31 Temmuz 2012 Salı

Dr. Yusuf Bahri Karaosmanoğlu: Yaşlılarımıza ve ölümcül hastalığı olan yakınlarımıza gösterdiğimiz şefkat, sevgi ve empatik ilgi, "özgecilik" hanemize yazılır, "insani değerlilik" notumuzu yükseltir...

Aile büyüklerimizle gerektiği gibi ilgilenemiyoruz artık. İhtiyaçları olan sıcaklığı, destek ve sevgiyi ne yazık ki esirger duruma geldik... Belki de ölümden korktuğumuz, kaçtığımız için... Halbuki her can ölümü tadacak! Ölüm de yaşamın bir parçası... Ve hepimizin dileği ömrünün son günlerini  huzur içinde ve olabildiğince rahat geçirebilmek...  “Yaşam sonu” konusu bir süredir kafamı kurcalıyordu. Nöroloji ve Psikiyatri Uzmanı Yusuf Karaosmanoğlu ile konuştuk:

İnsan yaşamında en çok şefkat ve ilgiye ihtiyaç duyulan zamanlar hangileridir?
Bana göre, ilk bebeklik ve çocukluk çağları ile halk arasında “İkinci çocukluk ya da bebeklik” denilen ileri yaşlılık dönemleridir. Hele Alzheimer, Parkinson, ALS vb. gibi süreğen ve ilerleyici hastalıkları ve kanser gibi ölümcül hastalıkları beraberinde getirmiş ise, o insanların ilgi ve şefkate olan gereksinimleri çok daha üst düzeylerdedir. Onlara gösterilen yakınlık, samimi destek ve empatik ilgi “İnsani Değerlilik” ölçüsüdür. İnsanların, başkalarının duygularını anlayarak acılarını ve sevinçlerini paylaşmalarını “Özgecilik-Altruism” olarak değerlendiriyoruz. Bencil yaklaşımlardan sıyrılarak, ağır hastalara ya da ölüm döşeğindeki yakınlarımıza gösterdiğimiz hoşgörü, ilgi ve şefkat, özgecilik hanemize yazılarak insani değerlilik notumuza yansır. Bu toplumsal açıdan küçümsenmeyecek kişisel bir onur ve gurur kaynağıdır.

"Yaşlı Kadın" Atanur Doğan, suluboya
“Yaşam Sonu Palyatif Bakım” nedir?
“Yaşam Sonu Bakım” genel palyatif bakımın son aşamasına verilen isimdir. “Palyatif” sözcüğü Latince’de örtü ya da perde anlamına gelen “pallium”dan türetilmiştir. “Palyatif bakım” kesin tedavi ya da uzun süreli kontrolün olanaksızlığını kabul eden; yaşamın süresinden daha çok niteliği ile ilgilenen; asıl amacı mümkün olabildiğince hastanın rahatını sağlamak ve hoş olmayan hastalık belirtilerini önlemek olan tedavi biçimidir. Hastaların rahatsız edici ağrı vb. semptomlardan kurtulmasını;  psikolojik ve manevi yönden desteklenmelerini; terminal dönemde karşı karşıya kaldıkları ölüm tehlikesine rağmen mümkün olduğunca aktif bir yaşam sürdürebilmelerini sağlamaya çalışır. Ölümü bekleyen hasta için bu çok değerli süreç için gerekli alt yapı hizmetlerini verir; hastaların yanı sıra, aynı kaderi paylaşan hasta yakınlarının da desteklenmesini, eğitilmesini ve hasta kaybedildikten sonra yeniden toplumsal yaşama uyum sağlayabilmeleri için destek almalarını sağlar.

Anlaşılan “palyatif bakım” multidisipliner bir yaklaşım...
Evet... Hekim, hemşire, fizyoterapist, psikolog, sosyal hizmet uzmanı, din görevlisinden oluşan bir ekibin hastaya gece gündüz bakmakla yükümlü kişilerle beraber yürütecekleri bir bakımdır. Tıbbi, sosyal ve manevi bir hizmet biçimidir. İyi bir organizasyon söz konusudur. Hekime düşen görev kadar, belki de daha fazlası, hemşirelere ve bakıcılara düşer. Bakım ekibinin yönlendiricisi ve sorumlusu olan hekimin ya da farklı uzmanlık dallarından hekimlerin palyatif bakım konusunda önceden bilinçlendirilmesi, bilgilendirilmesi şarttır.  

Palyatif bakımın diğer tedavi biçimlerinden farkı nedir?
Hastanın yaşam süresinden çok niteliğini ön planda tutan bir yaklaşımı olduğundan palyatif bakım diğer tedavi yöntemlerinden farklıdır. Diğer hastalıklarda hekim önce hastalığı saptamağa ve hastalık etkenini ortadan kaldırmağa çalışırken, palyatif bakım gerektiren hastalarda (örneğin kanser hastalarında) rahatsız eden etken bulunup ortadan kaldırılmaya çalışılır. Yani hastanın rahatlatılmasında öncelik semptom kontrolündedir. Semptomların ortadan kaldırılması hastalığın seyrinde en küçük bir değişikliğe neden olmasa bile, hastanın yaşama olan bağlılığının artırılmasına önemli katkıda bulunacak ve hastanın yaşama umudunu kuvvetlendirecektir. Yalnızca semptomların kontrol altına alınması palyatif bakım açısından yeterli olamaz. Hastaların psikolojik gereksinimleri de dikkate alınmalıdır.

"Yaşam Sonu Bakım" için nereyi önerirsiniz?
Palyatif bakımın son aşaması olarak belirtilen “Yaşam Sonu Bakım” yani ölüme yaklaşmış hastaların bakımları genellikle hastanelerde, evlerde veya “Hospis”lerde yapılmaktadır. Hospis (Hospice) İngilizce'de “misafirhane” anlamına gelir. Bu sözcük, hastanenin sağladığı olanaklarla birlikte, evin sıcak atmosferini de içerecek tipte bir bakım vermek arzusuyla seçilmiştir. Hastanelerde hastanın yalnızca sağlık sorunlarıyla ilgilenilmekte, bedensel ve zihinsel aktivitelerini yitirmiş hastaların psikososyal sorunları ile yeterince ilgilenilmemektedir. Zaten hastane koşulları ve örgütlenmesi de bu sorunların çözümüne yönelik nitelikte değildir. Hospisler ise hastaların kronik şikâyetleriyle ilgilenen, yalnızca hastalığın değil hastalığa bağlı olarak ortaya çıkan psikolojik, emosyonel ve diğer bütün semptomlarının ele alındığı, hasta için her türlü maddi ve manevi koşulun sağlanmaya çalışıldığı yerlerdir. Hospis ekibinde hekimlerin yanı sıra hemşirelik hizmetleri de ağırlıklıdır. Psikologlar, sosyal hizmet uzmanları, fizyoterapistler, diyetisyenler ve din görevleri ile gönüllülerden oluşan bir ekip görev alır. Hospis bakımı ya da benzer faaliyetlerin yoğunluğu, bir ülkedeki “İnsani Gelişmişlik” ölçüsü olarak değerlendirilmektedir.

"Eller" fotoğraf: Birol Acar
Hospis sisteminin çok iyi işlediği ileri batı ülkelerinde bile, hastaların evlerinde ölmek istedikleri görülür. Bu onların en doğal haklarıdır. Hasta hospisten evine çıktığı zaman kurumda verilen hizmet bu kez evde verilmeye çalışılır. Evde bakım da belirli bir organizasyon gerektirmektedir. Öncelikle, hasta ailesinin bu hizmete hazır durumda olması gerekir. Ailenin hazırlanması ve yönlendirilmesi hospisin ilgili ekip üyelerince sağlanır. Bu sorun yalnızca pratisyen hekimlerin ya da bazı tıp öğrencilerinin hastayı evde ziyaret etmeleri ile çözümlenemez. Hastanın evde 24 saat süresince çeşitli iletişim araçları ile takip edilmesi gereklidir. Bu takipte temel görev hemşirelere düşmektedir.
Evde bakımı yönlendirecek hemşirelerin “Yoğun Bakım Hemşiresi” olarak eğitilmeleri ve hastanın her türlü acil ihtiyacını karşılayacak donanıma sahip bulunmaları gerekir.  Ülkemizde hospis kurumu bulunmadığından, yaşam sonu bakıma ihtiyacı olan ümitsiz hastalar hastanelerdeki “Yoğun Bakım Üniteleri”nde ya da evlerinde takip edilmektedirler. Bilindiği gibi yoğun bakım üniteleri her türlü ağır hastanın tedaviye çalışıldığı servislerdir. Tıbbi bir hizmetin çok yoğun biçimde yürütüldüğü acil hizmet üniteleridir. Buralarda yaşam sonu bakıma gereksinimi olan kimselerin uygun koşullarda bakım görmeleri beklenemez. Üstelik hastalarına, son günlerinde yakın olmak isteyen hasta yakınlarının  YBÜ’ne girip çıkmaları bazı katı kurallara bağlanmıştır. Özetle söylenirse, yaşam sonu bakım ülkemizde daha ziyade evde bakım şeklinde yürütülmektedir.

Ülkemizde “Yaşam Sonu Bakımı” konusunda eğitim veriliyor mu?
Ülkemizde Yoğun Bakım Ünitesi ekiplerinin eğitilmeleri dışında, özel olarak yaşam sonu bakımı eğitimlerinin verildiğini sanmıyorum. Muhtemelen, bu ihtiyacı hisseden hekim, hemşire ve diğer ilgilenenler için bazı gayr-ı resmi kurslar vardır.
Devlet Hastanelerimizde yaşam sonu bakım üniteleri var mı?
Bu konuda yaptığımız araştırmalara dayanarak söyleyebilirim ki bazı onkoloji bölümlerindeki istisnai yapılanmalar haricinde hastanelerimizde Yoğun Bakım Üniteleri'nden bağımsız olarak kurulmuş “Yaşam Sonu Bakım Üniteleri” bulunmamaktadır.

Sizce bu konuda neler yapılmalı?
İleri batı ülkelerinde olduğu gibi, “Hospis yaşamı destekler ve ölümü normal bir olay olarak kabul eder. Yaşamı ne uzatır ne de kısaltır” anlayışı ile yaklaşarak ölümcül hastaların son günlerini onurlu bir şekilde yaşamalarına imkân sağlanmalıdır. Yani,  birçok ülkede bulunan hospis ya da kendi dilimizde “Hasbark” (Hastane-Ev) diyebileceğimiz yaşam sonu bakım merkezlerinin kurulmasına çalışılmalıdır. Sağlık Bakanlığı ile ilgili diğer devlet kurumlarının desteğiyle, ülkemizdeki bu önemli eksikliğin giderilmesine çalışılmalıdır.

Diğer ülkelerdeki durum nedir?
1967’de Londra’da St. Christopher Hospisi'nin kurucusu Cicely Saunders ile başlayan “Yaşam Sonu Bakım” felsefesi, yıllar içinde giderek yaygınlaşmış ve günümüzdeki önemli yerini almıştır. İngiltere’deki ve Amerika Birleşik Devletleri'ndeki hospislerin çokluğu dikkat çekicidir. Hospislerin dışında, benzer amaçlarla açılan çok sayıdaki “Nursing Home" denilen hemşire evlerini de anımsamakta yarar var. Bizde ise, yalnızca Huzurevi ya da Yaşlı Bakımevlerinden bahsedilebilir.

"Yaşlı Kadın" Suluboya, Atanur Doğan
PARS Projesi nedir?
PARS’ın açılımı: “Pamukkale Artbakım ve Rehabilitasyon Sistemi”dir. Bu projenin temelleri 1979 yılında atılmıştır. O zamanlar Pamukkale ve yöresi turistik açıdan oldukça sınırlı imkânlara sahipti. Birkaç otel ve motel dışında Pamukkale’ye gelen yerli ve yabancı konukları ağırlayacak yeterli tesis yoktu. Ayrıca, mevcut tesislerde termal sulardan insan sağlığı açısından yararlanma imkânı da bulunmuyordu. Karahayıt beldesinde ilkel koşullarda kaplıca tedavisi yapılıyordu. 1978 yılında  Pamukkale’de düzenlenen bilimsel bir toplantıdan sonra Ege Üniversitesi Rektörlüğü'ne bağlı “Hidroklimatoloji ve Rehabilitasyon Enstitüsü” nün bu yöreye olan ilgisi yoğunlaştı. 1979 yılı başlarında Ege Üniversitesi Hidroklimatoloji ve Rehabilitasyon Enstitüsü Yönetim Kurulunca yerel temsilci seçildim. Çalışmalarımız çok kısa süre içinde Denizli’de bir Tıp Fakültesi kurulması çabalarına dönüştü. Denizli Valiliği ve Denizli Belediye Başkanlığı işbirliği ile yürütülen çalışmalar sonuç verdi. 1980 yılı ortalarında Ege Üniversitesi’ne bağlı “Denizli Tıp Fakültesi”  kuruluş kararı TBMM’de kabul edildi. Fakat 12 Eylül 1980 darbesi fakültemizin oluşma sürecine olumsuz yaklaştığı için, bu karar 1983 yılında iptal edildi. Böylece, 1979 yılında filizlenmeğe başlayan PARS Projesi de Denizli Tıp Fakültesi gibi suya düşmüş oldu. Bütün bu olanlara rağmen Tıp Fakültesi kurma çabalarımız devam etti. 1987 yılında Denizli Valisi'nin başkanlığında kurduğumuz “Denizli Yüksek Öğretim Vakfı”, aynı yıl içinde, TBMM’den ikinci bir kuruluş kararının çıkmasını sağladı ve Dokuz Eylül Üniversitesi’ne bağlı olarak Denizli Tıp Fakültesi kurulmuş oldu.

Pamukkale Üniversitesi daha sonra mı kuruldu?
Evet. 1992 yılında Pamukkale Üniversitesi’nin açılması ile birlikte PARS Projesi fikri yeniden gündeme geldi; ancak, yeni bir üniversitenin ilk oluşum süreci içinde böyle bir projeye girilmesi uygun görülmedi. Aradan yine yıllar geçti... 2000 yılı ortalarında Pamukkale Üniversitesi’nin ikinci rektörü Prof. Dr. Hasan Kazdağlı, içinde benim de bulunduğum dört kişilik ekipten PARS konusunda bir proje hazırlanmasını istedi. Aylarca çalıştık. Projeyi rektöre sunduk. Ama aradan geçen uzun zaman içinde rektörlükten proje ile ilgili bir haber çıkmadı.

PARS Projesi Pamukkale'ye çok yakışırmış...
Evet... Bu proje Pamukkale'nin atıl durumdaki motel ve pansiyonlardan yararlanılarak kronik-progresif hastalıklar ile yaşlılık hastalıkları için sürekli bakım ve rehabilitasyon merkezi oluşturulması amaçlıyordu. Pamukkale Üniversitesi'nin Pamukkale’nin tarihsel özelliklerine uygun düşecek herhangi bir sağlık hizmeti yatırımında bulunmamış olması hayli düşündürücüdür… Oysa 12 yıl önce hazırlanıp sunulan proje rektörlükçe desteklenmiş olsaydı; belki de, o yörede uluslararası üne kavuşmuş bir “Pamukkale Palyatif Bakım ve Rehabilitasyon Merkezi”miz olurdu. Kimbilir; belki de Pamukkale, tarihsel tedavi ve bakım kenti olan Hierapolis’in görkemli tıbbi potansiyelini yeniden yakalayabilirdi… PARS projesi, yeni ismiyle: “Palyatif Bakım ve Rehabilitasyon Sistemi”, 10 yıl önce gündeme alınmamış olsa bile, günümüzde geçerliliğini halen korumaktadır. Muhtemeldir ki; eski yöneticilerin hatalarını fark eden Pamukale Üniversitesi'nin yeni rektörü ve Tıp Fakültesi yetkilileri bu konuya yeniden ilgi duyabilirler ya da devletimizin ilgili kurumları ile özel bazı girişimciler işin önemini kavrayarak beklenen yatırım desteğini sağlayabilirler. PARS Projesi yalnızca Pamukkale ve yöresi için değil, uygun koşulların sağlanması halinde, ülkemizin her yöresindeki bakıma ve tedaviye muhtaç insanlarımız için geçerli bir model niteliği taşımaktadır.

Röportajımızın bu konunun tekrar düşünülmesine katkısı olmasını umarım...
Ben de! Ropörtajımızı Ulu Önder ATATÜRK’ ün 1927 yılında Antalya’yı ziyaretleri sırasında söylediği şu veciz sözlerle tamamlamak isterim: “İleri hükümetçiliğin şiarı, halkı kudretine olduğu kadar şefkatine de samimiyetle inandırabilmesidir.”

Dr. Yusuf  Bahri Karaosmanoğlu 1942 yılında doğdu. 1966'da Ege Üniversitesi Tıp Fakültesi'ni bitirdi. 1972'de aynı fakültede ihtisasını tamamladı ve Nöropsikiyatri Uzmanı oldu. 1975-2006 yılları arsında Denizli'de serbest hekimlik yaptı. Mültidispliner yaklaşımlı "Kronik Nöropsikiyatrik Hastalıklarda Sürekli Bakım, Tedavi ve Rehabilitasyon" konusuyla yakından ilgilendi. Pamukkale Üniversitesi'nin kurulmasında etkin rol oynayan Denizli Yüksek Eğitim Vakfı'nın Kurucu Genel Sekreterliği görevinde bulundu. 1999'da Alzheimer Derneği Denizli Şubesi'nin Kurucu Yönetim Kurulu üyeleri arasında yer aldı. 2000'li yılların başında üç meslektaşı ile birlikte PARS (Pamukkale Artbakım ve Rehabilitasyon Sistemi) Projesini geliştirdi. PARS benzeri projelerin çağdaş bir anlayışla hayata geçirilerek yaygın hizmete sunulmasının ülkelerin "insani gelişmişlikleri" ile ilintili olduğu görüşündedir. 2006 - 20011 yılları arasında Özel Gebze Merkez Hastanesi'nde çalıştı.
Palyatif Bakım duayeni Dr. Sharon Erel ile kanser hastalarının Yaşam Sonu Bakımı eğitim çalışmalarını tamamlamış olan Dr. Yusuf Bahri Karaosmanoğlu  "Palyatif Hasta Bakımı" ve "Psiko Onkoloji" konularında bilinçlendirme çalışmaları yapmaktadır.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder