28 Temmuz 2011 Perşembe

Sait Faik Abasıyanık Müzesi

Sait Faik Abasıyanık, Türk öyküsünün ve Burgazada'nın en önemli sembolü. İlk Semaver kitabıyla onu, dayım Aydın Erel'in kitaplığında tanıdım. Ne severdi o da Adalı'yı...

Burgazada'ya gittiğimde, artık bu sefer tadilat çalışmaları bitmiştir diye evine uğradım ama, kapıda müzenin ancak Mayıs 2012 tarihinde açılacağının yazısı vardı. Bilen bilir, Sait Faik Türk edebiyatının kedi seven yazarlarından, ve hala kediler evinin bahçesini mesken edinmiş. Umarım önümüzdeki yıl açılır da, biz de evine misafir oluruz.


"Önümüzde hayat... Her gün bir başka uykuya yatıp bir başka rüya göreceğiz. Halbuki her zaman, ağır ağır bizimle beraber akan nehir, bir göle varıyordu. Bu gölde artık biz akmıyor, dalgalanmıyorduk. Yahut bana öyle geliyordu." (Sarnıç)

Sait Faik Abasıyanık'ın Evi - Burgazada
Pek sevdiği kediler, evin her yerinde
Evin küçümen bekçisi
Müzeyi ziyaret için daha çok var.

25 Temmuz 2011 Pazartesi

Sansarak Kanyonu'nda 30 Kişiydiler

Dün Podosg (Pozitif Doğa Sporları Grubu) olarak İznik'in Sansarak Köyü'ne bağlı Sansarak Kanyonu'ndaydık. Yıllardır bilumum trekking faaliyetine katılmış biri olarak söyleyebilirim ki, dünkü yürüyüşüm kesinlikle en keyifli ilk iki yürüyüşümden biriydi.

Bilen bilir, kanyonlarda ekip ruhu çok daha iyi ortaya çıkar, iletişim daha kuvvetli, yardımlaşma en üst seviyelerdedir. Ama maalesef bunu her yürüyüşte yaşayamazsınız.  Dün beraber yürüdüğüm ekibin enerjisi yüksek olunca, bu rotanın tadından yenmedi kısacası. Parkur zorlamış, yüzüğünü parmağında unutup anılarıyla Sansarak sularına vermişsin, saatlerce dönüş yolunda kalmışsın, hiç koymaz adama. Yüzünde arkaik heykel sanatında olan, alık - naif bir gülümseme olur adeta. İşte ben tam böyle bir gülümseyle bitirdim rotayı, tıpkı dün gibi, bugün de o gülümseme yüzümden düşmedi.

Sabah 11:00 sularında Gürmüzlü Köyü'nden girdiğimiz patikayla yola başladık. Bir süre sonra dere yavaş yavaş karşımıza çıktı ve belimize kadar girmemizle yola devam ettik. Badi badi taşları yoklaya yoklaya kilometrelerce yol aldık. Karşımıza kanyonda bizim gibi yürüyen insanlar çıktı. Münzevi mesih görünümlü Abi, Havva ve beni epey şaşırtt, sonrasında karşımıza çıkan terlikli güruh ile de iyice koptuk. Taşlardan sekerken biri çubuk kraker ikram ederken, diğeri ciklet ikram etti. Yürüyüşün interaktif komik enstantenelerinden biriydi.



Düşe kalka, atlaya kaya, gömüle yüze 14 kilometre yaptık. Araca döndüğümüzde takriben 9 saat yollardaydık.

Ortalarda ekibin sonlarındaydım, yürüyüşlerde yolun belli kısmında arkada kalmayı seviyorum, sessizlik dinginlik, doğanın sesini duyumsamak için bu şart oluyor. Breton'un Yürüme Övgü kitabında da dediği gibi: "Bir manzaranın güzelliğiyle birleşen sessizlik insanı kendine götüren bir yoldur."

 Tüm rotayı, atladığım zıpladığım taşları anlatacak değilim elbet burada. Toplamda neredeyse 20 saat beraber olduğumuz ekibi anlatsam; Havva'nın gözlerindeki içtenliğini ve yoldaşlığını mı, Gül'ün suya girdiğindeki mutluğunu mu, Sibel'in şen kahkahasını mı, Mustafa'nın çılgın esprileri ve dostluğunu mu, İbrahim'in abiliğini mi, Uyuyamayanlar Kulübü üyeleri İlksen ve Deniz ile kikirdeşmelerimizi ve çorba hayallerimizi mi, Bilgin'in Kommagene anıları yaşarak anlatışını mı, Serap'ın sigara ve kahve sevdasını mı, Murat'ın canı gönülden yardımlarını mı, Prometheus gibi bize ateşi çalan İsmail'i mi, Leyla'nın sevgi dolu bakışlarını mı, Şaban Abi'nin deklanşör sesine duyarlılığını mı, Ayfer ile muhabbetlerimizi mi, Osman'ın Laz telefon konuşma örneklerini mi, Fatih'in dönüş yolundaki kehanetlerini mi, Turgut Abi'nin müziğini mi, rehberimiz Muhi'nin önderliğini mi, hangisini anlatsam bilemiyorum işte.


Kıssadan hisse bildiğim şu ki, serin sulara girmenin, yeşile doymanın, yusufçukları izlemenin, kurbağa larvalarının hareketlerinden doğan telaşı yaşamanın neşesi bir sonraki kanyona kadar sanırım bana yetecek. Haftaya yine kanyon var, o zaman "Bekle beni Kazandere, sana geliyorum!" diyorum.

24 Temmuz 2011 Pazar

İstanbul Eyüp'te Parlayan İslam Işığı: EBU EYÜP EL ENSARİ

Eyüp Sultan Camii 
 Ebu Eyüp El  Ensari, o sahabenin, müslümanların en şanslısı... Hz. Muahammed (SAV) Mekke'de müslümanlara yapılan zulme daha fazla dayanamaz ve gelen vahiyler doğrultusuyla Medine'ye göç etme kararı alır. Yıl 622 Hicri takvimin başladığı yıl. Evet artık insanlık yeniden doğacak, Medine'de yeni bir ışık doğacaktı. İşte bu zamanda Medine'ye göç eden Resulullah'ı ve bütün ümmetine kapılarını sonsuza dek açan Neccarlılar karşıladı. Hepsinin aklında tek bir istek vardı Allah'ın Peygamberi Resullah (Sav) kendi evlerinde kalmaları. Eyup Ensari'de bu amaçla hergün gözü yolda Resulullah'ı bekler, kendi evinde misafir etmek için can atmaktadır. Peygamber efendimiz bu güzel insanların kalbini kırmak istemez ve devesi Kusva'nın çöktüğü eve misafir kalmak istediğini söyler. Kusva Eyüp Ensari'nin evini seçer ve yedi ay süren bir misafirperverlik, yoldaşlık, arkadaşlık başlar Resullah'ı Ekrem ile... 
 622'de Medine'de yeniden başlayan Eyup Ensari'nin hayatı İstanbul'un surlarının diplerinde son bulur. Ölmeden önce son arzusu vardı; Hz Muhammet (SAV) o kutlu sözüne “Kostantiniye (İstanbul) muhakkak fethedilecektir. Onu fetheden emir ne güzel emir; onu fetheden ordu ne güzel ordudur.”   nail olmak. 80 yaşında çıktığı yolda şehit olur ve İstanbul'un Allah dostu manevi bir simgesi olur.
Eyüp Sultan Türbesi
 Günümüzde Eyüp semtine ve camisine adını veren Ebu Eyüp El Ensari mezarının bulunuş rivayetleri ile de Fetih ilişkilendirilir. Rivayet o ki Fatih Sultan Mehmet fetihten sonra hocası Akşemsettin Hazretleri'ne Eyüb El Ensari'nin yerini sorar. Akşemsettin ile bugünkü Eyüp Camii yakınlarına gelirler ve Akşemsettin burası diyerek bir çubuk diker. Bu duruma anlam veremeyen Fatih ertesi gün dikilen çubuğun yerini değiştirir. Akşemsettin
yeri değiştirilen çubuğu aldırış etmez ve ilk gösterdiği yeri tekrar gösterir. O çubukların bugün Eyüp Camii'de gördüğünüz asırlık çınarlar olduğunu söyleyenler de vardır. Bir başka rivayet ise bu konuda Türk gezginimiz Evliya Çelebi anlatmış ve Çelebi'ye göre Akşemsettin uykuya dalar ve uyanınca mezarın o noktada olduğunu bildirir. Kazılan mezarda Eyüb'ün bozulmamış cesedi bulunur.  Ancak son zamanlarda tarihçilerimiz bunların bir hikaye, askerin moralini yükseltmek amaçlı şeyler olduğunu söylemektedirler. Şöyle ki; Eyüb El Ensari ile İstanbul'u fethe gelen Araplar İstanbul kuşatmasını kaldırma şartlarında Eyüb El Ensari'nin mezarının korunması şartını koyarlar. Bu nedenle buranın Bizans'tan beri bilindiği ve korunduğu söylenmektedir. Fatih'in İslam ülkelerine gönderilen fetih müjdelerininde de Eyüb El Ensari'nin yerinin bulunduğuna dair hiçbir şeyin geçmemesi de kanıt olarak gösteriliyor. Her ne kadar bu tartışma uzayıp gitse de Osmanlı zamanında başlayan Eyüp'ün kutsallığı günümüze kadar gelmiştir. Padişah'ın kılıç kuşanma törenin Eyüp'te yapılması ve günümüzde ramazan aylarında en çok ziyaret edilen türbenin Eyüb El Ensari hazretlerinin türbesi olması nedeniyle Peygamber Efendimize bu kadar yakın olan değerli şahsiyetin İstanbul'a başka bir anlam kattığı kesindir.
 
Eyüp'te kuşkusuz merkezi Eyüp Camii ve Eyüp Sultan Türbesi oluşturmaktadır. Fetihten hemen sonra yapılan cami 1458'den buyana çeşitli vadireler atlattı 18. yüzyılda Fatih Camii'nin yıkılmasına sebeb olan depremde büyük hasar aldı. III. Selim zamanında 19 yy onarılan cami özgün özelliklerini kaybetti. Minareleri III. Ahmet zamanından kalmadır. Külliyesinden ise günümüze sadece türbe ve hamamın bir kısmı kalmıştır. Eyüp Sultan Camii dörtgen planlı ve mihrabı çıkıntılıdır. Merkez kubbeyi altı sütün ve iki filayağına müsterit kemerlere                                                                                                       dayandırılarak yapılmıştır. Etrafında yarım kubbe ve altında Eyüp 
    Sultan Türbesi vardır. Asırlık çınar da burada yer alır.
 İstanbul'a kutsallık kazandıran, Peygamber'i görme şerefine erişmiş ve onu yedi ay gibi bir süre evinde misafir etmiş Ebu El Ensari şüphesiz İstanbul'da yatan en değerli şahsiyetlerden biridir. Size nacizane tavsiyem ise Ebu Eyüp El Ensari ve Eyüp Camii'ndeki manevi havayı tatmanızdır. Çünkü hiçbiryerde duyulmayan bir haz vardır orda. Sonra Pier Loti'ye çıkıp eşsiz manzaraya Altın Boynuz'a (Haliç) gözünüzü daldırmanızdır.

22 Temmuz 2011 Cuma

Tarihin Önemli Şahsiyetleri İstanbul Hakkında Bunları Söylediler!

Tarih sahnesinden geçmiş önemli komutanlar, şairler, yazarlar, krallar İstanbul için ne söylemişler?

"Ah İstanbul! Beni büyüleyen isimlerden en çok büyüleyeni yine sensin." / Pierre Loti




"Dünyaya son kere bakacaksın deseler bu bakışı İstanbulun Çamlıcasından isterdim." / Lamartine




"Dünyada İstanbul kadar güzel görünüşlü başka bir kent bulunmadığını söyleyenler, gerçekten haklıymışlar." / Chateaubrıand





"Ya ben İstanbulu fethederim, ya da İstanbul beni…" / Fatih Sultan Mehmet




"İstanbula sahip olan bütün dünyaya hükmeder. Dünya tek bir devlet olsa idi, taht şehrinin İstanbul olması gerekirdi." / Napolyon Bonapart




"İstanbul dünyanın gerçek başkentidir. Coğrafya konumu bakımından dünyada rakibi yoktur." / Joseph Heller




"İstanbul biricik ve kıyas kabul etmeyen bir şehirdir. Manzarasının güzelliği asla çizilemez." / Alphonse De Lamartine




"Dünyadaki bütün şehirler yok olabilir fakat İstanbul gönüllerde yaşamaya devam eder." / Gyllius




“İstanbul yeryüzünün en güzel şehridir.” / Anton von Prokesh




“İstanbuldan daha muhteşem bir manzara yeryüzünde yoktur.” / Lady Dorina Neave




Diğer bütün kentler ölümlüdür, ama sanırım İstanbul, insanlar var oldukça yaşayacaktır." / Petrus Gyllius





"İki büyük cihanın kesinti noktasında, Türk vatanının ziyneti, Türk tarihinin serveti, Türk milletinin gözbebeği İstanbul, bütün vatandaşların kalbinde yeri olan şehirdir." / Mustafa Kemal Atatürk




Bütün dünya, bu kentin dünyanın en güzel yeri olduğu düşüncesindedir." / Edmondo De Amicis




"İstanbul olağanüstü durumunu Haliç, Marmara Denizi ve Boğaz'a borçludur" / Andrea Horn




İstanbul eskiden beri Avrupa ve Asya’yı birleştiren büyülü (tılsımlı) ve adeta kutsal bir mühürdür." / Gerard De Nerval)




"Yeryüzünde İstanbul kadar uygun bir yere kurulmuş bir şehir yoktur." / İspanyol gezgin Pedro




"Eski ve yeni bütün yazarlar İstanbulun dünyanın en seçkin yerinde bulunduğunu bilir." / Ermeni Coğrafyacı  İnciciyan




"Doğu ile Batıyı çok iyi birleştiren, insana her alanda özgürlük sunan emsali olmayan bir şehir..." / Max Müller



Yalnız Adamlara...

Üst üste iki dayımı kaybetmenin ağırlığını, dilimde bu şarkıyla bugün yine tüm hücrelerimde hissettim.
Huzurla uyusunlar...

"..kimsesiz, zavallı
dedirtmez kendine
ağlayıp sızlamaz
dertleşmez kimseyle

yalnız adam
tek başına..."

21 Temmuz 2011 Perşembe

Un Compromiso

La noche de los girasoles filmini 3 yıl önce izlemiştim -bir yerlerde bulursanız izleyin- filmde belirli yerlerde yumuşak sesli bir erkek, içinde promiso geçen bir şarkı söylüyordu. Film bittikten sonra Google'dan kazıyarak buldum: şarkıyı seslendiren Antonio Machin, şarkı da Un Compromiso.

Sonrasında Kübalı Machin'in izini sürdüm, albümlerini indirdim, yollarda dinledim. Bu sabah da uzun süredir dinlemediğimi farkedip, sabah sabah sesinde huzura erdim, eh siz de dinleyin istedim. Huzurla...

20 Temmuz 2011 Çarşamba

Geçmiş Zaman Olur ki Hayali Cihana Değer!

Bir zamanlar İstanbul serisinden bir fotoğraf daha. Fotoğraftaki mevkiiyi tanımlayan bina, şu anda da yerinde duruyor. Ama çevre ve çehre fotoğraftakinden çok farklı, arasında 7.000 fark bulunur. Bakalım burayı tanıyabilecek misiniz?


19 Temmuz 2011 Salı

Kadıköy'de Ayrılıklara Tanık Bir Çeşme: AYRILIK ÇEŞMESİ

Ayrılık Çeşmesi

 Tarihi yarımadanın karşısına geçelim efsaneye göre "Körler Şehri" Bizans'a göre Khalkedon olan Kadıköy'e.Tarihi yarımada ile yarışır bir tarihe, maziye sahip olsa da ikinci planda kalan günümüzde artık eski İstanbullular'ın tercih ettiği bir ilçemiz Kadıköy. Fikirtepe kazıları İstanbul'un en eski yerleşmesi sayılırdı Yenikapı kazısı yapılana kadar. Fikirtepe M.Ö 4.000-3.000 yıllarını verir ancak şahsi fikrim İstanbul gibi bir geçiş güzergahının yerleşim tarihi çok daha eski olmasıdır ki, Yenikapı kazıları bu konuyu aydınlatmaktadır.
 Kadıköy ile ilgili birkaç ilginç bilgiyi vermeden de konuya girmek istemiyorum. Kadıköy'ün etrafının surlarla çevrili olduğunu ve bu surların 1918 yılına kadar hala görünebildiğini biliyor muydunuz? Surlar ilk büyük darbeyi M.Ö 513 yılında Persler tarafından alır ve yaklaşık 1400 yıl görünür. Diğer bir bilgiyi ise ünlü coğrayfyacı Strabon verir. Strabon, Kadıköy'de, denizden biraz içeride küçük timsahların yaşadığını söyler. Ancak başka bir kaynaktan böyle bir bulguya şimdiye dek rastlanılmadı. Mısırlılar'ın getirdiğine dair rivayetler vardır. Son olarak Kadıköylüler'in bildiği İskele Camii 1913'e kadar denize sıfır bir cami olmasıdır. Bugün meydanın ve araçların geçtiği yol, denizin doldurulmasıyla oluşturulmuştur. 
 Kadıköy'de gözlerden ırak unutulmuş bir çeşmenin hikayesini hatırlayalım. Ayrılık Çeşmesi'nin... Günümüzde Roma'nın nasıl Aşk Çeşmesi varsa görkemi ve mimari ile Ayrılık Çeşmesi ile kıyaslanmıyacak kadar güzel olsa da Ayrılık Çeşmesi kadar anlam taşımaz benim için.Kadıköy'ün İbrahim Ağa Mahallesi'nde bulunan çeşmenin tarihi pek bilinmese de Bizans'a kadar dayandığına dair veriler vardır. Peki nedir bu çeşmeye "Ayrılık" lakabını veren? Osmanlı zamanında Anadolu'ya sefere çıkacak olan ordu bu çeşmenin başına gelir ve çeşmenin etrafında kamp kurar. Bu kamp üç gün sürer ve Padişah'ın gelmesiyle ordu buradan harekete geçer. İşte bu üçgün burda bir hüzün vardır. Askerlerin anaları, babaları, kardeşleri, eşleri, nişanlıları, sevdikleri buraya gelir ve belki son görüşüm edasıyla vedelaşılır, helalleşilir.İyi dilekler dilenir ve Allah'a emanet edilir. İşte bu çeşme tanık olur bu hüzünlü anlara... Arkada kalanların iki gözü iki çeşmesi olur akar suları... Sadece askerleri uğurlamadı bu çeşme yıllar yılı hacı adaylarının son durağı da oldu Ayrılık Çeşmesi... Bu kez hacı adaylarının sevinçleri için döktü yaşlarını... 
 Yazımın başında tarihini Bizans'a kadar dayandığını bahsetmiştik. Peki ya Bizans'ta nasıl bir anlam yüklenmişti bu çeşmeye? İlginçtir ama Bizans askerlerinin de seferden önceki son durağı olmuş, onların da ayrılıklarına tanıklık etmiştir. Bizans'ta başlayan bu "ayrılık" çeşmenin kaderi olmuş ve yıllar yılı ayrılıklara, aşklara, sevgilere tanıklık etmiştir. 

 2011 itibariyle restarasyonu sürmektedir. Çeşmein bilinen diğer adları ise Ahmet Ağa Çeşmesi ve Söğütlü Çeşme'dir.

  Kadıköy'ün kuytu köşesine gizlenmiş bu tarih şahidi çeşmeye artık bir başka gözle bakmanız temennisiyle...

Burgazada Sakinleri III

Burgazada'nın sakinlerine devam... Hepsi sıcaktan bayılmış, siestanın tadını çıkarıyordu.







To The Sea

Bu Jack Johnson'ı tanıdım tanıyalı sevmişimdir; hem müzisyen, hem sportmen, hem doğa sevdalısı ve hem de  tenha!

Şimdi kendisi bugün sıcaktan bayılanlar, ofislerinde klima altında deniz hayalleri kuranlar için söylüyor: To The Sea


18 Temmuz 2011 Pazartesi

Burgazada Sakinleri II

Burgazada'ya ayak bastığım an, bu güzeller güzeli karşıladı beni. Fotoğraflarında görüldüğü gibi, çılgın bir oyuncu kendisi, yirim!


17 Temmuz 2011 Pazar

İstanbul'u Selamlayan Kule: GALATA KULESİ


 İstanbul silüetinin olmazsa olmazlarındandır Galata Kulesi... Beyoğlu'nun simgesi olmuştur bu kule. Tarhi fetihten önceye dayanan Galata Kulesi bugüne dek görüntüsünden pek taviz vermeyerek gelebilmiştir.
 Tarihi, Ceneviz kolonisinin(Başka bir ülkede ticari amçlı kurulan yerleşim yeri) Bizans'ın Galata semtine yerleşmeleri ile başlar. Buraya kule yapmak isteyen Cenevizliler kulenin adını İsa Kulesi koymuş ancak Bizans kaynakları buradan Burç Kulesi diye bahseder. 1348'de koloninin etrafını çepe çevre saran iç surların kuzeyine inşa etmiştirler. İç surun çevresinde de hendek vardı. Bugün Beyoğlu semtinde dikkat ettiyseniz "Hendek" isimli sokaklar çoktur. Anlatılanlara göre Cenevizliler bu kuleyi çoluk, çocuk, erkek, kadın demeden geceli gündüzlü bir çalışma sonucu inşa etmiştirler.

Galata Kulesi ile bizim tanışmamız ne zaman oldu peki? Fetihten sonra diyorsanız yanılıyorsunuz çünkü kule inşası sırasından maddi olarak daralan Cenevizliler kuleyi tamamlayamazlar ve  2. Murad'dan yardım isterler. 2. Murad gereken yardımı yapar. Cenevizliler borçlarını kulenin uygun yerine teşekkür kitabesi koyarak öderler.. 
 Galata Kulesi Osmanlı döneminde hapishane, yangın kulesi gibi amaçlarla kullanılmıştır. 2. Mahmut tarafından saat konulduğu da bilinir. 1960 yılında resterasyon geçirmiş ve tepesindeki külah konulmuştur.
 Galata Kulesi için Kız Kulesi'ne aşık kule derler.  Çevresindeki binaların yüksekliğinin artmasıyla göremez olmuş kule sevdiceğini... Zaman zaman onu görmek için tepesindeki külahını da çok düşürmüştür bu yaşlı kulemiz. Kaderleri de aynı Kız Kulesi'yle! İkiside nerdeyse aynı amaçlara hizmet vermiş, ikiside Osmanlı ile fetihten önce tanışmış. Galata Kulesi ayaklanıp gidemese de sevdiğine Hazarfen Ahmet Çelebi  ile haber göndermiştir. 



 Galata Kulesi'nden bahsedip Hezarfen Ahmet Çelebi'den bahsetmeden geçmek olmaz. Hezar farsça "bin" demektir "bin fenli" yani "çok şey bilen" anlamlarına gelmektedir. İlmi vasıfları çok yüksek olan Hezarfen Türk alimlerinden İsmail Cevheri'den ilham almıştır. Ünlü bilgin Da Vinci'nin de İsmail Cevheri'den ilham aldığı söylenir. Hezarfen kuşların uçuşlarını inceleyerek kendi yaptığı düzeneği bugünkü Okmeydanı semtinde deneme uçuşlarını yapar. 1632 yılının lodoslu bir gününde kendini salıvermiştir Gatala Kulesi'nden ve İstanbul Boğazı'nı uçarak geçerek 3358 metre öteye Üsküdar Doğancılar'a konmuştur. 2. Murad'ın yapımına destek olduğu bu kule bu sefer 4. Murad ile yenden gündeme gelir. Evliya Çelebi'nin bu uçuşunu canlı izleyen Sultan ilk zamanlarda bu alimi çok beğenmesine ona hediyelere boğmasına rağmen sonra devlete zararlı olabileceğini düşünerek Cezayir'e sürmüştür. Kimisi başını vurduttuğunu söylese de bu bilgi teyit edilmemiştir. Cezayir'de öldüğü bilinir. Türk havacılık tarihine adını yazdıran Ahmet Çelebi'nin bu ilginç hikayesi filmlere konu olacak türden biridir.
 
Galata Kulesi günümüzde restoran cafe olarak hizmet vermekte, balkonundan muazzam İstanbul'u sergilemektedir. Eğer fazla vaktiniz yok ve İstanbul'u bir nebze görmek istiyorsanız Galata Kulesi ağırlayacaktır sizi. Ayrıca çok gariptir Galata Kulesi'nden yukarı çıkıldığında İstiklal Caddesi boyu eğlence hayatı, aşağıya Eminönün'e inildiğinde uhrevi bir hava karşılar sizi. İstanbul'un bırakın bir kilometre karesini her metre karesi ayrı bir havayı teneffüs ettirir insana... 




                              Galata Kulesi tepesinden kendi çektiğim fotoğraflar