11 Mayıs 2012 Cuma

Memet Sefa Öztürk... O bir sanatçı ama en çok savaşçı!




İki yıl önce İzmit'e Memet Sefa Öztürk ile tanışmaya giderken karşımda tekerlekli sandalyesinde yıkılmış bir gençle karşılaşacağımı sanıyordum. Henüz Ayşe Arman'la röportaj yapmamış, tekerlekli sandalye ile sahnelere çıkmamıştı... Bir çay bahçesinde buluştuk. Konuştuk, konuştuk... Beni uğurlarken gözlerindeki pırıltıdan anladım. Bu çocuk kafasına koyduğunu mutlaka yapacak. Mağrur bir sanatçı, yenilmeyi kabul etmeyen bir savaşçı Memet. Çevresindeki herkesi, her şeyi harekete geçirmeyi bilen korkusuz bir savaşçı... Nitekim hiçbir şey onun dansa olan tutkusuna engel olamadı. Şimdi bir kitabı yayınlandı: "Düşlerle Dans" bir baletin günlüğünden şiirler... 





Kitabının çıkış sürecini anlatır mısın?
Kazanın ardından, babamın da aynı görüde olması ile, çok daha önceki yıllardan beri yazmaya başlayıp halen yazmaya devam ettiğim şiirlerimi bir kitap haline getirme kararı aldım. Benim için bir uğraş, anlamlı bir hedef oldu. Yazmak beni daha güçlü kılıyordu. Üzerine iyice yoğunlaştım, elimdeki tüm şiirleri düzenleyip sıralayıp bir taslak kitap oluşturdum. Bir sahne performansımda şiirlerimden birini dinleyen Tiyatrocu Sevgi Son Süalp bana aracı ve destek oldu. 2012 Ocak ayı sonunda Kadıköy Kanes Yayınevi kitabımın basımını gerçekleştirdi.  


Bir şiirini bizimle paylaşır mısın?

Yaşamak, aslında hayata dört elle sarılmak değildir sadece
Yaşamak, tüm hücrelerinle hayata tutunmaktır.
Ve hayatı sevmektir.
Ya sevdiğin gibi yaşamaktır onu
Ya da yaşamak zorunda olduğun hayatı sevmek için direnmektir.
Bu şekilde katılaşmanın mizaç değiştirmenin hiçbir sakıncası yoktur,
Akışkanlığımızı kaybetmediğimiz sürece...
Engel (siz)
Hedef (siz)
Neden (siz)
Beklenti (siz)

Kaza öncesi ve kaza sonrası yaşamını düşündüğünde en korktuğun şeyler neydi? Sonra neler oldu?
En korktuğum şey yalandı. Kazadan sonra evet, en başta asıl olarak hayatın koca bir yalan olduğunu çözümledim üzülerek.

Hedeflerin neydi ? şimdiki hedeflerin neler?
Hedefim sadece çok iyi bir sahne sanatçısı, klasik bale dansçısı olmaktı. Şimdi ise kendimi engelleri kaldırmayı hedeflemiş biri olarak hissediyor ve hangi konuda engel varsa bu konuyu ele alıp bir çözüm üretmeye yönelik çalışmalar yapmaya çalışıyorum.

Kendinde gurur duyduğun şeyler neydi?  Değiştiler mi?
Ben hep çalışkan, disiplinli, özverili, sadık, yardımsever oluşumla gurur duymuşumdur ! Hala da gurur duyuyorum aslında. Üzerine fazla bir şey  eklenmedi...

İstanbul için düşündüklerin neydi? Şimdi neler düşünüyorsun?
İstanbul, her gencin gençlik yıllarını geçirip hayatı tanıması gerektiği bir şehir ! İstanbul aşk. İstanbul sevinç. İstanbul ayrılık. İstanbul Gurbet, hasret, hüzün, kaygı, hüsran. İstanbul hayal kırıklığı. En güçlü serzeniş, kaypaklık, varlığını hala sürdüren Bizans oyunları. İstanbul yaşamın ta kendisi. Yaşamın en  vahşi hali...

Arkadaşların değişti mi?
Tabiki arkadaş yapımı yeniden oluşturdum. Bu yapının içinde sabit kalmayı tercih edenler oldu sağolsunlar, tercih etmeyenler ise yerlerini, fazlasıyla tercih edenlere bırakıp gittiler.



Baleye nasıl başlamıştın?
Orta 2. sınıftaydım. Bir aile dostumuzun bale temsiline gitmiştik. Hiç unutmuyorum o geceyi, daha dün gibi. Orijinal koreografisi Arthur Saint-Léon'a ait Coppélia idi... Önce çok sıkılmıştım ancak duyduğum alkışlar ve sahnede ışıkların altındaki sanatçılar ve sanat eseri beni baleye hapsetmişti. Bale temsili bittiğinde duyduğum alkışların bana ne ifade ettiğini 13 yaşımı sürdüğüm o yıllarda anlayamamış olsam da içimden bir güç benim de o sahnede olmam gerektiğini söylüyordu. Yıllar sonra anlamını oturttum. Sahnede ışıklar altındaki insanların, aşağıda karanlıkta oturan insanlara bir şeyler anlatıyor olması ve karanlıktan yükselen alkışlar beni çok etkilemişti aslında. O gece hevesle kulise koştum, arkadaşımı görmek istiyordum, ancak mümkün olmadı! Kulis kapısında dikilen görevli bana engel oldu. İçeride arkadaşım olduğunu söyledim. "Buraya sadece baletler ve balerinler girebilir" dedi. İşte içimdeki dans ve bale aşkını bütünleyen söz bu sihirli söz oldu. Hayal kırıklığı içinde geri giderken 13 yaşıma 1.55 boyuma bakmadan kulis görevlisine döndüm dedim ki: "Ben bir gün bu kapıdan gireceğim ve sen buna engel olamayacaksın!" Arkadaşıma baleye başlamak istediğimi söyledim. Beni bale hocası ile tanıştırdı. Günlerden cumaydı. İki gün sonra başladığım bale böylece hayatımın merkezi oldu. 

Konservatuara ne zaman girdin?
Ben aslında teknik lise mezunuydum. Ondokuz yaşındaydım. Akademik eğitim seviyem yetersizdi. Konservatuara ancak lise 2. sınıftan kabul edildim.  Liseyi konservatuarda tekrar okumak zorunda kaldım. Bitirdiğimde seviyem hala yeterli bulunmadı. Bir yıl okulumda bale dersi yaptığım sınıfıma açıktan devam ettim. Sonunda 2002'de lisansa kabul edildim. Aynı yıl Çağdaş Bale Topluluğu'nda da solist olarak dans etmeye başlamıştım. Amansız bir çalışma temposuyla başlayan gerçek bir balet olabilme çabam her geçen gün daha iyi olmamı sağlıyordu. 2004 yılında İstanbul Devlet Balesi'ne kabul edildim. 

Bu süreç senin ne kadar azimli bir insan olduğunu kanıtlıyor...
Devlet balesi, konservatuar ve Çağdaş Bale Topluluğu üçgeninde yüksek tempoda çalışıyordum. Bir sanatçının doymak bilmeyen kendini geliştirme çabası içinde devlet balesinde pek çok eserde görev aldım. İki yıl süren yükselişim 2006'nın 3 Temmuz gecesi konservatuarın mezuniyet gecesinde geçirdiğim motor kazası ile noktalandı. 



Sonra ne zaman tekrar dans etmeye başladın?
2010 yılı Ocak sonunda İstanbul'da düzenlenen "Golden Horn Konstantiniye'de" isimli dünya devlerinin buluştuğu gala gecesinde, Rus primaballerina Julia Makhalina ile düet yaparak dans etmeye yeniden başladım. Devlet Balesi'nde yeniden görev almak,  kendi mesleğimle ilgili kadrolu devlet memuriyeti istiyordum. 21 Şubat 2011'de yardımcı sanatçı statüsünde sezonluk sözleşme imzaladım. Tekerlekli sandalyem ile bugüne kadar katıldığım gösterilerin sayısını çok iyi hatırlamıyorum. 20 olmuştur herhalde... En son, 10 Mayıs 2012'de CRR'de Dünya Engelliler Günü etkinliğinde yer almıştım. Düet yaparak dans ettim. 11 Mayıs'ta Kozyatağı Kültür Merkezi'nde yine sahnede olacağım.



Yaşam felsefen neydi? Şimdi ne oldu?
Yaşam felsefem her zaman her çeşit canlıyı sevmek ve saygı duymaktı, Yaradandan ötürü... Bu değişmedi. İnanıyorum ki her canlıyı sevip saygı duymak gibi bir felsefemiz olursa eğer, hayvana şiddet, kadına şiddet, engelliye haksızlık, çocuğa şiddet, doğaya saygısızlık... gibi her  sorun tek bir felsefe ile aşılmış olur... 


Hayallerin neydi? şimdi ne oldu?
Hayallerim inanılmaz büyüdü ve genişledi. En büyüğü ve önemlisi ülkemi yüzme ve dans alanlarında Paralimpik Oyunlar'da ülkemi temsil edebilmek, derece kazandırmak.
Yolun açık olsun Memet'cim...


Memet Sefa Öztürk, İstanbul Devlet Opera ve Balesi, aynı zamanda Çağdaş Bale Topluluğu'nun başarılı bir dansçısı iken mezun olduğu İstanbul Üniversitesi Devlet Konservatuarı'nın düzenlediği mezuniyet yemeğinden sonra geçirdiği bir kaza sonucu omurilik felci oldu. Hiçbir şey dansa olan tutkusuna engel olamadı. Kendi deyimiyle "Engel tanımayan Balet " olarak hâlâ dans ediyor.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder