21 Aralık 2013 Cumartesi

Müzikolog İlke Boran: “Her şeye müzik yazılabilir.. Bir tiyatro eserine de, bir heykele de…”

Müzikolog İlke Boran, "Köprüden Köprüye" Fotoğraf Sergisi’nin ses tasarımını gerçekleştirmiş.21 Kasım Perşembe günü Od’A - Ouvroir d’Art Sanat Galerisi’nde açılan serginin ses tasarım çalışmasını izlediğim Boran ile Kızıltoprak'taki stüdyosunda röportaj için biraraya geldik…

Köprüden Köprüye Sergi fotoğraflarından nasıl bir müzik yarattınız?
Birbirinden çok farklı fotoğraflar. Tristan hayatın içinden karelere odaklanmış. Özellikle insan faktörüne, köprü inşa sürecine yoğunlaşmış. Emine daha soyut yönüyle yaklaşmış köprü fikrine. Ben de aynı onlar gibi, konuya hem soyut hem somut yanlarıyla yaklaşmaya çalıştım.. Köprü fikrinin barındırdığı birçok simgesel ögeyi de dikkate alarak  köprü kurma ve o köprüden geçme düşüncesine odaklanan bir karma oluşturdum.

Yazdığınız diğer müziklerinizden bahseder misiniz?  
2001 yılı idi. Okulda Tiyatro Bölümü’nden arkadaşım Didem (Alpaylı) Erdoğan, “Nazım Hikmet yılı için Sevdalı Bulut’a müzik yazmamı istedi.  Masalın atmosferine uygun olarak, hem elektronik teknolojisini hem gelenekseli kullanarak bir müzik yazdım. Ney sesi kullandım örneğin. Bilgisayarda hafif değiştirerek daha soyut hale getirdim. Bendir kullandım. Masalın tam ortasındaki uzun seyahat sahnesi için bendirin ritmiyle at yürüyüşünün çıkarttığı sesi birleştirdim. Güzel ve enteresan bir müzik ortaya çıktı. Masalın atmosferine de çok iyi uyuyordu. Böyle başladı tiyatro müziği yazma maceram. Herkes bana müzik sormaya başladı oyunları için. Eskiden bu kadar popüler değildi tiyatroya müzik yazmak. Sonrasında Zeliha Berksoy'la çalışmaya başladık. Ayrıca Didem Erdoğan’la yine Nazım Hikmet’in “Yaşamak” adlı derleme oyununda birlikte çalıştık. Onun da özgün müziklerini yazdım. 2008’de Zeliha Berksoy ile yine Nazım Hikmet’in Jokond İle Si-Ya-U adlı oyunu için birlikte çalıştık. Jokond için müzik yazmak yerine oyunun atmosferini tamamlayacak tarihsel müzikleri bir araya getirdim. Müziklerle efektleri birleştirerek bir oyun müziği derlemesi yaptım. Sonucundan çok memnun olduğum işlerimdendir o da.

2003 yılında heykeltıraş Seçkin Pirim ile bir çalışmamız oldu. Yaptığım en ilginç işlerden biridir. Seçkin bir gün “Sence bir heykele müzik yazılır mı?” diye sordu. Ben de “Her şeye müzik yazılabilir bence” dedim.  Seçkin silika malzemeler ve ışıkla çalışır. 2003’de açtığı “Öldüğüm Anlar” adlı sergisinin ana heykeli için müzik yazdım. Mavi-beyaz renklerde silika çubuklardan oluşan bir yapıttı. Bir köşeden diğer köşeye çubukların arasından yürüyen minyatür bir insan hayal ettim. Her çubuğu bir ses öğesi olarak belirledim. Uzun, kısa, tiz, pes, uzak, yakın sesler, beyazlar, maviler. 4-5 dakikalık bir müzik çıktı ortaya.

2010’da Tiyatro Festivali için yine Zeliha Berksoy ile Yannis Rixos’un “İsmene” oyununda birlikte çalıştık. Oyunun özgün müziklerini yazdım. 2012’de Mimar Sinan Devlet Konservatuarı Tiyatro Bölümü projesi Nazım Hikmet’in ferhat ile Şirin oyununa müzik yazdım.

Sesiniz Açık Radyo programlarınızdan çok tanınıyor...
Evet..1995 yılında kuruluşundan itibaren dokuz yıl boyunca her Cuma klasik müzik program hazırladım ve sundum. Ayrıca Açık Radyo’nun o dönemlerdeki birçok sinyal müziğini yazdım. Haber program jingle’I hala kullanılıyor yanılmıyorsam.. Açık Radyo için yazdığım jingle’lar benim ilk profesyonel müzik yapım işini almamı sağladı.  Petrol-iş Sendikası’nın tanıtım filmi müziği idi… Sonrası geldi…

Şiir yazmayı anlarım da.. Müzik yazmak nasıl oluyor?
Özel bir tema için müzik yazmak senfoni bestelemek gibi değil tabii.. Elinizde malzeme oluyor genelde. Ya bir tiyatro eseridir. Konusu, duygusu vardır.. Ya bir sergidir. Bir heykel, bir enstallasyon söz konusudur. Ortada bir sanat eseri vardır, bir teması, rengi, vurgusu vardır. Bir kampanya olabilir, iletmek istediği mesajı, etkilemek isteği hedef kitlesi ile… Bu tür malzemelerle çalışmayı seviyorum. Bana çok hitab ediyor.

Yani bir tasarım yapıyorsunuz.. Malzeme size ilham veriyor.. Notalar nasıl çıkıyor ortaya? Bir heykel, mi minör müdür? Sol minör mü?
Aslında hepsi mümkün (gülüyor..) Sübjektif olarak yaklaşacağım yine.. Ben daha çok soyut anlatım üzerine yoğunlaşıyorum. Genellikle elektronik ortamda çalıştığımdan elektronik müzik ağırlıklı ses tasarımları ortaya çıkıyor. Tabii duruma göre değişebiliyor. Örneğin bir tiyatro oyunu için çalgı sesleri kullanmakla birlikte aralarına mutlaka kendi ürettiğim elektronik sesleri de katmayı seviyorum. Çalıştığım bağlam üzerinden yapılanıyor durum aslında. Aldığım kayıtlardan sesleri deforme ederek yeni sesler üretiyorum.

Doç. Dr. Kıvılcım Yıldız Şenürkmez ile Yapı Kredi Yayınları’ndan çıkan Kültürel Tarih Işığında Çok Sesli Batı Müziği kitabınızı ve diğer kitaplarınızdan da bahsetsek…  
2007’nin Ocak ayında basıldı. Çok ilgi gördü. Konservatuarlarda ders kitabı olarak okutulmaya başlandı. Ders kitabı olarak hazırlamamış olmamıza rağmen bu alanda kullanılabiliyor olması çok güzel. Birçok konservatuvardan hocalar kitapla ilgili bizimle bağlantıya geçti. Bu da beni çok mutlu ediyor doğrusu. 2010 yılında ikinci baskısı yapıldı. Üçüncü baskısı da yolda…

Genel Sekreterliğini yaptığınız AIMA’nın kuruluş öyküsü ve destekçilerini anlatır mısınız?   
AIMA, 1998 yılında Prof. Filiz Ali tarafından kuruldu. Kuruluşundan beri genç müzisyenlerin ufuklarını ve müzik kariyerlerini genişleterek eğitimlerini teşvik etmek için öncülük görevi üstlenmektedir. Her yıl yaz ve sonbahar dönemlerinde ağırlıklı olarak yaylı çalgılara odaklanan müzik ustalık kursları (masterclass) düzenlemektedir. Türkiye’den, Avrupa’dan, Yeni Zelanda’dan öğrenciler gelir akademimize. Uluslararası saygınlığı olan öğretmenlerle 8-10 gün boyunca çalışırlar. Ustalık kursları sonunda da konserler verirler. 

Kuruluşundan beri gelişerek ustalık kurslarını bestecilik atölyesi, yaratıcı yazarlık, piyano ve gitar ustalık kurslarıyla çeşitlendirmiştir.  Aynı zamanda bütün yıl boyunca halka açık konserleriyle Ayvalık’ın kültür hayatını zenginleştirmeyi de hedeflemektedir.

Kuruluş öyküsü Prof.Filiz Ali’nin 1995’te Ayvalık’ta ev almasıyla başlar. 1998’de benimle beraber yaz aylarında masterclass düzenlemeye başladı. İlk on yıl Ümit ve Cem Boyner’in Cunda Adası'ndaki evlerini Masterclass ustalık sınıfı yapıyorduk. 2005 yılında, Haluk ve Tınçay Barutçuoğlu evlerini bağışladı bize.  Ev, Eczacıbaşı Vakfı’na Ayvalık Uluslararası Müzik Akademisi’nin kullanım şartıyla bağışlandıktan sonra, restore edildi ve 2005 yılından itibaren daha geniş çaplı masterclass’lar düzenleme fırsatı bulduk. Sonra piyanolar bağışlandı bize. Haluk Barutçuoğlu evi bağışlandıktan sonra, Haluk Bey’in eşi, halen bize büyük desteği olan Tınçay Barutçuoğlu bir kuyruklu Yamaha piyano bağışladı. İlk kuyruklu piyanomuz odur. Sonra Muazzez İpar’ın piyanosu, Cahit Kayra’nın eşi Gönül Kayra’nın piyanosu vasiyeti üzerine, AIMA’ya bağışlandı. Böylece 3 kuyruklu piyanomuz oldu.   2007’den itibaren tamamen bağışlanan evi merkez olarak kullanmaya başladık. 2009’da AIMA Derneği’ni kurduk. 2011 yılında Ayvalık Kültür ve Sanat Vakfı’nı kurduk.

Bu yıl 16.sı gerçekleşen Ayvalık Uluslararası Müzik Akademisi’nin değerlendirmesini yapabilir misiniz?
Koro, keman, piano, gitar, viyolonsel, flüt ve yazı atölyesi olmak üzere toplam 7 masterclass düzenledik. Türkiye, Almanya, Sırbistan’dan 60 katılımcı vardı.

Bu katılımcılara AIMA’nın katkısı neydi?
Oratama 15-25 yaşında yetenekli gençler, İdil Biret, Andrej Bielow, Peter Bruns gibi değerli hocalarla biraraya gelip çalışma fırsatı buldular, deneyimlerinden faydalandılar.

AIMA Retreat Nedir?
AIMA Retreat, deniz kıyısındaki konumuyla, sanatçılara, yazarlara ve bütün yaratıcı bireylere sevdikleri işe başlayabilecekleri, sürdürebilecekleri ya da sonuçlandırabilecekleri huzurlu, ilham dolu bir atmosfer sunmayı ve sanatçılar ile misafirler arasında iletişimi kuvvetlendirmeyi amaçlamış bir mekandır. Her yaştan ve her ülkeden, profesyonel gelişimin bütün aşamalarındaki insanlara kapıları açıktır.

Müzik Akademisi’nin ilham olduğu ve öncülük ettiği diğer oluşumlar hakkında da bilgi verebilir misiniz?
Ayvalık halkı müzik akademisini biliyor.  Konserleri takip ediyorlar. Sanatsever bir çevre oluştu. Bu çevre katlanarak büyüdü. Türkiye’de düzenli olarak ve ciddi olarak yapılan ilk masterclass diyebilirim AIMA için. Bizden sonra birçok beldede benzer masterclass’lar yapılmaya başlandı. Bizi model alanlar oldu.

Sürdürebilirlik son derece önemli. Biz “İkinci on yıl”dayız. AIMA’nın ilk on yılını anlatan bir kitap hazırladık. İsim babası da Enis Batur’dur, sağ olsun: “Mitos diyarında çağdaş bir kültür odağı” Enis Batur’un, Filiz Hocayla yaptığı bir röportajdır kitabın içindeki ana malzeme. Başından beri akademiye destek olan Ayvalıklılar, Ümit Boyner, Ahmet Yorulmaz, İlhan Usmanbaş yazılar yazdılar. Benim de bir yazım var bütün on yılı özetleyen. 

İstanbul’u beş duyunuzla tanımlayabilir misiniz? 
İstanbul’un tarihsel dokusu, daha doğrusu tarihi bir şehir olması beni her zaman cezbetti. Müzikoloji okuduğum için tarih çok önemli bir yer kaplıyor hayatımda. İstanbul’un kent olarak tarihsel boyutu da birçok duyuma hitab ediyor. Görsel olarak muhteşem bir manzarası var. İnsanın sevdiğiyle birlikte Moda’dan Boğaz’a bakması, Aya Sofya’nın üzerinden güneşi batırması başka hiçbir şehirde olmayan bir güzellik. Yine aynı tarihin taşlarına ve duvarlarına hatta ağaçlarına dokunmak ve o taşların ağaçların yüzyıllardır orada olduğunu bilmek müthiş heyecan veriyor bana. Şehrin sesi günlük hayatta insanın dikkat etmediği bir şeydir ama biraz kulak kabarttığımızda çok ilginç sessel örgüler oluşuyor. Vapurlar martılar insanlar ve her türlü ses.. Süskind’in Koku romanını okuduktan sonra ben de yürüdüğüm İstanbul sokaklarında havayı koklamaya başladığımı hatırlıyorum. Özellikle uzak bir yerden istanbul’a geldiğimde şehre özgü kokuyu duyuyorum. İstanbul’daki tatların zenginliği de eşi benzeri az bulunur bence. Yemeyi çok seven biri olarak hepsinden çok büyük keyif alıyorum.

İstanbul için bir hayal projeniz var mı? 
Daha fazla doğal alan olmasını hayal ediyor insan. Büyük şehirlerde yaşayanların nefes alabilecekleri alanların olması çok önemli. Doktora tezimi elektronik müzik üzerine yazdığım yıllarda İstanbul’un ses tasarımını yapmayı hayal etmiştim. Belki bir gün yaparım kim bilir..

İlke Boran, 1972 yılında İtalya’nın Roma kentinde doğdu. 1978 yılında Ailesinin diplomatik görevle gittiği Paris’te ilkokul eğitimine başladı. 1981 yılında Türkiye’ye dönerek Ankara’da Fransız ve Türk ilkokullarında eş zamanlı olarak ilkokul eğitimini tamamladı. Ardından, Ankara’da, Grenoble Akademisi’ne bağlı Lycée Charles de Gaulle’da eğitim gördü ve 1991 yılında Bacalaureat diplomasını alarak liseden mezun oldu. 1992 yılında Mimar Sinan Üniversitesi Devlet Konservatuvarı Müzikoloji Bölümü Lisans eğitimine başladı ve Prof. Filiz Ali, Prof Ahmet Yürür, Prof. İlhan Usmanbaş ile çalışarak 1996 yılında mezun oldu. Aynı yıl Mimar Sinan Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Genel Müzikoloji Programı Yüksek Lisans Programına başladı ve 1999 yılında “İlhan Usmanbaş ve Cengiz Tanç’ın Orkestra Yapıtlarında Tını ve Doku Özellikleri” başlıklı teziyle Prof. Filiz Ali danışmanlığında mezun oldu. 2000 yılında aynı kurumda Müzikoloji doktorasına kabul edilen Boran, 2007 yılında “Elektronik Müzikte Analog Dönem ve Bülent Arel’in Stereo Electronic Music No. 1 Adlı Yapıtı” başlıklı teziyle Prof. Dr. Özkan Manav danışmanlığında Doktor unvanını aldı. 2011 yılında Yardımcı Doçent kadrosuna atandı.

1998 yılının 18-26 Haziran tarihleri arasında Paris’te IRCAM’da (Institut de Recherche et Coordination Acoustique/Musique) düzenlenen yaz Akademisi’ne katıldı ve Gérard Grisey, Johnathan Harvey’in spektral müzik derslerine katıldı. Aynı yıl MSÜ Devlet Konservatuvarı’nda müzik tarihi dersleri vermek üzere ücretli öğretim elemanı olarak görevlerndirildi ve 1999 yılında Araştırma Görevlisi olarak kadroya kabul edildi. 1998 ve 2002 yıllarında Müzikoloji bölümü olarak “Müzikoloji Dergisi” başlıklı yayın çıkarttı. Derginin editörlük ve koordinasyonunu yaptı yazılarla katkıda bulundu.

İlke Boran 1995-2004 yılları arasında İstanbul 94.9 Açık Radyo’da 9 yıl ve 18 yayın dönemi boyunca haftalık klasik müzik programları hazırladı ve canlı olarak sundu. Bu süreç içerisinde Ömer Madra ile birlikte üç adet Elvis Presley Özel Programı hazırladı ve sundu. 1997-98 yılları arasında Üç Aylık “Liderler” Dergisinde “Türk Müziğinin Beşleri” (Haziran 1997) ve “İkinci Kuşak Türk Bestecileri, Soyut Müzik’ten Elektronik Müziğe” (Kış 1998) başlıklı iki makale yazdı. 


1998’den bu yana, Filiz Ali ile birlikte Ayvalık Uluslararası Müzik Akademisi masterclass ve konser organizasyonlarını yürütmektedir. Prof. Filiz Ali ile birlikte 2009 yılında Ayvalık Uluslararası Müzik Akademisi’ni Geliştirme ve Destekleme Derneğinin, 2011 yılında da Ayvalık Kültür ve Sanat Vakfı’nın kurulmasına katkıda bulundu. 1998 yılından bu yana, Radikal Gazetesi, Andante Müzik Dergisi, Milliyet Sanat Dergisi gibi ülkenin önde gelen süreli yayınlarında ve gazetelerinde müzik yazıları yazmakta; TRT2 ve Ulusal Kanal gibi kanallarda çeşitli kültür programlarına konuk olarak davet edilmektedir.

2004-2007 yılları arasında Osmanlı Bankası Müzesi’nin düzenlediği “Voyvoda Caddesi Toplantıları” kapsamında “Müzik Söyleşileri” düzenleme görevini üstlendi ve bu seminerlerde sunumlar yaptı. 2005-2008 yılları arasında Prof. Zeliha Berksoy’un Sanat Yönetmenliğini yaptığı Beşiktaş Belediyesi Kültür Sanat Platformu’nda Müzik Danışmanlığı yaptı ve bu süre içerisinde Akatlar Kültür Merkezi ve Mustafa Kemal Merkezi konser salonlarında çok sayıda ulusal ve uluslararası konser organizasyonları gerçekleştirdi.

Makaleleri arasında “Popüler Müzikte Simgeleştirme: Elvis Presley” başlıklı Sepozyum Bildiri Metni (Popüler Müzik Yazıları Cilt 1- Sayı 1 Bahar/Yaz 2003), “Türkiye’de 12 Ton” (Yapı Kredi Yayınları Sanat Dünyamız Dergisi, Sayı 93, Güz 2004), “Contemporary Music in Turkey” (Art Music in the Balkans, Edited by Prof. Sokol Shupo, ASMUS 2004), “Turkish Composers” (Biographical Dictionary of Balkan Composers, Edited by Prof. Sokol Shupo, ASMUS 2004) bulunmaktadır.

2005 yılından bu yana International Music Council (Uluslararası Müzik Konseyi) şemsiyesi altındaki European Music Council’in (Avrupa Müzik Konseyi) Türkiye temsilciliğini yürütmekte, halen Mimar Sinan Üniversitesi Devlet Konservatuvarı’nda müzikoloji, çağdaş müzik ve müzik tarihi dersleri vermektedir. 

Kuruluşundan bu yana Uluslararası Ayvalık Müzik Akademisi’nde ve 5 yıldır Akademi’nin Genel Sekreteri. Radikal, Andante ve Milliyet Sanat’ta müzik yazıları yazdı. Prof. Zeliha Berksoy’un Sanat Yönetmenliğini yaptığı Beşiktaş Belediyesi Kültür Sanat Platformu’nda Müzik Danışmanlığı yaptı ve bu süre içerisinde Akatlar Kültür Merkezi ve Mustafa Kemal Merkezi konser salonlarında çok sayıda ulusal ve Uluslararası konser organizasyonları gerçekleştirdi.

10 Aralık 2013 Salı

Münteha Adalı: "Her evde her gün bir iş yaşamı var.." diyor ve vasıflı ev yardımcısı yetiştiriyor...

İşe giderken gözümüzün arkada, aklımızın evde kalmaması ne kadar önemli biz kadınlar için... Evde çalışan yardımcısından şikayet eden ya da yeni yardımcı arayan bir dolu hanım var etrafımda.. Münteha Adalı ile tanıştığıma ben çok memnun oldum. Sizlerle de tanıştırmak istedim. Burası İstanbul, blogumun adı "Bir Başka İstanbul".. layık olmaya çalışıyorum.. Buyrun okuyun.. İlginç bir çalışma yapıyor Münteha Hanım...

Ortaklarından olduğunuz Güvensan bugün Türkiye’nin en iyi temizlik şirketlerinden biri..  Kusursuz Ev işleri Eğitimi nereden aklınıza geldi?
Sektörün ilklerindeniz ve hizmet kalitesi anlamında  en iyi temizlik şirketlerinden biriyiz..  21 yıldır kurumsal müşterilerimizden, çalışanlarından, çevremizden ev hizmetlerine destek talepleri geliyor. Bu bizi bu konuya yöneltti. Müşteri ve ev hizmetlerinde çalışanlar arasındaki ilişkide iyi “aracı” olacağımız inancıyla yola çıktık. Amacımız bu projeyle ev hizmetlerine kurumsallık getirmek..

Bu kadar yoğun mu eğitimli ev yardımcısı arayan?
Her gün her evde bir iş yaşamı var.. Bu iş yaşamına dikkat çekerek tarafların talepleri ve haklarını korumada aracılık ediyoruz. Eğitim vererek vasıfsız çalışanların sertifika almalarını sağlıyoruz.

Eğitimlerde üç ayrı  grubu hedefledik. Eğitim öncesinde çalışandan ve müşteriden detaylı  eğitim talep formu alınıyor, ihtiyaçlar belirleniyor  ve eğitim konuları seçiliyor.

Ev hizmetlerinde  yardımcısı olup da eğitim ile desteklemek isteyenlere, sertifika programı ile çalışanını vasıflı hale getirmek isteyen müşterilerimize, sertifika programına katılıp ev hizmetlerinde çalışmak isteyenlere hizmet veren Güvensan, evlerine yardımcı arayanlara eğitimli-sertifikalı personel bulan bir ajans da aynı zamanda.. 

Kadınlarımızın ilgisi nasıl bu girişiminize?
Çalışan da, çalıştıran da memnun. İşveren taraf ihtiyaçlarını kendilerinden daha iyi anlayan eğitim almış sertifikalı personel  ve doğru muhatap buluyor,  çalışan taraf ise bu sektörde çalışanların dilinden anlayan güvenilir bir aracı...

Kadın Girişimciler Derneği  Kagider deneyiminizden de bahseder misiniz?
Kagider  ilk STK deneyimimdi. Benimle aynı tarafta aynı sorunlarla uğraşanlarla birarada olmak iyi geldi. Motivasyonum arttı. Çok şey öğrendim. İlişki yönetimi, hayata yeni bakış açıları, değişik iş yapma şekilleri, karşılıklı öğrenme süreci, kadın yoğun bir nüfusla bir arada olmanın bana öğrettikleri, farklı yönlerimi keşfetme süreci, topluma olan borcum, sorumluluklarım, yapmak istediklerim için fırsat.. Her şekilde, her şeyden bir başka şey öğrenmek... Öğrenme sürecinin sonsuzluğu ve gençler.. Onların ihtiyaç ve taleplerine aracılık etmek, akıl, yenilikçilik, girişimcilik anlamında hep genç kalmak...

Kurduğunuz yeni işkolu ve şirketle temizlik sektörüne vasıflı işçi kazandırıyorsunuz. ..
Bilinçli ve özgüvenli çalışanlar, doğru hizmet alan müşteriler, asgari kaynak ve enerji kaybı, hakları korunan taraflar... olarak özetleyebiliriz..

Kurumsallaşan ev hizmetlerinin fiyatları yükseltiyor olması yolunda eleştiri alıyor musunuz?
Evet hem de çok… En çok, çalışan tarafı uyandırdığım konusunda eleştiri aldım. “Zaten zor buluyorduk bu farkındalık ile hiç bulamayacağız” diyorlar.. Maliyeterin yüksek olduğundan bu işi bu şekilde yapmanın zorluğundan bahsediyorlar..

Eğitim verdiğiniz kadınlara belki de hayatlarında hiç duymadıkları, görmedikleri şeylerden bahsediyorsunuz... Tepkileri nasıl?
Öğrenmeye çok ihtiyaçları var. Bildiklerini sandıkları işleri daha sistemli yaparak zaman kazanmaları ve müşteri memnuniyetinin  artması onları mutlu ediyor. Onları bu kadar iyi anlayan taraf bulma kısmına seviniyorlar..

Yaşamlarına giren yeni evlerde karşılaştıkları zorlukları aşmalarına nasıl yardımcı oluyorsunuz?
Empati yapmayı anlatıyor ve öğretmeye çalışıyoruz...”Müşteri ne ister?” başlıklı interaktif eğitimimiz ile yaşadıkları zorlukları aşma ve “tercih edilen” olma durumlarını örnekliyoruz. Güçleniyorlar.

Eğitim programınızda sağlıklı beslenme, elektronik aletlerin ve kimyasalların kullanımı, hayvan ve bitki bakımı, ev ekonomisi  gibi konular da var mı?
Hayvan bakımı konusu yoktu ama bu sorunuz ile eklememizin iyi olacağını fark ettim. Bana verdiğiniz  bu fikir için çok teşekkür ederim. Aslında eğitimlerimizi gelecek taleplerle de çeşitlendiriyoruz.

Zorlandığınız konular hangileri?
Müşteri taleplerinin yönetilmesi , çalışanın ilk görüşmede  gelen taleplerden ürkmesi, ilk intiba yönetimi, müşteri talepleri ve karşı tarafın bunu algılaması arasındaki dengenin oluşturulma süreci...

Uyumlu bir çalışma ortamı sağlayabilmek için işverenlere ne gibi tavsiyelerde bulunuyorsunuz?
Ev yaşamına kurumsallığı getirmek şart. İş akdi gerekli. Ancak bu şekilde tarafların hakları korunabilir. Ev hizmetlerindeki iş ortamının  ofis ortamından farkı yok. Bunu taraflara anlatmak gerekiyor.. Günümüzde bilginin bu kadar açık ve ulaşılır olduğu bir çağda karşı olmaması gereken durumlar var.. Ortadan kaldırmak zorundayız. Kadın, kadını eğitim, sertifika ile desteklemeli. Kimse kimsenin engeli olmamalı..

Ev yönetiminde kadın işveren- işçi arasındaki tipik psikolojik  gerginliği yaşamamak için aldığınız önlemler var mı?
Her aşamada bu  ilişkiye  aracılık ediyoruz. 

Temizlik işinde çalışmaya hazırladığınız insanları eğitimden sonra işe de yerleştiriyor musunuz?
Evet.  Temel amacımız istihdam yaratmak..  Kayıt dışındaki kadınların bizim aracılığımız ile kayıtlı hale gelmesini sağlamada rol oynamaya başladık. Müşterilerimize SGK koşullarını anlatan iş akış bilgi seti de hazırladık..

Belediye’lerde verdiğiniz ücretsiz eğitimlerin amacı nedir?
2014 itibariyle Belediyelere bu eğitimleri organize ettiğimizi, kendilerine iş aramak için başvuran kadınların eğitimini ücretsiz yapacağımızı ilettik. Sertifikalı kadın personel,  bu sayede özgüvenli ve ne yapacağını bilerek ev hizmetlerinde çalışacaklar. Müşteri dilinden anlayan, iş planı yapabilen donanıma sahip olacaklar. 

Başarının tarifi nedir size göre?
Yaptığınız her iş arkasından hissettiğiniz gönül rahatlığı ve  mutluluktur başarı..
Mutluluğun tanımı derseniz; sağlıklı ve  özgür olup  istediklerimizi yaptığım andır derim… 

İstanbul’u beş duyunuzla tanımlayabilir misiniz?
Ah İstanbul, İstanbul  olalı böyle kargaşa, böyle derbederlik görmedi…
Güzel ama kirli, karmaşık, hırçın, şaşkın. Geçmişini özleyen  hüzünlü güzel.

İstanbul için bir hayal projeniz var mı?

Eğer bir gün birileri bana sorar ve destek isterse.. Temizlik, çevre düzeni, eski yapıların korunması ve yeni yapılar içinde kaybolmasının engellenmesi, binaların sıralı ve düzen içinde yapılmasında  rol almak isterim…

7 Aralık 2013 Cumartesi

Kemal Aslan: "Elinde sadece gitarıyla korkusuzca ilerleyişi beni çok etkilemişti ve iyi bir fotoğraf çektiğimin farkındaydım..."


Gezi'nin en iyi fotoğraflarından biriydi Kemal Aslan'ın "Love and Revolution"u... Şimdi sergi sergi dolaşıyor. Tanımak istedik sahibini.

Fotoğrafçılığa nasıl başladın?
İzmir’de fotoğraf eğitimimi tamamladıktan sonra İstanbul’da çeşitli fotoğrafçıların yanında staj ve asistanlık yaptım. Fotoğrafa yaklaşımı ile en önemsediğim isimlerden olan Cemil Ağacıkoğlu da bunlardan biridir. 

Geçtiğimiz yıl Camera Work adında kendi stüdyomuzu kurduk. Ticari işlerin yanısıra fotoğraf projeleri ve sanatsal üretimin de gerçekleştiği bir atölye yaratmaya çalışıyoruz. Fotoğraf eğitimi almaya başladıktan bir süre sonra ilk kez 2001 yılı 1 Mayıs’ı ile başlayan ve hala devam ettiğim, toplumsal olayları konu alan fotoğraf projelerimde yıllar geçtikçe fotografik dil anlamında değişimler yaşıyorum.

İzmir, İstanbul, Diyarbakır’da öğrenci eylemleri,1 Mayıslar, işçi eylemleri, nevrozlar, kitlesel basın açıklamaları, Cumartesi Anneleri gibi birçok eylemi fotoğraflamaya çalıştım. Özellikle 2013 Mayıs ayı sonunda başlayan “Gezi Olayları” bu projelerin en önemli yerini oluşturdu. Genel olarak belgesel fotoğraf alanında çalışmalar üretiyor olsam da fotoğrafın farklı dillerini de kullanmaktayım. Belgesel video projeleri de üretmekteyiz.



Bu hafta Fransa Touzac’taki Chabram Modern Sanat Merkezi’nde açılan “Istanbul is Calling” sergisine katılımın nasıl gerçekleşti?
Gezi olayları sırasında  çektiğim "Love and Revolution"  adını taşıyan fotoğrafım dünyanın birçok ülkesinde sosyal medyada takip edildi. Gezi’nin sembolleşen fotoğraflarından biri oldu. İstanbul Bienali sırasında Archive Galata'da temeli atılan, kuratörlüğünü Olivier Cerri'nin yaptığı bu sergiye benimle beraber William Feitosa, Nicolas Maalouly, Yaky Bonacic-Doric, Mert Tugen, Sedat Girgin, Kaptain Bear, Charles Emir Richards, Tunc "Turbo" Dindas, Craoman, Nathalie Shau, Antonio Vasquez, Goddog, Alexandra Breznay da katıldı. "Istanbul is Calling" Touzac'tan sonra Paris'e taşınacak..

Türkiye'de yaşayan Fransız bir arkadaşım aracılığı ile  bana ulaşan kuratör  Olivier Cerri Fransada açılacak sergilerden bahsetti ve fotoğrafımın bu projede yer almasını teklif etti. Mutluluk duyarak kabul ettim. Buradaözellikle sözünü etmek istediğim bir şey var; aynı dönemde Türkiyede açılacak olan Contemporary 2013'te fotoğrafımın sergilenebilmesi için bazı galeriler ile iletişime geçmeye çalıştım fakat olumlu bir sonuç alamadım.

“Love and Revolution” isimli fotoğrafı nasıl çekmiştin? O anları anlatır mısın?
Gezi sürecini fotoğraflamak için başından beri olayların içinde olmaya çabaladım. Direniş ve çatışmaların yoğunlaştığı 31 Mayıs’ı 1 Haziran’a bağlayan gece ve sabahın ilk saatlerine kadar İstiklal Caddesi ve Tarlabaşı’ndaki olayları fotoğraflıyordum. Çatışmalar sürerken gece on iki buçuk civarı direnişçilerin önüne elinde gitarıyla, sonradan tanıştığım ve adının Murat olduğunu öğrendiğim o arkadaş fırladı. Polislerin ve polis araçlarının önünde yoğun gaz bombalarının altında gitarını çalıp polislerin üzerine yürümeye başladı, ben o sırada direnişçilerin önünde bir yerdeydim. Onu görür görmez ortaya doğru koştum ve fotoğraflamaya başladım. Fotoğrafı çekiyor, bir taraftan da hem onun hem de kendim için tedirginlik yaşıyordum. Gaz bombaları sürekli atılıyordu. Bu aşağı yukarı iki dakika kadar sürdü ve Murat’ın çok yakınına bir gaz bombası düşene kadar devam etti. Gaz atıldığında hala kaçmadan gitarını çalmaya devam ediyordu. Ara sokaktan geçen biri onu zorla belinden tutarak ara sokağa götürdü. Elinde sadece gitarıyla korkusuzca ilerleyişi beni çok etkilemişti ve iyi bir fotoğraf çektiğimin farkındaydım.



Sonra nasıl gelişti olaylar bu fotoğraf etrafında?
Fotoğrafı internet üzerinden yayımlamamın ardından kısa sürede birçok yerde kullanılmaya başlandı. Bu süreçte çok güzel geri dönüşler oldu. Kişisel olarak bana ulaşıp fotoğrafımı poster yapıp odasına asmak isteyenler, tişört baskısı yapmak isteyenler..  çok mutlu oldum. Olaylar sürdüğü sırada açılacak olan bazı sergilerden özellikle bu fotoğraf için teklifler geldi. İlk başlarda 13 yıldan bu yana  sürdürdüğüm ve 15. yılında sergisini açmayı düşündüğüm projenin önemli fotoğraflarından biri olan bu fotoğrafın sergilenmesini düşünmedim. Bu nedenle yine gezi sürecinde çektiğim farklı fotoğraflar  ile Galeri Park Art ve Karaburun Bilim Kongresi’nde açılan karma sergilere katıldım. Fotoğraf önümüzdeki nisan ayında yine Fransa’da gerçekleşecek “Le Marathon des Mots” edebiyat festivalinin tanıtım fotoğrafı olarak kullanılacak. Bu süreçte öğrendiğim en önemli şeylerden biri de telif konusuydu. Yurtiçinde fotoğrafım dergi kapaklarında dahi izin alınmadan, telif ödenmeden kullanılırken, yurt dışında internet sitesinde bile kullanılacak olduğunda  benimle mutlaka iletişime geçildi… Bu da ne yazık ki ülkemizde telif konusunda  ve fotoğrafa verilen değer konusunda ne kadar geride olduğumuzu gösterdi.

Ülkemizde ve dünyada hayranı olduğunuz, örnek aldığınız fotoğraf sanatçıları kimler?
Ülkemizde fotoğrafın sanat olarak tanımlanmasına büyük katkısı olduğunu düşündüğüm ve dil olarak döneminin farklı bir sanatçısı olan Şahin Kaygun ile beraber Emine Ceylan, Nuri Bilge Ceylan, Ara Güler, Attila Durak, Cemil Ağacıkoğlu’nu sayabilirim. Stüdyomuzun ismine de ilham kaynağı olan Alfred Stiglitz, Henri Cartier Bresson, Josef Koudelka, Diane Arbus, Tina Modotti, Jan Saudek  ise etkilendiğim ve beslendiğim sanatçıların sadece bir kısmı…



Fotoğraf hedefleriniz neler?
Şu anda iki hedefim var: stüdyomuz Camera Work'u ticari işleriyle büyüterek, bünyesinde fotoğraf sanatçılarının olduğu bir ajansa dönüştürmek. Diğer hedefim  kafamdaki fotoğraf projelerini hayata geçirmek..

Fotoğrafta makine, yaratıcılık, fikir, şans ve an faktörlerini nasıl değerlendiriyorsunuz?
Tüm bu faktörler sonucunda oluşan birşeydir fotoğraf.. Bazen biri, bazen bir diğeri ağır basıyor.

Sizce mutluluğun sanatla bir ilgisi var mı?
Mutluluğun sanat ile ilgisi tabii ki var. Fakat sadece sanat ile değil, daha çok insan ile olduğunu düşünüyorum..

İstanbul’a dair bir hayal projeniz var mı?
Pek çok sanatçıya ilham veren bu şehir bana da ilham veriyor. İstanbul'a dair net bir projem olmasa da bu şehirde çekmiş olduğum her fotoğrafın içinde İstanbul var zaten.

İstanbul’u beş duyunuzla tarif etmenizi istesem…
Benim için İstanbul bir duyunun hissi ile açıklanamayacak bir şehir. İstanbul'un çok kültürlülüğü ve sokaklarında  yaşattığı sürprizler her an farklı duyulara farklı duygular hissettiriyor. Bunu  seviyorum.


Kemal Aslan

1977 Samsun doğumlu sanatçı, Dokuz Eylül Üniversitesi Fotoğraf Bölümü mezunu. Öğrenci sergilerine katıldığı yıllarda toplumcu belgeci duyarlılıkla fotoğraflar üretti. Eğitimi gereği tanıştığı birçok farklı fotoğraf anlayışı onun ileride üreteceği fotoğrafların şekillenmesinde etkili oldu. Öğrenci iken katıldığı birçok fotoğraf yarışmasında çoğu birincilik olmak üzere farklı dereceler kazandı.

Okulu bitirme projesi Wernicke Korsakoff Sendromu’na yakalan insanlarla fotoğraf çalışmasıydı. 2001 yılında ölüm oruçlarına katılan ve uzun süreli açlık sonrasında hafıza kaybına neden olan Wernicke Korsakoff Sendromlu kişilerin portreleri ve yaşadıkları mekanları görüntülediği fotoğraflarla ilk sergisini İzmir İletişim Kitapevi’nde açtı.
Toplumsal fotoğraflarıyla çıkış yapan sanatçı, İstanbul’da kendi atölyesinde çalışıyor.

4 Aralık 2013 Çarşamba

Geçen yıl neler oldu?

Uzun süredir yazamadığım bloguma dönüş yazısı için plan yapmaktan ve bu planları hayata geçirememekten ruhen yoruldum. Sonunda çala kalem birşeyler yazmak en iyisi dedim ve işte buradayım! Yayınlanacak gününü bekleyen draft bölümündeki tamamlanmamış onlarca yazıdan huzurlarınızda özür dilerim :)

Son yazımdan bu yana neredeyse 1 yıl oldu, neler oldu bu kadar zamanda? Kişisel tarihimin en hareketli, en büyük kararlar verdiren, pek gezen, pek film izleyen ve pek direnen bu geçen yıldan fotoğraflarla bir potpuri yapmak istedim, buralardan uzak olduğum geçen 1 yıldan kalan kareler...

Sergiler, filmler, tiyatrolar bu şehrin ruhudur dedim gezdim, durdum. Salt Karaköy, Ocak'13


Belçika Ghent sokaklarında böyle manzaralar var ki, bu kadar bira tüketilen bir kentte bu çok normal.
In Bruges filmini sevenler, Bruges'e kesin gitmeli, masal gibi bir kent.
Amsterdam'a gidecekseniz hava durumuna dikkat, bu manzaraya karşı ayazda burnunuz donabilir.
Emek Sineması'nın son eylemlerinden birinde, sinemaya giren arkadaşlar eski biletleri bizlere dağıtmıştı. İçim sızlıyor hala...



Karaköy yolunda eski ofiste baktığımız güzellerden biri, nerelerde uyuyordur kim bilir ;)




Sokakta hasta bulmuştuk, doktor abilere gittik, iyileşti ve palazlandı. Sonra da ağaç tepelerinden inmedi. Adını "Nonnik" koymuştuk.

Mayıs sonu başlayan Gezi Parkı eylemlerinin benim kişisel tarihimde de yeri büyük!
Gezi günlerinden sloganlar...
Temmuz'un son günleri 9,5 yıllık işimden ayrıldım. Asistanım Eric Cartman benden ayrıldığına biraz üzgün, bense biraz buruk ama yeni heyecanlarla, yeni yollarımıza çıktık.

İşten ayrıldıktan sonra hemen gezentiliğe vurdum kendimi, ilk durak Bozburun...
Tatilde herkes uykudayken, sabah yürüyüşü yapmaya bayılırım. Hele de manzara böyleyse:
Ovabükü - Palamutbükü arası, Datça.

Sonraki durak Akyaka, Azmak Deresi'ndeki kuartet de direniyor. #direnakyaka
Yollar Foça'ya götürdü bir ara, bu da oranın gediklisi.
Karaburun! Rüzgarlı güzellik... Gitmeli, görmeli, deniz ürünlerini götürmeli ;)

Başka planlar içindeyken, uzak yerlere gidecekken, kaldım yine bu şehirde. Yalnız eve çıktım, çılgın teneke kutu kolleksiyonum da benimle...
İlk esaslı komşum!
Kamplara, yürüyüşlere devam, geçen haftalarda Çubuk Göl'den sabah manzarası.
Finalde de yine Çubuk Göl'den renkli rüyalar fotoğrafı...
Hülasa, geçen yıl bir çok acı kayıp, bir çok yaralı, bir çok gaz kapsülüyle geçerken ve hala adaletsiz, vicdansız günler yaşamaya mahkumken, içimde olan umudun ölmediğini hatta yeşerdiğini görmek insan yerlerimi yumuşatıyor.

Merak edenler için:
  • Geçen yıl da aşık olmadım!
  • Güney Amerika'ya gidemedim.
  • IMDB Top 250 listesinde hala izlemediğim filmler var.
  • Bu yaşıma geldim hala titiz annenin, çok eşyalı pasaklı kızıyım.
  • Arjantin Tango konusuna eğilemedim. Basic steplerde kaldım.
  • Hala fazlasıyla yufka yürekliyim, her insana değer verilmeyeceğini öğrenemedim.
  • Anneannem: Yemek dualarında bana uygun gördüğü damadın özelliklerini basına açıkladı.
  • Dostlarım, biriciklerime yeterli zamanı ayıramıyorum, 24 saat hala yetmiyor!
  • Ve hala bildiğiniz Polyanna'yım!