29 Haziran 2015 Pazartesi

Melis Buyruk: Gerçek dünyaya ait olmama hissinin mutlulukla doğrudan bir bağlantısı olduğuna inanıyorum.

Pg Art Gallery, 8 – 31 Temmuz tarihleri arasında Melis Buyruk’un “You are Here! (Buradasın!)” isimli ilk kişisel sergisine ev sahipliği yapacak.

Seramik sanatçısı Buyruk, çalışmalarının büyük bir bölümünde bu malzemeye en görünür işlevsel formlarından biri olan tabak olarak yer veriyor. Endüstriyel bir formu, şekil itibariyle olduğu gibi kullanmasına karşın ele aldığı bağlam, tabağı bir tasarım nesnesinden sanat nesnesine eviriyor..



Son serginizin öyküsü nedir?
"Buradasın /You are Here" ilk kişisel sergim.  Sergide insana ait parçaları, uzun bir yemek masasında, beyaz yemek tabakları içerisinde, güllerle süslenmiş olarak göreceksiniz. Serginin ana teması, insan bedeni aracılığı ile anlatılıyor. Tabaklara yerleşmiş parçalar, hiçbir cinsel kimliği işaret etmiyor. İnsanı sosyal, etnik veya cinsel kimliklerinden arındırarak sadece beden, yani et ve kemik olarak ortaya koyan ve bu sayede eşitleyen bir bakışla yaklaşmaya çalıştım. Bedeni var olduğumuz müddetçe "süsleme" arzumuz ve bu döngü üzerine bir sergi. 

Sanatta kurallara inanıyor musunuz?
Sanat, duygulara dayanan bireysel bir tavır bana göre. Kurallara inanmıyorum. Aksine sanatçının, her türlü kaygıdan ve iradeyi sınırlandıran kuraldan uzak, üretebilmesinden yanayım. Nietzsche “Yaratıcı olmak isteyen, önce her şeyi yıkmakla işe başlamalı” der. Hiçbir zaman “bir şeyleri yıkmak” gibi bir amaçla ürettiğimi söyleyemem ama kuralları da umursamıyorum.


Sergiye hazırlanma süreciniz nasıldı? Neler üzerine daha çok odaklandınız?
Bir sanat izleyicisi de olarak, çağdaş sanat galerilerinde, malzemesi “seramik” olan bir iş neredeyse hiç görmüyordum. Seramik korkulan bir malzeme. Geleneksele kaçan bir algısı var ve dolayısıyla nasıl konumlandırmalı, ne üzerine konumlandırmalı gibi noktaların üzerinde çok durdum. “circle” çok hassas ve ince bir iş. Hem bunu vurgulamalıyım hem malzemeyi odak noktası yapmamalıyım gibi handikaplarım oldu. Neticede beton ve aynadan yardım aldım.

Seramik çalışmaya ne zaman ve nasıl başladınız?
2003 yılında Güzel Sanatlar Seramik Bölümü’nü kazandım. Seramikle tanışmam da okul ile birlikte oldu.
 


Çalışmalarınızın değişim ve gelişimini kendi gözünüzden aktarabilir misiniz?
Zaman ile birlikte, iç dünyamda, hayatımda ve dünyaya bakışımda değişimler yaşıyorum herkes gibi. Bu değişimler yorumuma farklılıklar katıyor doğal olarak.. Bundan yıllar önce daha temiz bir zihinle dünyaya bakarken en büyük derdim kimyasal ve biyolojik kirlenmeler iken bugün varoluşu daha başka bir dille sorgulamaya çalışıyorum. Bunun yanında malzeme ve teknik açısından da araştırmalarım oluyor. Tabi bu da işlerime yansıyarak değişimime katkı sağlıyor.

Eserlerinizin malzeme - konsept dengesi hakkında neler söylemek istersiniz?
Çalışmalarımda malzeme olarak porselen ve seramiği kullanıyorum. Yemek tabaklarında olduğu gibi hazır malzemelere de başvuruyorum. Seramik veya porselenin sanatsal anlamda uzak durulan, korkulan bir malzeme olarak bir izlenimi var. Bu malzemeden bahsedilince aklımıza ilk gelen şey de tabak! Bu sergide ben de ilk akla gelen "tabağı" endüstriyel bir ürün olarak alıp bir sanat nesnesine çevirdim.. 

Melis Buyruk
Sanat ve sanatçı tanımınız nedir?
Aslında bir tanımım yok. Kalıba sığdırmaktan da, büyük cümlelerden de hoşlanmıyorum. Kendini sanatçı olarak tanımlayan herkes sanatçı ve ürettiği de sanattır. Burada tabii genel geçer faktörler ve göreceler olacaktır ama değinmiyorum

Sanatın günlük yaşam ve mutluluk ile ilişkisi nedir sizce?
Bir sanatçı olarak, atölyeme girdiğim andan itibaren üretmek benim için zorluklarıyla da, hazzıyla da beni gerçek dünyadan soyutlayan ve andan koparan bir eylem. Gerçek dünyadan kopmak da iyi hissetmek için yeterli geliyor.

Bir sanat izleyicisi olarak da aynı şekilde.. bambaşka beyinlerin ürettiği fikirlere ulaşmak beni yaşadığım andan çekip çıkartıyor. Gerçek dünyaya ait olmama hissinin de mutlulukla doğrudan bir bağlantısı olduğuna inanıyorum.

27 Haziran 2015 Cumartesi

Fransız Rivierası'nda bir yaz tatiline ne dersiniz?

Provence-Alpes-Côte d'Azur
Yaz tatilinde deniz, güneş, kum klasiğini farklı ülkelerin kıyılarında deneyimlemekten yanaysanızFransa’nın 26 bölgesinden biri PACA (Provence-Alpes-Côte d’Azur)'yı öneririm.. 

Aix- en- Provence bölgesini başlı başına ayrı bir tatil programı içinde yer almayı öngördüğümden bu yazımda Marsilya’ya uçtuktan sonra ünlü Fransız Rivierası’na doğru yola çıkıyoruz.


Cassis - Calanque
Toulon'dan İtalya sınırındaki Menton'a kadar uzanan Fransız Rivierası’nın en önemli şehirleri, Altın Palmiye ödülünün verildiği Cannes şehri, plajlarıyla ünlü Saint-Tropez ve Nice'tir. Monaco Prensliği de buradadadır. PACA bölgesini iki türlü gezebilirsiniz:

Marsilya’dan araba kiralayıp yaklaşık iki saatte Saint-Tropez sahillerine vararak birkaç gün St. Tropez’ de kalabilirsiniz. Böylece muhteşem plajların tadını çıkarıp daha sonra da gezinize Nice’te konaklayarak devam edebilirsiniz.

Ya da Nice’e uçup, tatilinizi Nice merkezli organize edebilirsiniz. Bir gün St. Tropez, Cannes sahillerini gezip, birbirinden güzel plajlarda yüzüp, bir gün Monaco’nun eşsiz güzelliğine tanık olup, bir iki gün de tarihi kasabaları ve ünlü Eze köyünü ziyaret edebilir, yorgunluğunuzu Nice plajlarında atabilirsiniz...



Saint –Tropez
St. Tropez İkinci Dünya Savaşı sırasında güney Fransa'nın kurtuluş rolü ile bilinir. Marsilya’dan 105km Nice’ten 66km uzaklıktadır. İlk kez Fransız yazar Guy de Maupassant tarafından keşfedilen St.Tropez, 1956 yılında Brigitte Bardot’un oynadığı ‘’Ve Tanrı Kadını Yarattı’’ filmi ile sosyetenin vazgeçemediği tatil beldesi haline gelmiş. 1960 ve 1970'li yıllarda, Louis de Funes'in Saint-Tropez’de çevirdiği “Le jandarme” film serisi, kasabanın daha popüler olmasına katkıda bulunmuştur.

Saint Tropez bugün çok popüler ve sosyetik bir mekan ancak, Paul Signac ya da Maximilien Luce gibi ünlü ressamların ve takipçileri Pierre Bonnard, Raoul Dufy, Charles Camoin, Moise Kisling, André Dunoyer de Ségonzac’a ilham kaynağı olduğu dönemlerde küçücük bir köydü... Ressam Paul Signac’ın buradaki evi ressamların buluşma noktası, pointilisme ve fauvisme sanat akımlarının ortaya çıktığı yer olmuştur. Sanat tarihine kazandırdığı sanatçılar arasında Bernard Buffet, David Hockney, Massimo Campigli, Donalt Sultan ve Stefan Szczesny de bulunmaktadır. L’Annonciade Müzesi’ni gezmenizi öneririm. 


Albert Marquet “Le port de Saint Tropez” 1905
St. Tropez, yaklaşık yarım gününüzü ayırarak gezebileceğiniz küçük bir sahil kasabası olsa da ben muhteşem plajlarından yararlanabilmeniz için konaklamanızı öneriyorum. 

St. Tropez plajları (Boulabaisse, Graniers, Canoubiers, Salins gibi..) 11,3 km’lik bir kıyı şeridi oluşturuyorlar.

Nice’ten ulaşacaksanız araba kiralamanız gerekecek; çünkü tren yok.. Nice’den sabahları kalkan gemilerle de gidebilirsiniz ama mesafe uzun olduğundan St. Tropez ve çevresinde kalacağınız saatler sınırlı kalır. Şehir içinde her yeri yürüyerek gezebilirsiniz. 

Toplu ulaşım aracı bulunmuyor. Sokaklar çok dar, tarihi eski şehir bölümünde araç girişine izin verilmiyor. Eğer özel aracınız ile gelirseniz, liman bölgesinde bulunan otoparka otomobilinizi park ederek, gezinize limandan başlayabilirsiniz. Birbirinden lüks yatların olduğu Vieux Port (Eski Liman) kıyısındaki yol üç isimle anılıyor. Quai Gabriel Peri, Suffren ve Jean Jaures. Cadde, kafeler ve küçük butiklerle süslü.



Port Giramaud
Saint-Tropez bölgesinde mutlaka görülmesi gereken bir kasaba.Venedik benzeri inşa edilen bu kasaba 1962 yılında Fransız mimar François Spoerry tarafından tasarlanmış. Çiçekli terasları, pastel renkli evleri, kanalları ile bir masal kenti adeta. Her evin pencere şekli birbirinden farklı ve hiçbir ev diğeriyle aynı pencereye sahip değil.

Kasabanın içine araba girişi yok. Aracınızı büyük otoparka park edip yürüyerek tüm kasabayı dolaşıyorsunuz. İsterseniz kendinize küçük bir tekne kiralayıp bununla ya da toplu olarak binilen teknelerle de gezebilirsiniz. Les Bateaux Verts veya Navette Bateau şirketlerinin tekneleri farklı saatlerde Vieux Port (Eski Liman) ve Nouveau Port (Yeni Liman)’dan hareketle Port Grimaud’ya gidiyorlar. Yolculuk 20 dakika sürüyor.




Cannes

Cannes denince aklımıza ilk gelen şüphesiz kırmızı halı ve film festivalleri.. Festival binası Grand Auditorium, La Croisette olarak bilinen sahildeki ana cadde üzerinde bulunuyor. Ünlü Cannes plajı da bu sahilde bulunuyor. Kaldırımlardaki ünlülerin el izlerini takip ederek kıyı boyunca yürümek, Carlton gibi lüks ve ünlü otel ve mağazalar boyunca etrafı seyretmek son derece keyifli.. Şık ve nezih bir şehir.. Bu sakin, dingin şehirin dar sokaklarını, kilise ve kalesiyle Le Suquet te (Eski Cannes) ve ünlü alışveriş caddesi RueD’Antibes’i gezebilirsiniz. Tatilinizde dinlenmek ve plajlarda vakit geçirmek istiyorsanız Nice yerine biraz daha pahalı olan bu bölgeyi tercih edebilirsiniz.


Antibes
Cannes ile Nice arasında, Cannes’dan 15 km mesafede tarih kokan sevimli bir kasaba. . Romalılardan kalma bu şehir şimdilerde Paris ve diğer kentlerden gelen zenginlerin sayfiyesi.. Eski şehir surlarla çevrilmiş, limanı lüks yatlarla çevrili, rengarenk bir yer.

Antibes‘te gezmeniz gereken üç önemli bölge var: OldTown, the Capd’Antibes ve Juan-Les-Pins. Antibes, geçmişte Picasso ve Max Ernst gibi birçok ressamın altın yıllarını yaşadığı bir yer olmuş. Juan-Les-Pins’de yer alan 12. yüzyıldan kalma ve Monaco kraliyet ailesinin eskiden yaşadığı Grimaldi Şatosu’nda Musée Picasso var. Görülmeye değer bir yer. Picasso’nun resim ve heykellerinden oluşan, kapsamlı bir müze. Picasso, 1946’da şatonun bir bölümünü atölyesi olarak kullanmış ve 150 kadar eserini buraya bağışlamış. Fransız Rivierası’nda en az yarım gününüzü bu bölgeye ayırmanızı tavsiye ederim.



Nice
Nice, Fransız Rivierası’nın başkenti. Nice- Villefranche Limanı çok fazla turistik gemiye ev sahipliği yaptığından Fransa’nın en önemli turizm merkezlerinden biri olmuş durumda. Fransa’nın sıcakkanlı, yaz aylarında 24 saat yaşayan bir Akdeniz şehri. Palmiyelerle süslenmiş uçsuz bucaksız sahillerinde 15’den fazla plaj var. En ünlüsü Baide des Anges..

Nice’nin geçmişi M.Ö. 2000’li yıllara dayanıyor. M.Ö. 350'lerde Marsilya'dan gelen Yunanlılar tarafından koloniye dönüştürülmüş. Nice ismini, Yunan Mitolojisi'ndeki zafer tanrıçası Nike'den almış. Cenova Birliği'ne katılan, ardından Emevilerin istilasına uğrayan kenti Osmanlılar almak istemiş. 1543'te Barbaros Hayrettin Paşa komutasındaki donanma Nice'i kuşatmış ama ele geçirememiş. 1860'da Nice’nin yönetimi Fransa'ya geçmiş. 

1900 yılında elektrikli tramvayın çalışmaya başlaması ile bölge kısa sürede hızlı bir değişim yaşamış. Sadece Fransızlar değil, bu hızlı değişim sonrası İngiliz asilzadeler de Nice’e yerleşmeye başlamışlar.




Vieux Nice (Eski Nice) şehrin ilk kurulduğu yer. Nefis fotoğraflar çekmek için bir süre zaman ayırmanız gerekiyor. Şehrin tarihi zenginliğinin büyük bir kısmı burada yer alıyor. Eski Nice, Ortaçağ'dan kalma tarihi dokusu ile özellikle öğleden sonra ve akşam saatlerinde, küçük dükkânları, otantik restoranları, kilise meydanlarına açılan dar sokakları, kafeleri, eğlence kulüpleri ile turistlerin uğrak yeri.


Cours Saleya dünyanın en meşhur çiçek ve renkli antika pazarı. Nice’in sosyal yaşamının kalbinin attığı bu yerde ışıl ışıl aydınlatılmış binalarla farklı bir atmosfere bürünen sokaklar gece gündüz dolup taşıyor. Promenade des Anglais sahildeki ana cadde.. Nice Havalimanı’na kadar uzanıyor. Keyifle gezebileceğiniz bir kordon.

Colline du Chateau Nice tepeye hakim bu kalenin şelalesi, doğal güzelliği, yeşili ve muhteşem deniz ile şehir manzarası şahane duygular yaşatıyor insana.


Eze Köyü şehrin en tepesinde (deniz seviyesinden 427 metre) çıkmak için ara sokakların tamamını dolaşmanız gerekiyor.. Özellikle fotoğraf tutkunu olanlar için gidilmesi gereken bir yer

Köye MÖ 2000 civarında Romalılar tarafından yerleşilmeye başlanmış. Tarih içerisinde birçok ulusun yaşadığı hatta 1543 yılında Barbaros Hayrettin’in emriyle Türk askerlerinin de keşfettiği bir yer Eze. Hal böyle olunca da bir sürü kültürün varlığı ile inanılmaz bir mozaik çıkmış ortaya. 

14. Louis tarafından İspanya savaşı sırasında 1706 yılında tüm duvarları yıkılmış en son 1860 Nisan ayında Fransa’ya ait olduğu ilan edilmiş ve o tarihten bu yana da dünyanın her yanından turist akınına uğrayan bir yer. Chapelle de la Misericorde, Cathedrale St. Nicholas, Opera De Nice, Musee Matisse, Nice’te görmeniz gereken yerler.

Saint Paul de Vence
Nice’ten yarım saat mesafede özellikle fotoğraf tutkunlarının görmesi gereken masal gibi bir yer. Buranın müdavimleri arasında Picasso, Modigliani, Colet, Cocteau varmış ve konaklama ücreti olarak resimlerini verirlermiş . Yves Montand ve Simone Signoret burada evlenmişler .

Nice’te doyasıya bir tatil için en az 4 gece ayırmanız gerekiyor. İki gün şehri gönlünüzce gezip, plajlarında serinleyip, cafe ve restoranlarında keyif yapar, üçüncü gün Eze köyüne ve Monaco'ya gider,dördüncü gün ise Saint Paul de Vence köyüne ve Cannes'a uzanırsınız.

Daha uzun bir tatil planladıysanız gezinize Sardunya adasını ya da Corsica adasını ekleyebilirsiniz. Nice’ten hergün Sardunya’ya veya Corsica’ya kalkan feribotlar bulunuyor. 

Feribotta gece yolculuğu yapılan günübirlik turları önermiyorum. Geçen yıl gemi ile yaptığım Balear adaları turunda uğradığımız Sardunya’da aklım kaldı. 

Önümüzdeki ay Corsica’ya gidiyorum, dönüşümde gezi notlarımda buluşmak üzere..
Çiğdem Erkoç.

16 Haziran 2015 Salı

Sevgi Karay heykellerindeki gerilim..




Sevgi Karay'ın heykelleri insana okyanus derinliklerinin ışıksız ve gizemli ortamında yaşayan mikro organizmaları, toprağın altında yaşayan varlıklarından habersiz olduğumuz sürüngenleri hatırlatıyor ve hatta ötesini…  

Heykellerinize konu olan yaratıklardan, beslendiğiniz kaynaklardan bahseder misiniz?
Manevi olarak tasavvuf bilgisinden, görsel olarak doğadan besleniyorum. Heykellerimdeki yaratıklar doğanın her yerindeler..

Deniz canlıları, böcekler, fosiller bana onları çağrıştırıyor. Denizin yumuşaklığı ve kıpırtısı içindeki gerilimi, zıtlıkların birlikteliği ve her alandaki gerilim benim ilgi alanıma giriyor.

Devamı...