"Seçilmiş", 182 x 24 x 6, bronz döküm + ahşap, 2010 Terakki ve Alp Özalp koleksiyonunda |
Kadıköy Yeldeğirmeni’nde kocaman bir atölye. Etrafta cam elyafları, donmuş alçı parçacıkları, polyester ve bronz dökümler... Alçı tesfiye tozuyla kaplı her şey. Kağıtlar, şişeler, teller, ayakkabılar, boyalar...
Kendime zorlukla oturacak bir yer buldum. Yılın belki de en karlı ve soğuk gününü seçmişiz buluşmak için. Sohbet ısındığında üşümem de geçti. Keyifli bir röportaj oldu:
Heykel nedir?
Varoluşu canlandıran en etkin sanat dalıdır. Heykel biblo sanatı değildir.
Ama heykel, sanki üvey evlat bizim ülkemizde...
Sanatçı, resimde de heykelde de aynı kaynaktan beslenir. İçindeki özden, yaradanın özünden güç alır. Heykeltraş eserin hemen her boyutuna hakimdir. Heykel tüm sanatların anası bir sanat dalıyken maalesef bir koleksiyonerle konuştuğunuzda heykelden hiç bahsetmediğini görüyoruz. En az dört-beş röportaj hatırlıyorum bir galeri sahibi ya da bir koleksiyonerle yapılmış… Hiçbiri heykelden bahsetmiyor. Bu korkunç bir algı yanlışlığı… Sadece resimden bahsedilmesi benim canımı sıkıyor. Dünyada heykel sanatı yok mu? Heykel yok mu? Heykeltraş yok mu?
Beğendiğin sanatçılar kimler?
Beğendiğin sanatçılar kimler?
Rahmi Aksungur, Ziyaeddin Nuriyev, Hüseyin Suna.
Terakki Sergisi'ndeki eserlerinle şimdikiler arasında çok fark var? İki sene içinde ne değişti?
Tamamen imgesel illüzyonlar vardı. Öğretilerle, geçmiş heykelin diliyle, belli başlı bilgilerle ilgili. Kişi her ne kadar bilgileri kullanarak yaratım içinde olsa da sonuçta bilginin sınırladığı bi alan yaratılıyor. Daha doğrusu bilgi bunu kendisi yaratıyor.
Heykelde ya da resimde olması "gereken" olgular… "Gereken" lafından bahsediyorum. İyi bir heykelin sahip olması gereken özellikler… Bu bilgiler güzel olmakla beraber bir esaret yaratıyor. Kafanın değişmesi.... Bu bir elektrik düğmesinin açılıp kapanması kadar çabuk olabilir. Belli bir süreç de alabilir. Evrimleşen bir varlık olarak ben değiştim. Herkesin evrimleştiği gibi.. İnsan bazen çok yakında olan bir şeyi göremeyebilir.
"Ölümsüz", 147 x 20 x 14, bronz döküm + ahşap, 2009, Alp Özalp koleksiyonunda |
Eserlerinde çok temel değişiklikler var. Renk girmiş, malzeme değişmiş, Boyutlar büyümüş, konular daha da uçmuş…
Haklısın. Daha da uçabilirler aslında… Bronz dökümün, heykelin Türkiye’de şimdiki konumunu da hesaba katacak olursak, mevcut şartlarda az yatırım yapılan bir alan heykel. Harcanan emek ve bronz etkisi ne kadar güçlü olursa olsun, bir sanatçı en azından belli dönemlerde mevcut şartlara göre hareket etmelidir. Bronz döküm tekniği işlerimin boyutlarının büyümesinden dolayı çok zorlasam karşılayabileceğim ama tercih etmediğim bir teknik oldu. Hak ettiği ilgiyi görmeyen alçı, gazlıbez, keten gibi malzemelere yöneldim. Bir yandan "iyi heykel sadece bronz ya da taştan olur" algı yanlışlığına da tepkim doğdu. Bu tepki zaten bilindik malzemelere olan bakışımı değiştirdi. Tepkimin farkına vardım.
Zaten içimde resim de yapmamdan dolayı sezgisel olarak varolan boyama dürtüsünü heykele de bulaştırdım. Konularla ilgili bir savım var. Ben konularımı değil, konular beni seçti. İlhamın nereden geldiğini düşündüm. Hiçbir şeyin bana göre yoktan varolmayacağını hesab ederek aslında ilham denen olgunun insanlığın evriminin başlangıcından beri tüm yaşanmışlıklar ve genetiğimdeki bilgiler olduğunu duyumsadım. Yaptığım varlık hallerinin aslında yoktan varolmadıklarını, herbirinin geçmişten, insanlığın evriminden birer parça taşıdığını düşünüyorum.
Zaten içimde resim de yapmamdan dolayı sezgisel olarak varolan boyama dürtüsünü heykele de bulaştırdım. Konularla ilgili bir savım var. Ben konularımı değil, konular beni seçti. İlhamın nereden geldiğini düşündüm. Hiçbir şeyin bana göre yoktan varolmayacağını hesab ederek aslında ilham denen olgunun insanlığın evriminin başlangıcından beri tüm yaşanmışlıklar ve genetiğimdeki bilgiler olduğunu duyumsadım. Yaptığım varlık hallerinin aslında yoktan varolmadıklarını, herbirinin geçmişten, insanlığın evriminden birer parça taşıdığını düşünüyorum.
"Bir Gezginin Güncesi" 148 x 22,5 x 19, 2011 |
Bu yaratıklar senin içinde mi yani?
Tabii ki içimde… Bu yaratıklar genetik kodun bir dökümü olduğu gibi aynı zamanda şimdiki zamana ait sürekli değişen ve sabit kalmayan duygu ve düşüncelerin de bir dökümüdür. Ben değişmediğim, tekrar yapılanmadığım müddetçe yapıtlarımın sıçraması , ilerlemesi de mümkün değil. İnsan ölgün değildir. Stabil değildir.
Özellikle sanattan bahsediyorsak bunun belli bir sorumluluğu vardır. Tekrardan kaçınmak için özel br çabaya gerek kalmadan siz değişiyorsanız işlerinizin de sabit kalması mümkün değildir. Bu zihnin ve evrimin yapısına aykırıdır.
Özellikle sanattan bahsediyorsak bunun belli bir sorumluluğu vardır. Tekrardan kaçınmak için özel br çabaya gerek kalmadan siz değişiyorsanız işlerinizin de sabit kalması mümkün değildir. Bu zihnin ve evrimin yapısına aykırıdır.
Çalışmaların ne kadar anlaşılıyor? Bu umurunda mı?
İşlerimin anlaşılması umurumda olmakla beraber, bir yandan da değil! Herkesin benle beraber uçmasını beklemek haksızlık. Bir yapıtı özel kılan en önemli unsurlardan biri bakan kişinin zihnidir. Rutin bir frekansta titreşen izleyicinin bir işi gördüğü anda -eğer o yapıt gerçekten evrensel öğelere sahipse- farkındalık algısının frekansı zorlanır, yükselir. Çünkü normali algılamaya alışmış, rutine bağlanmış bir zihin eğer gerçekten rahatsız eden, sorulara boğan bir işleyişle, bir yapıtla karşılaşırsa bunu anlamak için çaba gösterir.
Bu çaba zihnin değişmeye çalıştığının bir işaretidir. Farkındalık içerisinde gidebildiği yere kadar gider. Zihin “betimlenemez”i isimlendirmeye çalışır ama beceremez. Eğer bir varlık hali zihni bu duruma yönlendiriyorsa, sorunun karşılığı alınamıyor ve bir soru başka bir soruyu doğuruyorsa, zihin bu bağlamda olumlu olarak zorlanıyorsa, karşısındaki yapıt -varlık hali- gerçekten var olmuş ve evrenle bir bağ kurmuş demektir. İyi yapıtın tarifi budur.
Bu çaba zihnin değişmeye çalıştığının bir işaretidir. Farkındalık içerisinde gidebildiği yere kadar gider. Zihin “betimlenemez”i isimlendirmeye çalışır ama beceremez. Eğer bir varlık hali zihni bu duruma yönlendiriyorsa, sorunun karşılığı alınamıyor ve bir soru başka bir soruyu doğuruyorsa, zihin bu bağlamda olumlu olarak zorlanıyorsa, karşısındaki yapıt -varlık hali- gerçekten var olmuş ve evrenle bir bağ kurmuş demektir. İyi yapıtın tarifi budur.
Resimlerin de sürreel…
Evet. Fantastik-figüratif ve sürreelin birlikteliği. Resimlerimde her ne kadar mekan öğesine yer versem de, klasik sürreel özellikleri barındıran bir resimdeki kadar mekan vurgusu yok. Amorf sayılabilecek fantastik varlıklar resmimde ön planda.
Ne zaman sergini görebileceğiz?
Gelecek yıl bu zamanlarda mekan olarak benim işlerimi kaldırabilecek yapıda bir galeride sergi açmak niyetindeyim. Heykel ağırlıklı ama içinde desen ve resimlerimin de yeralacağı bir sergi... Bu varlık hallerinin iyi bir mekanda yani çok iyi boşluğa sahi, nefes alan bir mekanda izleyenle buluşmasını istiyorum.
Mağara adamı gibi yaşıyorsun Kerem. İntibakta mı zorlanıyorsun?
Bu işleyiş benim eski ustamdan kalma bir işleyiş. O da atölyesinde yaşayan, fazla dışarı çıkmayan bir adamdı. Orada çok zaman geçirmiş olmak beni etkilemiş olabilir. Gene de bu benim ustam kadar asosyal olduğumu göstermez am çok da sosyal olduğumu söyleyemeyeceğim. Bu sanırım yapıyla da alakalı bir durum. Bunu değiştirmek adına adımlar atmak da benim için bir sorumluluktur. Benim adım atmamam çalışmalarımın izleyiciler tarafından görülmemesine, onların eksik kalmasına yol açar. Bunu yapmaya da hakkım yoktur. Yapıtlar paylaşılmalıdır. Ama şunu da unutmamak gerekir ki gerçek anlamda bir sergi açmak belli bir zaman gerektirir. Bu zaman herkese göre değişebilir. Ama gerçek bir sergide gerçek bir dünyayı anlatmak niyetindeyseniz bunu ciddi yapmak zorundasınız. Önce kendinize sonra da izleyiciye sorumlusunuz. İnsanlığın dökümüsünüz.
Yaşadığın kentle ilgili ne düşünüyorsun? İstanbul'la ilgili bir hayal projen var mı?
İstanbul’la ilgili hayal projem yok. İstanbul'u şehir olarak sevmekle birlikte açık konuşmam gerekirse belli çevrelerle daha kolay iletişim kurabilmek dışında nerede yaşadığımın o kadar önemi yok.
Sanat çocukların eğitiminde gerekli mi? Nasıl olmalı?
Sanat gerekli mi? Tabii ki olsun insan hayatında. Çocuk sanatın dışında zaten bana göre yanlış yetiştirilmekte. Önce çocuklara "doğru yaşama"nın ne demek olduğunu anlatabilirsek o zaman ekstradan sanat için gerçek anlamda gereken dikkat ve enerjiye sahip olacaklardır. Bunun için önce ebeveyn ve öğretmenlerin belli aşamalardan geçmesi gerekmektedir.
Sanat gerekli mi? Tabii ki olsun insan hayatında. Çocuk sanatın dışında zaten bana göre yanlış yetiştirilmekte. Önce çocuklara "doğru yaşama"nın ne demek olduğunu anlatabilirsek o zaman ekstradan sanat için gerçek anlamda gereken dikkat ve enerjiye sahip olacaklardır. Bunun için önce ebeveyn ve öğretmenlerin belli aşamalardan geçmesi gerekmektedir.
Toplum tarafından dayatılan ve doğru olduğu iddia edilen hemen tüm koşullandırmalardan bağımsız yaşayabilmektir. Başkasının doğrusu sizin doğrunuz olmak zorunda değildir. Bir çocuk ya da insan mesela öfke hissediyorsa öfkesini içinde tutmamalıdır. Çünkü içinde tuttuğu öfke ileriki zamanlarda çok daha vahim sonuçlara neden olur. Öfkesini içinde tutan bir çocuk sanat denilen olguyu ne kadar özümseyebilir, ne kadar doğru yaşayabilir ki?
Zaman ayırdığın için teşekkür ederim Kerem. Sormamı istediğin başka soru var mı?
Ben teşekkür ederim. Konuşacak şeyler zaten bitmez. Türk sanatının sorunları dağ gibi: Sanatçıların yönlendirilmesi, tekdüze hale getirilmeye çalışılması. Yaradanın sanatçı olduğunun unutulması, sanatçının fabrikatör olmadığı, fabrika gibi çalışamayacağı, çalışmaması gerektiği. Gereklilik kelimesini sevmiyorum ama bazen gerekiyor :)) Sanatçının kimin koyduğu belli olmayan şablonlar ve kurallarla sürekli rahatsız edilmesi, dürtüklenmesi, sanatçının o anda ürettiği yapıtların değerine bakılmaksızın sadece geçmişte ne yaptığıyla ne kadar sergiye girip çıktığıyla, hatta ve hatta yaşıyla ilgili gayet talihsiz yargılarda bulunulması, hala belli isimlerin sürekli pazarda dolaşması, pazarlanması, sanatın hangi amaçla ve hangi güdüyle icra edildiğinin unutulması beni rahatsız ediyor.
Kerem Ağralı
1977 İstanbul doğumlu, Mimar Sinan Üniversitesi Heykel Bölümü mezunudur. Resim ve heykel çalışmalarını 2004'ten beri Kadıköy Yeldeğirmeni'ndeki kendi atölyesinde sürdürmektedir.
Katıldığı Sergiler:
2007 Sanat Akmerkez'de 5, Resim-Heykel Sergisi, İstanbul
2008 "Teneffüs" Resim-Heykel Sergisi, Lokomotif Kültür ve Sanat Derneği, Moda İstanbul,
2009 Devlet Resim-Heykel Sergisi 69. İstanbul,
2009 Yaz Resim-Heykel Sergisi 1-2, Galeri Binyıl, İstanbul,
2009 Tüyap Sanat Fuarı Resim-Heykel Sergisi. Maltepe Sanat Galerisi, İstanbul,
2009 Ritm Sergisi, Galeri Binyıl, İstanbul,
2010 Saklı Düzen Art Show, Terakki Vakfı Sanat Galerisi, İstanbul,
2010 Sümer Medeniyetleri, Resim-Heykel Sergisi, Akyol Sanat,İstanbul,
2010 Sanat Akmerkez'de 7, Resim-Heykel Sergisi, İstanbul,
2011 100 Genç Yüz, Resim-Heykel Sergisi, International Art Center, İstanbul
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder