bir CGD (Computer Generated Design) ekslibrisi, geleneksel baskı teknikleri ile çoğaltılmış ekslibristen aşağı düşünemeyiz. Çoğu ekslibris koleksiyoncusu geleneksel ekslibris toplamaya yönelmişken CGD ekslibrislere de ilgi artmakta, siparişler alınmaktadır. Blog okuyucuları diğer bilgileri ve özgün örnekleri www.aed.org.tradresinde bulabilirler, soruları için bana ulaşabilirler. Ekslibrisin tanınması ve yaygınlaşması adına gösterdiğiniz bu ilgi için çok teşekkür ederim.

Röportaja ayırdığınız zaman için ben teşekkür ederim. Benim için zevkti... Sanırım ben de ekslibris meraklıları arasına katılacağım...



Fahişelere Güzelleme - Whores' Glory

Dün akşam bir belgesel izledim ki, zihnimden silinmeyecek diyebilirim. İsminden de anlayacabileceğiniz üzerine seks işçilerini anlatan bir çalışmaydı. Üç coğrafya: Tayland, Bangladeş ve Meksiko. Dünyanın yol açmak için kendilerini kenara ittiği kadınların hikayeleri. Bangledeş'deki küçük kız geliyor aklıma: "Ben bu sorunun yanıtını merak ediyorum, kim yanıt verebilecek bana? Neden bu dünyada kadınlar acı çekmeye mahkum, neden?"


 Bir yerlerde rastlarsanız izleyin derim: İnsanlığınızdan utanacağınızı baştan söylemeliyim. Belgesel'in müzikleri de bir o kadar etkiliydi. İyi bir karma soundtrack yapılmış. İşte onlardan ikisi...




6 Nisan 2012 Cuma

31. İstanbul Film Festivali

İstanbul Gezentisi, 31 Mart - 15 Nisan arasında, iş ve uyku, tuvalet vb. temel ihtiyaçları haricinde 31. İstanbul Film Festivali seanslarında! Bundandır ki buraya yazacak zaman yok. Geçen gün dediğim gibi, şu izlediğim filmleri bir bir buraya yazacak zaman olsa da herkesle paylaşsam. Bugün henüz festivalin 7. günü ve daha izleyeceğim çok film var, film listemi buraya yazarak başlayayım bakalım. Filmler, yıpranmış çizelgemden yazılmaktadır, orjinal isimlerini yazmak için vakit harcamıyorum, dileyenler buradan bakabilirler. Bold olanlar, şimdiye kadar izlediklerim arasında gönlümde biraz daha fazla yer edinenlerdir.


  1. Gece Masalları
  2. Sibirya, Monamur
  3. Michael
  4. Kardeşler
  5. Cesaret
  6. Aşkın Karanlık Yüzü
  7. New York, New York
  8. Bir Dilek Tuttum
  9. Akasyalar 
  10. Michel Petrucciani
  11. Tanrının Kuzusu
  12. Sade Bir Hayat
  13. Gökyüzünde Bir Ayna
  14. Arirang
  15. İyi Niyetler
  16. İsyan 
  17. Nefes
  18. Gurbet Kuşları
  19. Yurtsuzlar
  20. Fahişelere Güzelleme
  21. Alpler
  22. Ave
  23. Leyla ile Kurtlar
  24. Afrika Ana
  25. Bir Devrimden Parçalar
  26. Kızıl Söz
  27. Tepedeki Ev
  28. Kaplan ve Ejderha
  29. Daha İyi Bir Hayat
  30. Süper Kahramanın Ölümü
  31. Bok Çukurundaki Kadın
  32. Gecikme
  33. İstanbul Sokak Köpekleri
  34. Hoşçakal
  35. Sadece Rüzgar
  36. Crulic - Öteki Tarafa Yolculuk
  37. Nehir Bir İnsandı
  38. Yalnız Gezegen
  39. Mutluluğa Boya Beni
  40. Uyuyan Ses
  41. Yasak Aşk
  42. Güzel Günler Göreceğiz
  43. Oslo, 31 Ağustos
  44. Kabuktaki Çatlaklar
  45. Barbara
  46. Gümüş Uçurum
  47. Ömer Beni Öldürmek
  48. Şeytanın Yüzü
  49. Kırışıklıklar
  50. Olduğun Gibi Gel
  51. Yarı Yolda 
  52. Altın Lale - Uluslararası Yarışma
Emek Sineması'nı çok özlüyorum. Şenlik, onsuz her gün daha öksüz...



1 Nisan 2012 Pazar

Ayşim İncesulu: "Yeni nesil çocuklar bir başka parlak ve farkındalıkları yüksek çocuklar."





Yeğenim dört yaşında. Onunla her oyun oynadığımız, kitap okuduğumuz, sohbet ettiğimizde bir başka şeye şaşırıyor, hayranlık duyuyor ve üzerinde düşünüyorum. Zamane çocuklarının algıları, tepki ve davranışları sanki daha farklı... Uzaylı gibiler. Hata affetmiyorlar. Anne babaları da öyle! 
Çocuk Gelişimi ve Eğitimi Uzmanı, Psikolojik Danışman ve Rehber Ayşim İncesulu ile bu konuyu, okul öncesi eğitimi konuştuk: 

Neden bu mesleği seçtiniz?
Seçtim mi? Bilemiyorum.. Sanki bu işi yapmak üzere doğmuşum gibi geliyor bana. Altı yaşındayken kardeşime ve komşuların çocuklarına gönüllü olarak keyifle “ablalık” yapıyordum. Annemi modellediğim yaşlarda kendi odamda kurduğum sanal dünyada oynadığım yaratıcı oyunlarda da hiç zorlandığımı hatırlamıyorum. Ortaokulda serbest kompozisyonda seçtiğim konu da çocuklar üzerineydi... En parlak notumu almıştım. Lise yıllarında ise arkadaşlarım telaşla araştırırken ben çoktan mesleğimi seçmiştim. Sadece böyle bir eğitimi en iyi hangi üniversitenin verdiğini araştırmak kalmıştı. Hacettepe'de buldum kendimi. Çok keyifle okudum, Birincilikle mezun olduğumu söylediler okuldan ayrılırken. Öğretim görevlisi olarak kalmamı tavsiye ettiler. Gurur duydum. Çok severek bir dalı okumanın doğal sonucuydu bence. “Sahada” çalışmayı hedeflemiştim, iyi ki de öyle yapmışım...

 

Çalışan bir kadın olarak mutlu olduğunuzu görüyorum. Anne olarak da başarılı mısınız? Sırrı nedir?
Evet, çalışan bir kadın olarak mutluyum. En zor anlarımda bile çalışmak hep iyi gelmiştir bana. Sevdiğiniz bir işte çalışıyorsanız ve de çalışma ortamı tatmin edici ise... Hele çocukların  kirlenmemiş dünyaları, ışıltılı enerjileri sizi besliyorsa benim gibi şanslıysanız... 

Anne olarak başarılı mıyım? Sormam lazım! Çalışma hayatına atıldıktan üç sene sonra kendi işimi kurmuşluğum anne olarak da düzenimi kurabilmeme yardımcı olmuştur. Süt verirken iş yerimin evime yakın oluşu, iki yaşından itibaren  çocuklarımı kendi okuluma başlatıp sevgili öğretmenlerimin güvenli ellerine teslim etmemin de hayatımı çok kolaylaştırdığını söylemeliyim. İş dönüşlerimde akşamları tüm vaktimi onlara ve düzenli uyku saatlerinden dolayı kendime ve eşime ayırabilmeyi başardığımı düşünüyorum. "Çalışan anne" olarak düzenli bir tempoya önem vererek, başından beri bilinçli davrandım. İşin sırrı hem işinize hem çocuğunuza hem de kendinize vakit ayırabilmiş olmanız! Çocuklarımın yaş aralığını  geniş tutma kararımın da etkisi olmuştur.  “Hazır kapanmışken, bir arada çıksın. Beraber büyürler...” klişesini her iki çocuğumla da tam olarak ilgilenebilmek için “Ne zaman hazırsam o zaman!” a çevirmiş olmamı da ekleyebilirim. 

Başarının tarifi nedir sizce?
Zor bir soru. Cevabı da kişiye göre değişir diye düşünüyorum. Bana göre hedefleriniz olmalı ve o hedefler için  çalışmalı, çaba göstermelisiniz. "İşiniz" olabilir, "sevdiğiniz" olabilir, "eviniz" olabilir, "sanatınız" olabilir. Sonuç ne olursa olsun çalışmak ve emek vermek bence başarının sade bir tarifidir. Severek, isteyerek azimle çalışırsanız. en önemlisi kendinize güvenir ve inanırsanız başarı kendiliğinden gelecektir.

28 yıldır anaokulu eğitimi veriyorsunuz. Dünün ve bugünün çocukları arasında fark görüyor musunuz?
İtraf etmeliyim ki çok fark görüyorum.  28 sene önce de çocukların potansiyelini ortaya çıkarmak ve işlemekten büyük zevk alıyordum bugün de. Ancak özellikle son 5-6 senedir yeni nesil çocuklar bir başka parlak ve farkındalıkları yüksek çocuklar. Programlarımızı yeniledik, derinleştirdik. Yaş gruplarımız 2 - 2.5 yaşa kadar indi. İnanılmaz yüksek kapasiteleri var. Sünger gibiler.  Onlarla birlikte olmak çok keyifli ama bir o kadar da zor... Son derece bilinçli ve kararlı olmayı gerektiriyor. Yaratıcılıklarını ve özgünlüklerini beslemeyi hedeflerken sizi kolayca parmaklarında oynatabilen çocuklara dönüşmeleri de an meselesi...

Ya anne babalar? Onlarda da değişim gözlemliyor musunuz?
Anne babalar da olumlu yönde çok farklılar.  28 sene önce pek babalar yoktu ortalıkta. Tüm sorumluluk anne/anneanne ikilisindeydi. Merak ettikleri ise öncelikle ne kadar iyi bakılacağı, yemeğinin yedirilip yedirilmediği ve hatta ter bezleri idi. Eğitimle ilgili meraklarına pek sıra gelmiyordu o telaş arasında. Bir de üstüne hafif bir suçluluk duygusu... Çocuğunu anaokuluna bıraktığı için anneliği sorgulanıyordu aile büyükleri tarafından. Yeni nesil anne ve babalar aktif olarak katılıyorlar eğitim kararlarına. Bilinçli olarak erken yaşta anaokuluna başlamanın önemini kavramış olarak geliyorlar. Çok sıkı sorguluyorlar sizi karar verene kadar. Sonrasında çok yakından takip ediyorlar. Çok tempolu çalıştıklarından destek aldıkları kişilerin güvenilir olması, çok sık değişmemesi gibi “yan" gereksinimleri var. Uzun vadeli anneanne/babaanne desteği azaldı.  Herkesin kendi hayatı aktıf biçimde devam ediyor. Kimse  kendini tamamen torunlarına adamıyor. İyi de ediyorlar bence. Çünkü çocuk anne/babanın ürünü olmalı. Torun keyfi eğitim telaşıyla birleşmemeli.  Bu arada  yoğun çalışma hayatından dolayı annelik görevlerinin tümünü okul ve bakıcı arasında paylaştıran ve de neden problem çıktığını anlamayan anne babalar da var tabii ama istisnalar kaideyi bozmaz.

Okul öncesi eğitimin kişinin yaşamındaki önemi nedir?
En önemli eğitim dönemi olduğunu artık tüm dünya biliyor. Eğitimcilerin ve nörologların yürüttüğü bilimsel araştırmalar sonucu ortaya çıkan bu gerçek artık tartışılmıyor. Beyinin gelişimi ve işlevlerinin artması 0-6 yaş döneminde çok hızlı. Doğru uyaranlarla, doğru yapılandırılmış bir çevrede etkileşimde bulunan bireylerin beyin kapasitesi genetik olarak aktarılan sınırlar içinde en üst kapasiteye çıkabiliyor. Aynı zamanda gelişimi yavaş ya da engelleri olan bireyler için de en iyi desteği alabilmek, var olan potansiyeli arttırmaya yönelik tedavi amaçlı eğitimler için de en verimli dönem okul öncesi eğitim dönemi.

Mutsuz oldukları halde, çocuklarının mutluluğu için  boşanmayan çiftler doğru yapıyorlar mı?
Bu ne kadar mutsuz olduklarına bağlı.  Bu konuda tersine bir gelişme var. Boşanan anne/babalar son yıllarda arttı. Artık kimse çok fazla emek vermiyor ilişkilerine. “Boşanalım” lafını ortaya atmak kolay oldu. Ben her zaman evlendikten sonra emin olana kadar ve “hazırız artık” diyene kadar çocuk yapmamalarını öneriyorum. Kolayca birbirinizden boşanabilirsiniz ama çocuktan boşanamazsınız. 
Mutsuz oldukları halde boşanmayan çiftlerin hedefi çocuklar “anlayacak yaşa gelene” kadar sorumlulularını yerine getirmeye gösterdikleri özen ise problem az çıkar. Çocuğun biliş düzeyi yükseldikçe, duygularını ifade etme becerisi geliştikçe  konuyu kavraması o kadar kolay ve hasarsız olur. Ancak bu süreç gergin ve tartışmalı ise, evde bulunmak yerine evden bir bahaneyle kaçılıyor  ve geç saatlerde eve geliniyor,  çocuk ilgi ve sevgi yerine bakıcılar ve TV ile başbaşa kalıyorsa durum vahimdir. Çocuk tedigin ve gergin olur, verimi, potansiyeli düşer, kendini suçlar, özgüveni sarsılır. Bir de  çocuğun gözü önünde yaşanan kavga gürültü ve fiziksel tepkiler varsa işte bu çok travmatiktir. Bu durumda anne babanın boşanmasının daha sağlıklı olacağı görüşü ağırlık kazanır. Mümkün olduğu kadar hep birlikte bu süreci bir uzman desteği ile yürütmeli ve her iki tarafın evinde çocuğun odası olmalı,  anne/babayı görme hakkı belli bir programa bağlanmalıdır.

Mutluluğun tarifi sizce nedir?
Yaşanan “an”ların tadına varmaktır mutluluk.  Hedeflerinizin gerçekleştiğini görmek, sevdiklerinize kavuşmak, minik bir kedi yavrusunun,  açan bir çiçeğin, güneşin doğuşunun tadına varabilmektir. Hatalarınızı telafi etme çabanızdır, sarılmak, dokunmak,  özür dileyebilmektir.  Onun için  sürekli değildir. Mutluluk anlardan oluşur  ve değişkendir.

Sanatın çocuk eğitimindeki yeri ne olmalı?
Çocuk eğitiminde,  özellikle  de "okul öncesi eğitim" döneminde çocukların eğitimi için en iyi iki araç oyun ve sanattır. Müzik ve plastik sanatların desteği ile “oynayarak”  öğrenen çocuk, hem bilişsel hem de psikomotor olarak çok yönlü gelişir. Görsel ve işitsel algısı güçlenir, yaratıcı düşünmeyi ve kendini değişik araçlar kullanarak ifade etmeyi öğrenir. Bizzat deneyimleyerek öğrenilen bilgiler kalıcı olur. Yeni öğrenme ortamlarına kolayca transfer edilir.

İstanbul’da yaşamak çocuklar için nasıl bir şey?
İstanbul’da büyümek kolay değil çocuklar için. Anne/babalar için de çocuk büyütmek kolay değil İstanbul'da. Çocuklar açısından baktığımızda  İstanbul oldukça  kalabalık semtlerden oluşuyor. Mahalle kavramı, özel siteler dışında neredeyse kalmadı. O sitelerde de komşuluk ne kadar gündemde belirsiz. Sokakta oyun oynama lüksü kalmadı artık.  Rahat rahat oynayacak parklar  yok sayıda.  Spor yapmak ya da doğayla baş başa kalmak için İstanbul trafiğinde yol katetmek gerekiyor. Kısaca arabanız, zamanınız ve de maddi gücünüzün iyi olması gerekiyor İstanbul’da çocuk olmak, çocuk gibi büyümek için.

Ayşim İncesulu, Ayışığı Anaokulları Kurucusu ve Eğitimcisi, Türkiye Özel Okullar Birliği Yönetim Kurulu Üyesi ve Okul Öncesi Eğitimi Komisyonu Başkanı
Dadılarla sınırlı sayıda ya da yeterlilikteki parkta vakit geçiren çocuklar için  anaokulları çok keyifli bir çevre ve oyun ortamı yaratıyor ister istemez... Mahalle okulları kavramı kalmadığı için en iyi okul aranıyor anaokulundan başlayarak. Giderek daha iyi okullar için sıraya giriliyor. Bu okullara hazırlık aşamasında çevredeki çocuklardan çok “annelerin  hedefleri”ne yetişmek kaygısı ile "çocuk olmak özgürlüğ" heba olup gidiyor, sınavlara giriliyor. Üç yaşındaki kızını anaokulumuza kayıt için getiren bir annenin “sizden mezun olanlar çok başarılı oluyormuş ilkokulda... En iyi üniversiteyi kazanması için siz hangi okullara sokabiliyorsunuz?” sorusunu dehşetle hatırlıyorum.

Yasalaşmak üzere olan 4+4+4 kademeli eğitim formülünün temel eğitime zarar vereceğini düşünüyor musunuz? Sadece 4 yıllık kısa bir temel eğitimden sonra meslek eğitimine ya da dini eğitime yönelmek, çağdaş dünyanın gerisinde kalmak demek değil midir? Erken yaştaki dini eğitim, henüz soyut ve eleştirel düşünme yetkinliğini kazanmamış küçük çocuklarda dogmatik, mekanik ve temel felsefî anlayıştan yoksun dar bir dinî dünya görüşüne neden olmaz mı?
Seneler önce  Türkiye Özel Okullar Birliği Derneği olarak  yabancı ülkelerdeki eğitim yaklaşımlarını inceledik. Avrupa’da uygulanan şekli ile 4+4+4 yaklaşımını, yaratıcı, esnek, kişisel gelişimi destekleyen ilgi ve yeteneklerine göre öğrencilerin desteklenebildiği bir eğitim yaklaşımı olarak beğenmiştik. Daha sonra Milli Eğitim Şurası'nda da öneri olarak görüşülmüş ve benimsenmişti. Bu bağlamda bizim ülkemizdeki eğitim sistemine uyarlanması söz konusu olduğunda göz önünde bulundurulması gereken önemli detaylar üzerinde çalışılmalı, aceleye getirmeden, pilot çalışmalar ile destekleyerek zaman içinde  en uygun şekli ile uygulamaya konmalıdır diye düşünüyorum.

Ülkemizde, son yıllarda okul öncesi eğitimde % 70’lere varan okullaşma oranı ile çok büyük yol kat edilmiştir. 60-72 aylık çocuklar için okul öncesinde okullaşma oranı %100’lere çekilmeli ve  okul öncesi eğitimi sınıfı  zorunlu eğitim kapsamına alınarak sistem 1+4+4+4 şeklinde yapılandırılmalıdır. 60 aylık çocukların birinci sınıfa başlatılması çocukların gelişim evreleri göz önüne alındığında bilimsel olarak doğru bir yaklaşım değildir. Dünyada örnekleri olsa da  bizim çağ nüfusumuzun yoğunluğu, alt yapımızın eksikleri ve de müfredat programımız  bu yaklaşıma müsait değildir. Kanunun da  bu şekilde düzenlenerek çıkarılmış olması çok vahim bir yanlışlıktan geri dönülmesi adına sevindiricidir. 

İlköğretim olarak baktığımızda da zorunlu eğitimin 12 yıla çıkarılması  ortalama okuma süresinin uzaması ve ülkemizin gelişmişlik seviyesinin yükselmesi açısından yerinde bir karardır.

İlköğretimin ilk 4 yılı ile ikinci 4 yılı için, daha önce 8 yıllık ilköğretim için hazırlanan yapılandırmacı programın bütünlüğünün korunması yararlı olacaktır. Çocukların bu yaş dönemi için temel eğitimlerine ve kişisel gelişimlerine ağırlık verilmeli, seçmeli etkinlikler ilgi ve yeteneklere göre çeşitlendirilmelidir.
İkinci 4 yılda mesleki eğitime başlamak yerine, öğrencilere meslekler tanıtılmalı ve çocukların mesleklere yatkınlıkları tespit edilmelidir. Mesleki eğitime orta öğretimin 10 veya 11 inci sınıflarında başlanılmasının daha uygun olacağı düşünülmektedir. 

Kaliteli bir yabancı dil kazanımı ve kullanımı çok önemsenmelidir. Bu nedenle isteyen okullara ikinci dörtten önce, isteyen okullara da üçüncü dörtten önce "yabancı dil hazırlık sınıfı" açma izinleri verilmelidir.

Özellikle kız çocuklarının okula gitme oranındaki artış başarısı artırılarak sürdürülmelidir. Son dört yılda eğitim alternatifi olarak önerilen “açık öğretim” adı altında evlere kapatılma ve çocuk yaşta evlendirilme ihtimali olan  kızlarımıza 12 yıllık zorunlu eğitim kapsamında fırsat eşitliğinin sağlanması için her türlü tedbir alınmalıdır.